Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIBeyoğlu farklı bir yönetim deneyimi için neden bir “kuluçka merkezi” olmasın?

Beyoğlu farklı bir yönetim deneyimi için neden bir “kuluçka merkezi” olmasın?

Ulusdevletin kuruluşu ile merkezi yönetimin bir şubesine dönüştürüldüğü için ilk belediyenin, bu yeni yönetim deneyiminin günümüzde unutulan özelliği tepeden, bürokratik veya askeri nedenlerle gerçekleşen bir idari reform değil, doğrudan yerelden ve sivil toplumdan başlayan bir hareket oluşudur.

Beyoğlu, ilk modern belediyecilik deneyiminin yaşandığı, şehir yönetiminin oluşturulduğu, kamu hizmetlerinin gerçekleştirildiği ve bunların dalga dalga şehre, ülkeye yayıldığı bir yer.

Paris’in merkezine referansla “6. Daire-i Belediyye” (1857), şehirsel kamusal alanda Kırım Savaşı sonrası gerçekleştirilen idari reformların içinde yer alan bir yerellik deneyimi. Şehir planlama, çöp toplama, aydınlatma, caddeleri, sokakları düzenleme, meydanlar, parklar oluşturma gibi şehirsel kamu faaliyetleri ilk defa burada gerçekleştiriliyor. Şehirsel kamu hizmetleri, imar, su, ulaşım, enerji gibi işlevlerin yönetimi bu yerel deneyimlerden doğuyor. Beyoğlu kamu yönetimlerinde modernleşme deneyimlerinin bir tür “kuluçka merkezi”.

Vapurlarla, tramvaylarla şehrin diğer semtlerine, banliyölerine bağlanan Beyoğlu metropoliten bir ulaşım şebekesinin merkezinde yer alıyor. Ulaşımda yaygın tarifeli seferlerin düzenlenmesi ile şehir merkezi ile banliyöler bütünleşiyor, metropoliten bir havza oluşuyor.

Burada ilk apartmanlar, yani müstakil dairelere bölünmüş binalar inşa ediliyor. Havagazı lambaları ile sokaklar aydınlatılıyor. İmar planları ile yerleşim alanları düzenleniyor. Gene ilk defa evlere basınçlı endüstriyel şehir suyu bağlanıyor. Atıksular kanalizasyonlarla toplanıyor. Havagazı, elektrik gibi endüstriyel enerji kaynakları evlerde kullanılmaya başlıyor. Bunların yanında parklar, kültürel alanlar gibi müşterek alanlar düzenleniyor, eğlence, spor gibi sosyal faaliyetler, modern sağlık, güvenlik hizmetleri ile şehir yaşamı her yönüyle köklü bir değişime uğruyor. Şehirsel kamusal alanı ve işlevleri bütünüyle yeniden tanımlayan, üreten bu gelişmeler modern bir yönetim ihtiyacı yaratıyor.

Ulusdevletin kuruluşu ile merkezi yönetimin bir şubesine dönüştürüldüğü için ilk belediyenin, bu yeni yönetim deneyiminin günümüzde unutulan özelliği tepeden, bürokratik veya askeri nedenlerle gerçekleşen bir idari reform değil, doğrudan yerelden ve sivil toplumdan başlayan bir hareket oluşudur.

İlk belediyenin “sivil” bir girişim olduğu unutuluyor

Ulusdevletleşme sürecinde bu şehircilik deneyimi, işlevleri merkezi yönetim tarafından da benimseniyor. Ancak bu yapı merkeze bağlı teknokratik bir yönetime dönüşüyor. Bu yapı daha sonraki yıllarda, ulusdevlet döneminde kamu hizmetleri modelinin de nüvesini oluşturuyor. Bu yerel deneyimin her koşulda -ister bu yakın geçmiş inkâr edilsin, ister sahiplenilsin- nasıl gerçekleştiğinin üzerinde fazla kafa yorulmuyor. Şehirle ilgili konular merkezi siyasetin hattına taşınıyor. Bu dönüşümün, modernleşme deneyiminin üzerine bir perde çekilmiş gibi oluyor, hafızası sanki “şifreleri bilinmeyen” bir kasaya gizlenmiş gibi…

Öyle olduğu için de yerel politikaları yenileyebilecek siyasal girişimler bu deneyimin hangi koşullarda gerçekleştiğini öğrenmekten mahrum kalıyor. Teknik altyapıların geliştirilmesinde, finansman modelinde, ürün ve hizmet geliştirmede uluslararası ağlar oluşturmuş, şehirselleşmiş bir yerel deneyim gölgede kalmış gibi oluyor. Açıkçası bir hafıza kaybı söz konusu. 

Deneyimin kimi özellikleri kalıcı olsa da merkez ile yerelin asimetrisi şehre yansıyor. Ulusdevletin yapılanma sürecinde şehrin modernleşme dönemindeki finans ve ticaret merkezinin, Beyoğlu’nun neredeyse bütün kıyıları yıllar boyunca duvarlarla kapatılmış gibi kalıyor.

Merkezi yönetim, şehir ekonomisini kontrol altına alabilmek ve kaynaklarını kullanabilmek için Beyoğlu’nun denizle ilişkisini koparıyor, Karaköy’den Fındıklı’ya kadar olan bölümünü kapatıyor, Antrepolar’ı inşa ettiriyor.

80’ler sonrası, Beyoğlu’nun finans ve ticaret merkezi olmaktan çıkması ve endüstrinin desantralize edilmesi ile bu eşsiz değerdeki kıyılar, kamu alanları neredeyse günümüze kadar, yıllarca işlevsiz ve halka kapalı kalıyor. Sonrasında ise merkezi yönetimin aklına özelleştirmekten ve kendisine kaynak yaratmaktan başka bir fikir gelmiyor. Araya bu tek yönlü dönüşümü perdelemek için “İstanbul Modern”, “Resim ve Heykel Müzesi” gibi birkaç sanat kuruluşu sıkıştırılsa da…

Beyoğlu Strateji Planları’nın eksikliği çok boyutlu yönetimsellik meselesi

Günümüzde merkezi yönetim tarafından kıyıları kapatılan -şehrin kamusal hayatını zenginleştirecek şekilde kullanılmak yerine özelleştirilen- Beyoğlu için Büyükşehir Belediyesi “Strateji Planları” hazırlatıyor. Ancak daha önceki planlarda olduğu gibi Beyoğlu Strateji Planları’nda yönetimsellik konusu “unutulmuş”. Oysa katılımcılıktan söz eden bir yönetimden farklı bir yerel planlama deneyimi ve bir strateji bekliyorsunuz, ister istemez.  

Merkeziyetçilik tarafından “askıya alınmış” olan şehrin kamusal hayatı muhalefete farklı bir şeyler yapmak için eşi benzeri bulunmayan fırsatlar sunuyor: Şehrin yaratıcı enerjisini dışlayan, kompartımanlaşmış kamu modeli yerine çok öncelikli, çok aktörlü, şehirsel dinamikler arasında keşisimsel ilişkiler kuran bir yönetim planı ve organlaşması vizyonu…  

Kamu yönetimleri şehre bakıyorlar ama asimetri üreten merkezci yapılarıyla, kamu-özel karışımı ilişkileriyle şehrin onlara bakmasına hiçbir zaman fırsat vermiyorlar. Tıpkı Galataport’un özelleştirilmesini “Deniz Senin” sloganlı panolarla gizleyen açıkgöz reklamcı gibi.

Yerel yönetimleri ayakları üzerine oturtmak, politik alanda alternatifler üretmek için kamu imkânlarını kendi kariyerleri için kullanan uzmanlara, bol maaşlı profesyonellere, reklamcılara değil, akıllarını kullanacak bağımsız yapılara ve insanlara ihtiyaç var!

- Advertisment -