Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKısaslı-kıyaslı şiddet döngüsü

Kısaslı-kıyaslı şiddet döngüsü

Ortalığı saran cinayetler, silahlı yaralamalar, baskınlar, çatışmalar serisinde, bu dehşetin sosyal medyada patlamasında, büfenin içindeki kamera kaydının etkisi büyük. İki açıdan çekmiş kamera. İkisi de sosyal medyada. O sahneleri “polisiye film”de, kurguda izlemeyi bile kaldıramaz çoğu insan. Gözümün önünden gitmiyor.

“Şiddetin bu kadar çok, sık, sıradan görüldüğü başka ülke yok” genellemesi doğru olmasa da dillerde. Öylesine bir sohbette birisi coşup öyle dese, insicamını bozmamak, konuyu oralara sürükleyip uzatmamak için düzeltmeye bile gerek duymazsın belki. Maksadı, meramı ortadaki tablonun vahametine uygun zira. Orada kürsüye çıkamamak teselli değil.

Kalkıp “Meksika’da, Tanzanya’da daha çok mesela” demen de dert. Ardından “feci sorunlar”a dair ülke istatistiklerin kıyaslamasını iktidar gibi eğip bükmediğini açıklama çabanla sohbet, kulvar, mesai değiştirir. İktidar sayesinde her musibete uyarlanabilen “Her yerde var”, “Oralarda daha çok” savunması ana sorunlarımızdan. Asabiyete davet, sohbet katili…

O kadarı kadıda da olur

Şiddet tablosunu, olan ama o izdihamda haberlerde, sosyal medyada yer bulamayan, trend olamayan “normal şiddet” de ağırlaştırıyor. Tür, boy, dozaj, hatta toplumsal, coğrafi birim sıralamasında “haber değeri” görülmediği yahut bir yerlere dokunduğu için gündeme getirilmeyen bir sürü vaka olduğunu biliyoruz.

Olan ama haberlerde pek olmayan şiddette, “toplumsal normalite” sınırlarında, yahut yen içinde kalanlar da çok. Deyimi, geleneğiyle “iki tokat” şiddetin kantarına bile çık(a)mıyor. “Başkanım”, “reisim”, “amirim”, “komutanım”ların ülkesinde mobbing filan bünyeye de yabancı kelime. “Kusur”un o kadarı kadı kızını bırak, kadıda da oluyor.

İtiraz, infial “münasip” olmalı

Toplumu asgari müşterekte buluşturan, geçen pazar (30 Temmuz) “Şiddetle duygusal mücadele” yazımda değinmeye çalıştığım o uçsuz bucaksız “kabul sınırı”nı zorlayan, aşan şiddet bazen infial nedeni. O derisi kalın “toplumsal hassasiyet”i uyandırması lazım.

Şiddetin, cinayetlerin, “infaz”ın seyri, hikâyesi, dehşet görüntüleriyle topluma ulaştığı zaman (da) infial yaratabiliyor. O derece şiddet yani, “Gözümle gördüm”! Lâkin o infial de mevzuattaki “lisan-ı münasip”le, “düzen-i münasip”e uygun olmalı tabii.

İnsana, doğaya, tarihe şiddete karşı münasip bir itirazın olabilir ama o kadar da değil. Sınırları zorladığı, zülfiyâra dokunduğu/dokunacağı hissedilirse karşında infial zaptiyesi, Haberleşme Reisliği, RTÜK, yayın yasağı, cezaları, hatta o alana çöken zorunlu otokontrol dünyası.

Yakın çekim şiddet

Değindiğim yazımın yayınlandığı gün bir video karşıladı beni: “Esenyurt’ta korkunç cinayet.” Tekel bayisindeki  üç genç insafsızca dövülüyor, tek tek kurşun yağmuruna tutuluyor. İkisi ölüyor, biri yaralı. Yazımda aktaracaklarım sadece yasaktan önce yayınlanan, ekranlarda duran ana haberlerden birkaç satır.

Ortalığı saran cinayetler, silahlı yaralamalar, baskınlar, çatışmalar serisinde, bu dehşetin sosyal medyada patlamasında, büfenin içindeki kamera kaydının etkisi büyük. İki açıdan çekmiş kamera. İkisi de sosyal medyada. O sahneleri “polisiye film”de, kurguda izlemeyi bile kaldıramaz çoğu insan. Gözümün önünden gitmiyor.

Ekrandaki tüm seyri, safahatıyla şiddete, silahlanmaya karşı acilen başlatılması gereken bir seferberliğin miladı, “Artık yeter”i olarak görmen mümkün. Bardak yine taşıyor. O dehşetin adım adım seyri, şiddetin nereden gelip nerelere gittiğinin de korkunç özeti. Nedeninin, nasılının kısa filmi. Her anlamıyla yakın çekim…

Tepki de şiddetle koyun koyuna

Sosyal medyaya düşmeyen, kameraya denk gelmeyen ya da kaydı yayınlan(a)mayan cinayetler düşünüldüğünde, öyle sahnelerin istisnai olduğunu söylemek de, ummak da zor. “O kadarı olmaz” da değil, oluyor zira. Görmüyor-göremiyor, izleyemiyoruz çoğunu.

İnfial de “Bu kadar da olmaz, pes” infiali. Hâl böyle olunca… Esenyurt’taki şiddetin yarattığı/yaratacağı tepkilerin, nihayetinde şiddete karşı olduğunu varsayıyorsun. Tanımı, kategorisi, en azından istatistikî gruplaması gereği öyle olmalı. 

Ancak söze, medyaya dökülen infialin, çözüm önerilerinin, duyguların önemli bir bölümü şiddetle koyun koyuna. “Böyle yapacaksın, şöyle edeceksin”ler alev alev. Şiddete karşı şiddet çağrıları, şiddete davetiyeler. Şiddet-karşı şiddet-karşı şiddete karşı kontur şiddet sarmalı.

Yaşasın idam ve kısas!

Ve elbette yine infaz, yine idam, hatta “Yaşasın idam”! Şiddetli infial önemini sadece tepkiler arasındaki ağırlığından almıyor. “Makam”dan, toplumsal statülerden de alıyor. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı, AK Parti eski milletvekili Oktay Saral’ın Esenyurt vahşetinin ardından sıcağı sıcağına paylaştığı tweet duruyor: “Bu namussuz için ve onlara ortaklık eden alçaklar için yaşasın İDÂM..! Kısasta Hayat vardır aksi halde ailelerin yüreği soğumaz.”

 “Yaşasın idam”la kutsanan, resmi davetiye çıkarılan idam cezasını şu an, -en azından bu yazımda- “tartışma”ya değer bulmuyorum. “İdam bilerek, kasten, planlı, azimli-kararlı, gayet soğukkanlı bir cinayettir” der, geçerim. En “acısız”, çabuk olduğu -pervasızca- iddia edilen yöntemleriyle bile şiddettir.

Yürek soğutma ve şiddet

İdam önerisi, hevesi, “kısas hukuku”nun da resmi uç noktalarından birisi. Yani vurgulandığı gibi “kısasta Hayat” değil zulüm vardır; ölüme-ölümcüle aralanan, kolayca açılan kapıdır. Toplumdaki işleyişi, itibarı, hayattaki yeri de sadece o resmi hukukla sınırlı kalmaz.

O hukukun içselleştirilmesi, “sokak”taki kanlı hesaplaşmaların, şiddetin de nedenleri arasında. “Kısastaki Hayat” oralarda da sürüyor, katlanıyor.  “Sokaktaki adalet”in, orada kesilen cezaların ezeli hükümlerinden…

Kısasın “yürek soğutması” da ayrı dert, ayrı, derin mesele. Soğumuş yürek de her zaman hayırlara vesile bir mecaz değil. İçini soğutmanın şiddetle mesafesinin kıl kadar olduğunu, o iç soğutma yöntemlerinin türlerini, Esenyurt cinayetlerinin yankısında da gördük. İdamın, kısasın ne empatiye hayrı var, ne de vicdana. Öyle soğuyan yürekten hayır gelmez.

Adaletin değil zalimliğin tarihi

Kısasın vardığı, ulaştığı yerler, örnekler adaletin değil zalimliğin, resmi intikamın tarihi. Sözlükteki anlamıyla kısas, “Eski hukukta öldürme ve yaralama suçlarını işleyen bir kimseyi bu fiilleri aynen kendisine uygulamak sûretiyle cezâlandırma, misilleme yapma”.

Misilleme kelimesinde de buram buram şiddet tütüyor. Toplumsal pratiğinde misilleme, kısasa kısas, yani kana kan, ne uzun uzadıya “mahkeme” gerektiriyor, ne de “kadılık müessesi”. Birçok örneğiyle karar kısasa, bireysel, o vakadaki “toplumsal”, kültürel nabza göre… Öyle olunca da geleneksel ve güncel hâliyle kan davalarının, kanlı hesaplaşmaların “hayat”ı arasında. 

Ulusal “bağlam” arızaları

Ulusal “bağlam” arızalarımız zaten ana problemlerden. Korkunç cinayetlerin çoğu, özellikle kadın cinayetleri medyanın “topluma kazandırdığı” millî tanımına, yani “cinnet”e bağlanıyor. Gayet kullanışlı. Katile, saldırgana savunulacak alan da açıyor. Kadın zaten, ezelden, her yolla erkeği çıldırtmakla sabık. Kültürüyle, ona dayalı “edebiyat”ıyla, mizahıyla öyle. Nağmesi dillerde…

Cinnet cinayetle de kafiyeli; ezeli bir melodisi, nakaratı var toplumda. “Net” kafiyesiyle emanet, hıyanet, ihanet, lanet, cinnet diye sıralasan, finalde cinayete bağlasan, “net aşk, karasevda şiiri” de olur… Finaline “internet”i ekleyip modernize etsen “net” Türkçe Rap de. 

Cinnet değil “aklı” başında şiddet

Şiddet biraz yeraltına, öyle heveslere indiğinde, o yöntemlere, polisiyenin o türüne, o haberlere uzandığında “cinnet” popüler kalıp değil. Kıssası-kısası belli, seyri soğukkanlı, suçu işleyenlerin “aklı” başında. Aklı, muhakemesi öyle… Öyle akıl, öyle ruh, akıl-ruh sağlığı hastalıklarından da sayılmıyor, tanısını öyle almıyor. 

Deliliğin değil tersine itibarı sonsuz delikanlılığın, tarihte öyle kutsanmış kabadayılığın, efelenmenin kabul, tören defteri. O kültürle, işleyişiyle, raconuyla planlısı çok da… Olayların seyri, saldırganın o an şiddetle çalışan “muhakeme”si, itibarı, o ortamdaki avantajı, o andaki gücü, nabzı, keseceği “ceza”yı da bazen o anda netleştiriyor: Ayağına mı sıksa, kafasına mı…

“Ağır tahrik”in dayanılmaz hafifliği

Birçoğuna “öfke cinayeti” demek de zor. Öfkeyle çıkmıyor evinden, kalkmıyor makamından, “hassa”sı öyle, “hassasiyet”i, “şahsiyet”i öyle. İsterse öfkeyi anında üretebiliyor. El yapımı öfke. Uyguladığı şiddet birçok örnekte gayet soğukkanlı. İçelleştirdiği, normalleştirdiği, gerekli şiddet…

Basındaki popüler deyimiyle “cinnet” zaten değil de, “ağır tahrik”ten bile söz edemiyorsun. Onun bünyesel, kültürel “hassasiyet”inde trafikteki bir hatasına, zorbalığına selektör yapman, yanından geçerken -hâliyle- yan bakman ağır tahrik. Hele boş bulunup korna çalarsan tahrik ötesi, ağır hakaret bazen.

“Ayağı sıkma” ekonomisi

Ve “silahlı ekonomik çatışma”lar. Kan davasının, misillemelerin, güç gösterilerinin, “çökme”lerin yanında, en popülerlerinden birisi de “alacak-verecek davası”.  Kendi hukuku var. Düzenin her an genişlettiği, çoğu kez çıkmaza sürüklediği o alanda o tür davalara bakan asliye, sulh hukuk mahkemeleri pek rağbet de görmüyor, kifayet de etmiyor, güven de vermiyor olmalı. Yüreğini de soğutmuyor hemen.

Şahsının hukukuyla, kısasıyla, yolu-yöntemiyle cezayı sen kesiyorsun. “Ayağa sıkmak” muhtemelen öyle davalarla ortaya çıkan bir uyarı, “hafif”, sözlükteki kendine mahsus anlamını az genişleterek “asliye ceza” yöntemi, öyle bir “hukuk” terimi.

Tahsilat, tahsilatçı, vergiler

Alacak-verecek ardından onun yol açtığı “husumet”, ilk kavga, yaralanmayla filizlenen “kan davası”, Esenyurt dehşetinin de medyaya yansıyan seyri. Hayatın her alanında… Ticari, ekonomik anlaşmazlıklar, ana haber başlıkları arasında “silahlı ekonomik çatışmalar”la da reyting alıyor.

Şiddet sadece tetikle değil her türden iktidarın bastığı düğmeyle de çalışıyor. Örneklerini tarihe, doğaya, çevrecilere şiddetle de görüyoruz. Bir yerlere, gerektiğinde her yere, kurumlara kadar “çökme şiddeti” de berdevam.

Düzenle izdihama, çıkmaza, muammaya, “kader”e dönüşen alacak-verecek meseleleri artık şiddet, cinayet dünyasından haber kuşağı. “Tahsilat” dedin mi, yasal bir süreç gelmiyor aklına. Doğrudan mafya, çete, şiddet terminolojisi. “Tahsilatçı” da su yüzüne çıkmış yeraltı elemanı. O da kendi kestiği “vergi”yi topluyor.

Silahlanma sorgulanmıyor

Şiddetle mücadele adına elde avuçta ne olduğu, nelerin yapıl(ma)dığı da ortada. Sermayen, mirasın, söylemin belli. Caydırıcı değil özendirici, önleyici değil teşvik edici olduğu iddia edilen, tartışılan bir ortamdaki adalet sistemi. Uygulamalar da adil, eşit, güven verici olmayınca sistem de ayrıcalık ve “kendi hukukun” üzerinden işleyebiliyor.

Esenyurt vahşetinde de her yer silah. Tekel bayisini basanlar da elbette silahlı, Emniyet’in açıklamasına göre büfede de bir pompalı tüfek, iki tabanca, 50 mermi bulunmuş. Lâkin ortalığa saçılan, en harcıâlem trafik, “yan bakma” tartışmasında bile ortaya çıkan silahların nasıl, nereden alındığı da sorgulamaya değer görülmüyor! Silahlanmaya karşı önlem de -zaten pek olmayan- sosyo-ekonomik planlamalar arasında değil.

“25 milyon ruhsatsız silah” mı!

Taşıma, bulundurma ruhsatının yelpazesi geniş. Sayısı iki buçuk milyona ulaşmış. Her yerden “bulmacalı-bulundurmacalı” silahlar, eve teslim pompalılar da her keseye, gönle uygun. CHP Milletvekili Müzeyyen Şevkin 25 milyon ruhsatsız silahtan söz ediyor.

Ona da bütçe yahut gönül kaydır(a)mıyorsan online alışverişteki, bayisinde değil pazardaki, tezgahtaki “komando”, “av” bıçakları, sustalılar, muştalar, üzerinde “Haydar” ya da gönle göre şiddet vecizeleri yazılı sağlam “beyzbol” sopaları satışta.

Ve bütün bunları yeraltından seri tahliyelerin, yeni infaz düzenlemesinin gölgesinde yaşıyor, tartışıyoruz. Bunun örtülü bir af olup olmadığı, örtünün, kanatlarının altına kimleri aldığı tartışılıyor. Velâkin devlete karşı işlenen suçların dışındaki cinayet, yaralama, şiddet hükümlülerine bir infaz ayarı yapıldığı ortada.

“Şehir eşkıyalığı” da kifayetsiz

Esenyurt cinayetleriyle de her yerde, her dozda karşına, manşetlere çıkan “Şehir eşkıyalığı”, yine medyanın “topluma kazandırdığı” kavramlar arasında gözde. Ama şiddetin, ona dayalı zihniyetin, duyguların yaşatıldığı, yeniden üretildiği, topluma sık yansıdığı, her türüyle “Ekran eşkıyalığı” ise öyle değil maalesef. “Eşkıya düzeni” deyimi de…  Öyle kavramlar, analizler, düşünceler, benzetmeler yayın zapturaptı, hatta yasağı-cezası kapsamında.

Bir bakıma “Şehir eşkıyalığı”na da sığmıyor/sığdıralamıyor artık şiddet. “Eşkıya”, “kabadayı”, “mafya”, onların “ufak tefek”leri, “külhan, bıçkın, bitirim”iyle, bir statü olarak “delikanlılık”la

 çeşidi, rütbesi, sureti ibadullah. Bünyesinde, cürmünde, potansiyelinde, dilinde bu tanımlardan beğendiğini gerine gerine taşıyanlar, taşımaya özenenler de çok, o mevkilere aday kuyruğu da uzun.

Öyle ki artık şiddetin “ahlaklı”, “adil”, “kısas”a uygun, geleneklerine bağlı suretlerine, “delikanlılığa” da sığmıyor bazen! İnfialin bir nedeni de o sanki: “Delikanlı” olmayan şiddet, cinayet. “Delikanlılık”a, o şiddetli kültüre de pazar yazımda değinmeye çalışacağım. Elimden geldiğince “mahalle”mizin sözlü tarihiyle…

- Advertisment -