Avustralya Parlamentosu’nda burka krizi: Müslümanların hakkını Çin asıllı Dışişleri Bakanı savundu

Avustralya Parlamentosu’na burka giyerek giren Pauline Hanson’ın provokasyonu, sıradan bir protesto olmaktan çıkıp çokkültürlü toplum yapısını hedef alan bir krize dönüştü. Asıl kırılma ise Dışişleri Bakanı Penny Wong’un kendi aile geçmişinden örneklerle yaptığı sert konuşmayla yaşandı; tartışma güvenlik söyleminden çıkarak saygı ve aidiyet meselesine dönüştü.

Avustralya Parlamentosu yıllar boyunca sert tartışmalara, krizlere ve ideolojik çarpışmalara sahne oldu, fakat Pauline Hanson’ın bu dönem başlattığı burka provokasyonu ülke siyasetinin en kırılgan noktalarına dokunarak çok daha derin bir çatlak yarattı. Bir sabah Senato salonuna baştan aşağı burka giyerek girmesi, yalnızca kişisel bir protesto ya da sembolik bir çıkış değildi; çokkültürlü bir toplumun psikolojik sınırlarının test edildiği, dini bir sembolün aşağılayıcı bir jest malzemesine dönüştürüldüğü anlardan biriydi. O kumaş, üzerine yüklenen bütün tartışmalarla birlikte bir anda Avustralya’nın kimlik labirentinin tam ortasında durdu.

Hanson’ın yıllardır sürdürdüğü burka yasağı talebinin bu defa teatral bir gösteriye dönüşmesi, parlamentonun işleyişini altüst eden bir performanstı. O salona girdiği anda tepki zinciri başladı; şaşkınlık yerini hızla öfkeye, öfke yerini kurumsal bir utanca bıraktı. Bu yalnızca siyasi bir kışkırtma değildi; bir topluluğun dini sembolünün dekor olarak kullanılması, özellikle Müslüman kadınlar açısından ağır bir aşağılamaydı. Oturum askıya alındı, çünkü parlamentonun en temel normu olan saygı bozulmuştu.

Ertesi gün alınan uzaklaştırma kararı da bu nedenle şaşırtıcı değildi; kurum kendini korumuş, ama asıl tartışma zaten bir gün önce, ülkenin Dışişleri Bakanı ve Senato’daki hükümet lideri olan Penny Wong kürsüye çıktığında başlayıp bambaşka bir boyuta taşınmıştı.

Wong’un Aile Hikâyesi ve Aidiyetin Savunusu

Wong’un konuşması yalnızca siyasi bir söz değil, Avustralya’nın çokkültürlü hikâyesinin bir savunmasıydı. Hanson’ın eylemini “saygısızlık” olarak tanımlasa da asıl kırılma, konuşmasının ortasında kendi ailesinden söz ettiği anda yaşandı.

A person in a suit

AI-generated content may be incorrect.Malezya kökenli bir babanın, Güney Avustralyalı bir annenin çocuğu olarak Avustralya’da büyümüş birinin, dini bir sembolün alay konusu edilmesini izlerken ne hissettiğini anlattı. Bunu bir yasa tartışması olarak değil, bir insanlık meselesi olarak çerçeveledi. “Bu yalnızca bir protesto değil; bu, benim aileme hakarettir” derken kastettiği tam olarak şuydu: Avustralya’nın çokkültürlü dokusu, parlamentoda bir kostüm haline getirilemeyecek kadar gerçek, kırılgan ve yaşamsal bir olgudur.

Siyaset psikolojisinin diliyle söylemek gerekirse, Wong’un tepkisi yasayla ilgili değil; aidiyetle ilgiliydi. Göçmen kökenli ailelerde, özellikle dini kimliği toplumda sık sık hedef haline getirilen topluluklarda, böyle bir performans derin bir “kolektif tehdit” hissi yaratır. Bir çocuğun televizyon karşısında parlamentoyu izlerken kendi kültürel sembolünün bir şova dönüştürülmesini görmesi yalnızca incitici değil; toplumdaki yerini sorgulatan bir deneyimdir. Wong’un sesi bu nedenle sakin ama sertti: Bir toplumun kim olduğuna ilişkin en temel sorular, sembollerle alay edildiğinde yeniden açılır.

Burka bu bağlamda politik bir nesneye dönüşmüş durumda. Batı dünyasında çoğu zaman güvenlik, kültürel yabancılaşma veya kadın bedeni üzerinden okunuyor; gerçek anlamından koparılmış, temsil ettiği topluluğun üzerinde bir “öteki” etiketi gibi dolaşıyor. Oysa Avustralya’da burka kullanan kadınların sayısı oldukça düşük; yani tartışma bir halk gerçeğinden çok, siyaset tarafından üretilmiş bir semiyotik savaş alanı. Hanson’ın burkayı bir kostüm gibi taşıması da tam bu noktada yaralayıcı: Eleştiri ile aşağılamanın ayrıldığı o ince çizgi, bu eylemde net biçimde çiğnendi.

Sembollerle Kurulan Siyasi Oyun ve Toplumsal Yaralar

Hanson’ın siyasal stratejisi elbette yeni değil. One Nation yıllardır göç, İslam ve ulusal kimlik üzerinden kutuplaştırıcı bir dil kuruyor. Medyada görünürlük, partinin en önemli siyasi sermayesi; provokasyon ise bu görünürlüğü üretmenin en kestirme yolu. Dijital çağda birkaç saniyelik şok görüntüsü, günlerce sürecek tartışmalar doğuruyor. Hanson bu ekonomiyi biliyor ve kullanıyor. Burka performansı da tam olarak böyle çalıştı: Şoke etti, tartışma çıkardı, medyada yer aldı. Ancak bu kez karşısına daha sakin, daha derin, daha insani bir anlatı çıktı. Wong’un aile hikâyesi, provokasyonun üzerine soğuk su döktü ve oyunu bozdu.

Parlamento toplumun bütün renklerinin temsil edildiği bir alan. Bu nedenle kendi duvarları içinde sembollerle dalga geçilmesine izin veremez. Parlamento yalnızca yasa yapılan bir bina değil; toplumun kendisine duyduğu saygının mekânı. Hanson’ın eylemi tam bu mekâna yönelik bir saldırı olarak okundu. Uzaklaştırma cezası da bu nedenle basit bir disiplin işlemi değil, demokratik bir değer savunusuydu. Temsil sorumluluğu, sembollerle alay edilmesini tolere edemezdi.

Wong’un tepkisinin diplomatik bir alt metni de vardı. Avustralya, Asya-Pasifik’in en büyük Müslüman nüfuslarıyla diplomatik ve ekonomik ilişkiler kuruyor. Çok kültürlü yapısını dış politikada bir yumuşak güç aracı olarak kullanıyor. Parlamento merkezinde dini bir sembolün aşağılanması, ülkenin dış politika imajını da doğrudan etkilerdi. Wong’un hızlı ve sert çıkışı bu nedenle yalnızca iç politikaya değil, Avustralya’nın uluslararası yüzüne de yönelik bir savunmaydı.

Toplumsal psikoloji açısından bakıldığında, bu olayın en çarpıcı yönü hedef gösterilme duygusunun yeniden tetiklenmesiydi. Müslüman topluluklar arasında “Biz burada gerçekten kabul görüyor muyuz?” sorusu yeniden dolaşıma girdi. Göçmen kökenli gençlerin aidiyet duygusu, sembolik aşağılama karşısında hızla zedelenebiliyor. Bu olay da tam olarak böyle bir kırılma yarattı. Wong’un konuşması bu kırılmayı onarmaya çalışan bir karşı hikâye işlevi gördü: Bu ülkenin hikâyesinin dışlayıcı değil, kapsayıcı olduğunu hatırlattı.

Medyanın rolü ise olayın başka bir boyutu…

Hanson’ın burkayla parlamentoya girişi birkaç saniyelik bir görüntü olarak tasarlanmıştı. Viral potansiyeli yüksekti. Dijital çağda siyaset giderek daha fazla görselle, şokla ve ani duygusal etkiyle işlemeye başladı. Tartışmaların derinliği azalırken semboller, jestler ve kostümler daha büyük anlam taşır hale geldi. O gün parlamentodaki burka görüntüsü sosyal medyada hızla dolaştı, fakat ilginç biçimde Wong’un konuşması daha kalıcı bir etki yarattı. Çünkü toplumun vicdanına hitap eden anlatılar, skandal kökenli içeriklerden daha uzun ömürlü.

Demokrasi, Saygı ve Avustralya’nın Geleceği

Bütün bu tartışma, Avustralya’nın liberal demokrasi anlayışının sınırlarını yeniden düşündürdü. İfade özgürlüğü nerede biter? Saygı yükümlülüğü nerede başlar? Liberal demokrasilerde ifade özgürlüğü tanımlayıcı bir temel olsa da bu özgürlük hiçbir zaman sınırsız değildir. Toplumsal onuru zedeleyen, dini sembolleri aşağılayan, kamusal mekânları itibarsızlaştıran performanslar özgürlüğün değil istismarın alanıdır. Parlamento bu nedenle sınır çizdi ve bunu açıkça yaptı.

Olayın en önemli boyutu, Avustralya’nın kimlik aynasında açtığı çatlak oldu. Wong’un ailesi örneği tam da bu yüzden merkezde duruyor. Çünkü o aile Avustralya’nın bugün geldiği kültürel bileşimin küçük bir aynası. Bu ülke artık tek bir kökün, tek bir kültürün, tek bir kimliğin tekelinde değil. Malezya’dan, Lübnan’dan, Hindistan’dan, Çin’den, Somali’den gelen milyonlarca insanın ortak yaşam alanı. Parlamento koridorlarında dolaşan bir kostüm işte bu ortak hikâyeye gölge düşürdüğünde kırılma kaçınılmaz oluyor.

Sonuç olarak Hanson’ın burkayı bir siyasi aksesuar gibi kullanması, Avustralya’nın çokkültürlü toplum sözleşmesini test eden bir eylemdi. Wong’un tepkisi ise yalnızca siyasi bir karşılık değil; bu ülkenin kim olduğuna dair bir hatırlatmaydı. Bir kişinin provokasyon için giydiği bir kıyafet ülkenin kendisiyle yüzleşmesine neden oldu. Ve belki de uzun zamandır söylenmeyen bir gerçeği tekrar hatırlattı: Avustralya’nın çokkültürlü dokusu bir dekor değil, milyonlarca insanın hayatı.

Bugün geriye dönüp bakıldığında Hanson’ın eylemi unutulur; ama o eylem karşısında yükselen sesler, özellikle Wong’un aile hikâyesini merkeze alan sözleri, ülkenin kim olmak istediğine dair hafızada daha uzun süre kalır. Çünkü bir demokrasi sembollerle alay eden performanslardan değil, o performansların karşısında değerlerini savunanlardan güç alır. Avustralya da Wong ile, bu sınavda hangi tarafta durmak istediğini açıkça gösterdi.

Önceki İçerikDEM Parti, “Özel’e cevap” diye paylaştı: “Celladına aşık olmak metaforunun bizler için kullanılması en hafif tabiriyle akıl tutulması”
Sonraki İçerikPKK duyurmuştu, MİT ve TSK doğruladı: “PKK, Zap ve Metina’daki toplam 6 mağarayı boşalttı, mühimmatı imha etti”