Burgazada’da evim yürüyüş güzergahına bakar. 2021 yazı başında bir sabah, pencereden dışarı bakarken gözlerim yoldan geçen Roni’ye ilişti. Duraklamış, birini arar bakışlarla bizim eve bakıyordu. Kalkıp el salladım. “Beş dakika girebilir miyim” dercesine bir işaret yaptı. “Yahu” dedi gelir gelmez, “ben burada çok sıkılıyorum”…
“Arkadaş istiyorum” diyen bu adamla dostluğumuz böyle başladı.
Toplantılarda, kalabalık yemek masalarında birlikte olmuşluğumuz vardı. Ülke meselelerine bakışımız paralel seyrederdi. Gel gör ki, birbirimizi pek tanımazdık. O ne düşünürdü bilmem, ama Roni benim için insanlara küskün yaşadığım şu son yıllarıma bir nefes oldu. Önü, arkası olmayan bu adamla dalga boyumuz tuttu. O aksiydi, ben huysuz.
Velhasıl, iki, üç günde bir buluşmaya başladık. Ada yollarında yürüdük, kahvehanelerinde, meyhanelerinde buluştuk. Nelerden konuşmadık ki? İlk meyhane buluşmamıza bir konuşma gündemiyle gelmişti. Gündem maddelerinden, antropoloji, Doğu-Batı, kültür-ekonomi gelenekleri gibi konular kalmış aklımda. Gözlerim büyümüştü, konu önerilerini duyunca. Tanışma faslındaydık tabi.. Nasıl bir imaj vermişsem yeni arkadaşıma! Neyse ki adaların deniz üstü en güzel güneş batıran Aya Nikola çay bahçesinin rakı da içilen tahta masalarına bu mevzular uygun gelmeyince, kendi hikayelerimizi anlatarak başladık işe. O akşam mı bilmem, ama bir gün dönüp, “sen de kadınları çok üzmüşsündür” deyivermişti. Ben konuyu savuşturmaya çalışırken, laf arasında, “sevdiğim kadını terk ettim ben” diye mırıldanmıştı. O gün Elsa’dan söz ettiğini, ancak iki yıl sonra, o ölümle boğuşurken anladım.
Ameliyat olduğu akşamdan itibaren eniştesi Nubar’la hemen her gün haberleştik. Ayrıntılı bilgi veriyordu, sağolsun Nubar. Kendine geldiği her an, her zamanki gibi, aksileşiyormuş Roni, oksijen hortumunu çekip atıyor, söyleniyormuş. Bir gün Nubar, “Ya Ali, şiirlerini bilmesem, bu aksi adamın duygu dolu olduğunu hiç tahmin edemezdim. Hele o aşk şiirleri…” dedi. Ben okumamıştım Roni’nin aşk şiirlerini. “Aa sen Elsa’yı bilmiyor musun, büyük aşkı, şiir kitabı yazdı onun için” dedi Nubar. Hemen o akşam Roni’nin Elsa için yazdığı kimi şiirleri bulup bir solukta okudum. Çarpıldım.
Roni şöyle anlatmıştı aşkı ve bu aşkı:
“Ayrıntılardan arındırsam hayatımı;
desem ki: ben Elsa’yı çok sevdim.
O kadar. Bir kapı aralandı kısaca:
Bir başka dünyada, başka bir çağda
mümkün olabileceğini gördük aşkın.
Usulca kapandı tekrar kapı sonra.
…
Desem ki, yumuşak bir sesle,
baştan yeniktir çağımızda her aşk.
Herkes gibi yenildik işte biz de.
İsyan etmesem, doğal karşılasam
ve ağlamayabilsem.
Ağlamasam.
…
Desem ki, değişecek birgün herşey,
çıkacak aşk bireylerin tekelinden.
Ne değişir ki bizim için? Ne değişir ki?
Baştan yeniktir çağımızda her aşk
ve çağımızın çocukları, Elsa’yla ben,
yenildik işte herkes gibi…”
Ölümünden on, on beş gün önceydi. Nubar, telefonda bugün morali daha iyi, “Biliyor musun Elsa geldi, dün gece ve bugün yoğun bakımda uzun uzun Roni’nin yanında kaldı…” dedi. Elsa, New York’ta yaşıyormuş. Tesadüf bu ya, o ara Selanik’te ailesini ziyaretteymiş, Roni’yi duyunca, atlayıp İstanbul’a gelmiş. Ne mutlu olmuştur! Mecalsizlikten zar zor konuşan Roni, “beni odaya çıkarın gece de yanımda Elsa kalsın refakatçı olarak” demiş Nubar’a ve kızkardeşine…
Ah Roni! Şiirin bizde, izler sende, gittiğin yerdedir şimdi…
Ada sohbetlerimizin başladığı günlerde ikimizde hastaydık. Benim ciğerim tekliyordu, o ise bir ciğer ameliyatından yeni çıkmıştı. Tedirgin, moralsiz başladığı o yaz boyunca, sohbetlerimiz, dönüp dolaşıp yaşama takılıyordu. Biraz erken teklemeye başlayan bedenler, anlam ve heyecanı konuşuyor, konuşarak arıyor, ama zorlanıyordu. “Şiir gelmiyor” diyordu Roni. Memleketin gidişi, fetret devri, umut sonrası düşüş de gelecek ufkumuzu parçalıyordu.
Ertesi yaz daha rahattı Roni, “yırttım galiba” diyordu, kontroller iyi çıktıkça. O yaz, benim yazdığım kitabın taslaklarını okudu, ben de onun yazdığı hikaye çalışmalarını… Sonra üzerlerine konuştuk. Ülke siyaseti, kültür-ekonomi hatları, gerginliği, antrolopoji, elbet liberalizm, sol temaları arasında uçuşup durduk. Yine o yaz, Yahudi olmak, azınlık olmayı, hem içeriden hem dışarıdan bir bakışla dinledim Roni’den. İzledim de. Bana akşam üstü içkisine geldiği her akşam muayen bir saate annesi arar, yemeğe çağırırdı. Nerede olduğunu sorduğu zaman, o titrek sesiyle ve aksice “ça ne te regarde pas” (sana ne) derdi annesine. Oğlan çocuğu – ana ilişkisi gibi demiştim bir kez, “işte görüyorsun Yahudi bir anneyle oğlu arasındaki ilişki diye yanıtlamıştı.
Elimden yemek yapmak gelir. Roni’ye sodalı İrlanda ekmeği, bakkal pilavı, risotto yapmışlığım vardır. Karşılığını vermek isterdi hep, ama “ben yemek yapamam” derdi. Onu sağlıklı haliyle son görüşüm yemek vesilesiyle oldu. Annesine Ladino yemekleri yaptırmış, Beşiktaş’taki evine davet etmişti. Geçtiğimiz Nisan ayı bir gece, Roni’nin, cam altı koleksiyonuyla çevrili salonunda Mesut Yeğen, ben, o, seçimlere doğru siyaset dolu bir gece geçirmiştik…
Sonra hastanede gördüm arkadaşımı, güçsüz haliyle beni ve Arzu’yu görünce, o çarpık gülüşü belirmişti yüzünde. “Direkten döndün dedim”, eliyle 3 işareti yaptı, üç kere dedi. “Haydi ada bizi bekliyor” dedim, başını salladı.
Azrailin dördüncü saldırısına dayanamadı.
Ve yıldız kaydı.
Hep gönlümde olacaksın dostum…