Gerçekten kimdir, nedir bu Batı? Son dönemde özellikle İsrail’in Gazze’ye saldırıları yoğunlaştırdığı sırada Batılı ülke yönetimlerinin tavrı dünyanın tepkilerine yol açıyor. Tabii bu arada Batı uygarlığı da tartışmaya açılıyor. Avrupa ülkelerinin geçmişteki sömürgeciliğine, Afrika’daki ırkçı katliamlarına göndermeler yapılıyor. “Hani Batı dünyasının insan haklarına dair kriterleri vardı?” sesleri yükseliyor. Hatta, “insan haklarını savunmanın da emperyalistlerin tezgahı olduğu” gibi tuhaf söylemlere tanıklık ediyoruz.
Tabii ki, “emperyalist Batı”dan söz etmek mümkün. Peki “Batı’ya alternatif” veya “denge unsuru” olarak düşünülen Doğu ne durumda? Batılı emperyalistlerden daha acımasız diktatörlüklerle kendi halklarını ezdikleri ortada değil mi? Batı’ya dönersek… İki farklı Batı’dan söz etmek mümkün… Bir tarafta, demokrasi, hak hukuk adalet ve eşitlik konusunda elde ettiği kazanımlarıyla, toplumdaki ifade özgürlüğüne (dünyanın geri kalanına kıyasla) verdiği değerle çağdaş Batı… Madalyonun öteki yüzünde ise İsrail’i eleştiren sanatçıların kültür-sanat etkinliklerini iptal etmeye başlamış, yoksul ülkelerde yaşayanları neredeyse insan olarak görmeyen vahşi Batı… Her uygarlık, insanlığın ortak kazanımlarının ürünüdür. Yüzlerce yıldır, Batı’nın, Doğu’nun düşünen, özgürlük yanlısı aydınları, bazı ilkelerin hayata geçmesi için çaba sarf ettiler.
Atatürk’ün hedefi Batı medeniyetine yönelmek
Batı’yla ilişkilerin nasıl bir karakter taşıdığına, en net cevabı, Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk vermiştir. Türk Tarih Kurumu’nun Belleten (Ağustos 1988) sitesinde yer alan “Atatürk’ün Uygarlık Anlayışı” başlıklı yazısında Abdurrahman Çaycı, Atatürk’ün bu konudaki görüşlerini aktarıyor:
“Memleketimizi bir çember içine alıp cihan ile alakasız yaşayamayız. … Bilâkis müterakki (gelişmiş), mütemeddin (medenileşmiş) bir millet olarak medeniyet sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her ferdi milletin kafasına koyacağız (…) en hakikî mürşit ilimdir, fendir. İlmin ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir.” “Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye’de asrî, binaenaleyh garbî (Batılı) bir hükümet meydana getirmektir. Medeniyete girmek arzu edip de garbe teveccüh etmemiş (Batı’ya yönelmemiş) millet hangisidir? Türklerin asırlardan beri takip ettiği hareket, devamlı bir istikamet muhafaza etti. Biz daima şarktan garba (doğudan batıya) doğru yürüdük.” Atatürk, ilim ve fen dışında mürşit aramayı gaflet olarak değerlendiriyor. Eğer bunu kutuplaşmış Türkiye’deki tüm taraflar anlarsa, belki mesafe alabiliriz.