Talk in a civilized language! (Medenî bir dille konuş!)
Bu cümle, 1957 yapımı Humphrey Cobb’un romanından uyarlanmış Stanley Kubrick’in Paths of Glory filminden. Kubrick’in diğer bütün filmleri gibi bir hayli anti-militarist olan bu film 1975 yılına kadar Fransa’da yasak idi. (Yasağın sebebini, henüz izlemeyenlere spoiler olmasın diye açmayalım.)

Bu filmin son sahnesinde Alman kızı oynayan Alman aktris Christina Kubrick (Kubrick’in eşi), sınır hattındaki muhtemelen Alsaslı hancı tarafından elinden tutulup savaştan iyice katılaşmış bir grup erkeğin önüne çıkarılır.
“Guten tag! “(Günaydın) der ürkmüş bir sesle. Fransız bir asker ordan İngilizce yukarıdaki aşağılayıcı cümleyi haykırır; medeniyetin dilini konuş!
1957’de elbette altyazılı İngilizce film Hollywoodlu yapımcılar için pek kârlı değildi ve Kubrick bunu İngilizce söyletir. Ve ortaya Fransız bir askerin Almancayla aynı dil grubundan olan İngilizce bir serzenişten Almancanın barbarlığın dili olmakla suçlandığı bir garabet çıkar.
Barbarlık… Herodot’a göre Antik Mısır için barbar olanlar onların dilini konuşmayanlar imiş; hülasa onlar hariç herkes barbarmış. Daha sonra Roma, Germen kabileleri için bunu kullandı ve Türk-Moğool istilalarının Anadolu’da, Arap coğrafyasında ve Balkanlarda yayılmasıyla, en güncel haliyle Türkler için kullanıldı.

Etimolojik olarak bar-bar diye (bla-bla bla gibi) “anlaşılmaz” sesler çıkaranları betimlemek için kullanılan bir yankı-sözcükten (réduplication) sözcükten gelmekte.Bu arada Kürtçe’de barbar kırın (tantana yapmak) diye, yüksek sesli ve nafile ağız dalaşları için hâlâ kullanımda olan bir deyim mevcut ve kelimenin işlevi Batıdaki etimolojik kökeniyle aynı.
Bu barış sürecinin ilk duyurusu yapıldığında, son Kürt isyanının İmralı adasında mahpus liderinin açıklaması tabii Kürtçe okundu. Resmi muhalif kanallardan birinde bu anlaşılmazlık, Antik Mısırlılar gibi direkt barbarlıkla suçlanmasa da, Cumhuriyetçi spiker kendi etnik kökeninden ve dilinden gönüllükle feragat ettiğini, kusursuz bir asimilasyonun misali olduğunu, Kürtlerin de neden kendisi gibi mutlu mesut biri olmayı reddedip bunu beceremediğini anlayamadığını dile getirerek, bar-bar-bar anlaşılmaz sesler çıkaran çilekeş ihtiyar Kürt Ahmet Türk’e tepkisini gösterdi ve maalesef “nahak “ şekilde bu kadıncağız muhtelif linçlere maruz kaldı. (Nedense yazının tam bu noktasında kendimi 1955 yılında Londra’dan haber geçen bir muhabir gibi hissettim.)
Barbarlık meselesi son birkaç aydır Fransa’daki medyada da bir çok yazarın, filozofun ve gazetecinin dilinde. Azılı göçmen düşmanı Jean-Marie Le Pen bu dünyadan göçtü, toprağı bol olsun (Müslüman değiliz ama Türkiye Müslümanlık geleneğinde gayrimüslimler için “Allah rahmet etsin” denmez, “Toprağı bol olsun” denirmiş; bunu da nezaket listemize yazmış idik bir zamanlar). Her neyse; Paris’in meşhur République meydanında toplanan solcular apéro géant (devasa apéritif) adıyla bir şenlik tertiplediler, danslar ettiler şarkılar söylediler, içtiler ve dağıldılar (başı pek Firdevsi’nin dediği gibi olmasa da sonu öyle oldu: Nişestend u goftend u ber-hâstend; Oturdular, konuştular ve dağıldılar).

Bu havai fişekli, hoplamalı zıplamalı taziye çoğu kesimlerce şoke edici bulundu. Açıkça fikrimi söyleyeyim; ne de olsa bu yazı benim yazım, istediğimi elbette söylerim deyip, bu tür kutlamaların beni de iğrendirdiğini, ölülerle hesap görmenin pek asil bir yanı olmadığını es geçmeyeyim. Fakat işte Fransa’da zıvanadan çıkmış polarisation’un son hadisesi için yine barbar kelimesi kullanıldı. Bağrı açık, beyaz gömlekli büyük filozof Bernard-Henri Lévy tarafından “barbarlık” kelimesi, bu ipini koparmış politik kin için münasip görüldü.
Türkiye’deki barbarlara gelirsek; onlar henüz sokaklara çıkıp dans etmeye başlamadılar, ama bunu temenni boyutunda fütursuzca sosyal medyada haykırmaya başladılar. Onlar Türkiye’deki barış sürecinin mimarlarından Türkiye’nin en milliyetçi partisinin liderinin sıhhatinin bozulmasından medet umdular.
Politik olarak daha iyi hissetmek için birinin ölümünden medet uman bu acziyetin derin köklerinde, Türkiye’deki geniş muhalif kesimlerdeki ideolojisiz, karaktersiz ve felsefesiz kof muhalif kızgınlık var. Erdoğan öncesi Türkiye daha iyiydi gibi, ekonomik ve politik açıdan hiçbir uluslararası kuruluşun verisinin doğrulamadığı bir sanrılar kümesinden oluşan bu resmi muhalefet ve onun medyadaki tetikçileri için, bu çözüme muhalif olmak yargı ve güvenlik bürokrasisindeki tabii ırkçı kadroların güven veren mevcudiyetinden ötürü o kadar riskli de değildi.
Zaten benzerleri defalarca başarısız olmuş bir sürecin bir daha başarısız olacağını söylemek, bunun üstüne atıp tutmak için siyasi analist olmanıza gerek yoktu. Ama ülkenin en popüler ve en çok izlenen Youtuber gazetecisi halka damardan daha fazla milliyetçilik ve karamsarlık vererek, IRA ile sorununu suhuletle halleden İngiltere’deki kızının okul masraflarını karşılamak için barış görüşmelerine daha fazla karşı olmak zorundaydı.
“Barbar Türk” tabiri, bugünlerde PKK’yi Türkiye’de yumuşak başlılık ve tavizkar olmakla suçlayan bir kısım tembel ama fazla talepkâr Kürt milliyetçisinin hâlâ tedavülde diri tutmaya çalıştığı eski bir hatıra.
Evet bir de Kürt milliyetçileri var Türkiye’de. Onlar da 26 yıldır bir ada hapishanesinin hücresinde bir kaç metrekarede yaşayan son Kürt isyanının liderinin direnememesinden müştekiler. Daha utanç verici şekilde ise, Öcalan’ın ölmesini dilediler ve hattâ içlerinden bazı çılgınlar fotoğraftaki kişinin Öcalan olmadığını öfkeyle ispata giriştiler.
Covid hadisesinin karantina günlerinde devletlerin ve şirketlerin bol desteğine ve cipsli Netflix konforuna rağmen kafayı sıyırmanın eşiğine gelmiş bir insanlığın elbette onlar da içindeydiler, ama Öcalan’ı teslimiyet, taviz, direnememek gibi kelimelerle aynı cümlede kullanma cüretine sahip olmak için sahip olmanız tek gereken şey, bir telefon numarası veya mail adresiyle X denen melanet yerde bir hesap açmanız.
Ne diyelim; dinlerle imanla pek bir münasebetimiz kalmamış olsa da şu Ramazan-ı şerifin ilk günlerinin hatırına bize de varsa bir Rab; hayatının 50 yılını öldürülme ve yakalanma tehdidi altında geçirmiş, hayatı politikadan ve silahlı mücadeleden ibaret Cemil Bayık’a akıl verecek özgüvene erişmeyi nasip eyle diye ellerimizi açalım; vaziyetimiz düşük puanlarla olmadık üniversitelerin yüksek bölümlerini tercih listesinin başına yazan gariban öğrenciler gibi olsa da, bakarsınız bize de bir cesaret gelir, biz de hadsizleşiriz, kim bilir.