Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIDemirel'in Ecevit ve Çiller'le Türkiyelilik kavgası

Demirel’in Ecevit ve Çiller’le Türkiyelilik kavgası

Tanıl Bora’nın “Demirel” adlı son kitabını okurken, Demirel’in 1970’lerde Ecevit’le ve 1990’larda da Çiller ile tutuştuğu Türkiyelik kavgalarına rastladım. Demirel’in sözcüsü olduğu devlet aklı, resmi millet ve milliyetçilik anlayışındaki etnik özü esnetmeyi amaçlayan her arayışa şüpheyle bakar ve karşısında durur. “Türk”ü zayıflatacağını düşündüğü her kavram gibi “Türkiyelilik” kavramına karşı da teyakkuzu elden bırakmaz. Oysa sorun tam da bu özün kendisindedir. Dolayısıyla sorun yaratan bu öz değişmedikçe, bu arayışların önü alınamaz; isimler değişir ama tartışma baki kalır.

Türk-Türkiyelik, özü itibariyle bir üst kimliğin nasıl tanımlanacağı tartışmasıdır ve bu tartışmanın bir asrı aşkın bir ömrü vardır. Üst kimlik, 1876 tarihli Kanun-i Esasi’de “Osmanlı”, 1924 Anayasasında ise “Türk” olarak kabul edilir. “Türk” kavramının, bu topraklarda yaşayan bütün kimlikleri kapsayan bir üst kimlik olmasını önerenin bir Kürt entelektüeli –Abdullah Cevdet- olması da tarihin bir ironisi olsa gerektir.

1907 tarihli makalesinde Abdullah Cevdet, Türkiye vatandaşlarının tamamının “Türk” kimliği altında birleşebileceklerini savunur. Onun tasavvurunda üst kimliğin Türk olması, farklı kimliklerin inkârını gerekli kılmaz. Aksine o, Türklüğü; hegemonik olmayan, farklı kimlikleri/kültürleri tanıyan ve onların bir arada yaşamalarını mümkün kılan bir çerçeve olarak düşünür.  

“ Ermeniye sorarım: Sen nesin?

– Osmanlı.

– Bu isim nereden geliyor?

– Padişahlarımızın ecdâdı Osman-ı Evvel’e nisbeten. . . Türkiye teb’asına verilmiş isimdir…

– A iki gözüm vatandaşım… Türkiyelilik, Türklük nâmını taşıman evlâ değil mi? Sen Ermenisin, ben Kürdüm. . . Kürdlüğü severim. Fakat madem ki hukuk ve vezâifce mütesâvî Türkiye vatandaşlarındanım, her şeyden evvel Türküm.”

Anlaşıldığı üzere “Türk” ve “Türkiyeli” kavramlarına eş anlam veren Cevdet, “Türkiye Türkiyelilerindir” der. Şükrü Hanioğlu, onun yazısının altına koyduğu “Bir Kürd-Türk” imzasından, Amerika’da “tire ile ayrılmış kimlik (hyphenated identity)” olarak adlandırılan kimlikler ilişkisini dile getirmeye çalıştığını belirtir.*  

“Türkiye halkı”

Kurtuluş Savaşı sırasında, mümkün olan en geniş mücadele hattını kurmak için bir kimliği öne çıkaran tanımlamalardan ve ifadelerden bilinçli bir şekilde imtina edilir. Ancak mücadele başarı ile neticelendikten sonra yeni kurulan devletin vatandaşlarının nasıl tarif edileceği yine münakaşa konusu olur. 1924 Anayasasının Meclis görüşmelerinde, vatandaşa ne denileceği konusunda ciddi tartışmalar yaşandıktan sonra Anayasanın 88. maddesinde vatandaş “Türk” olarak tanımlanır.

Peki, Türk kimdir? Doğrusu, söylem düzeyinde, Abdullah Cevdet’in kullandığından faklı bir içeriği yoktur. Mustafa Kemal’in “Türk” tanımı bu bağlamda değerlendirilebilir. “Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türkiye halkına Türk denir.” Nitekim Kemalistler, Mustafa Kemal’in bu tanımını, Türklüğün bir etnik kimliğe değil siyasal sadakate işaret ettiğinin kanıtı olarak sunarlar.

Lakin Türk, metinde durduğu gibi durmaz! 1925’ten itibaren etnik bir çizgiye çekilir, diğer kimlikleri bastırmanın ve hatta varlıklarını ret etmenin bir gerekçesine dönüştürülür. Türklüğün bu agresif kullanımı, onun diğer kimlik mensuplarınca kabulünü olanaksız kıldığı gibi hala kanamakta olan bir kimlik yarasına da sebebiyet verir.

“Türkiyeliyim diyenin hakkı yoktur”

Hülasa, mesele eski; kimilerinin sandığı gibi Türk-Türkiyelilik, yeni zuhur etmiş bir tartışma değil. Hemen her dönemde siyasi aktörlerin bir yerinden bu konuya müdahil oldukları ve birbirlerinin bu konuda durdukları pozisyon nedeniyle eleştirdikleri görülür. Tanıl Bora’nın “Demirel” adlı son kitabını okurken, Demirel’in 1970’lerde Ecevit’le ve 1990’larda da Çiller ile tutuştuğu Türkiyelik kavgalarına rastladım.

1970’ler, Demirel’in milliyetçilik damarının kardığı yıllardır. Bilhassa 1970’lerin ikinci yarısında ondaki “Türk” vurgusunun arttığı, konuşmalarında pan-Türkist temalara daha fazla yer verdiği görülür. O dönemde Ecevit’in bir konuşmasında “Türkiyeliyim” demesi üzerine Demirel, onun “Türküm demek varken Türkiyelim icadı yapmasına” köpürür. 1977 yılında ise, bir başka vesileyle, Türkiyelilik kavramına ateş püskürür:

“Bu memleketin ekmeğini yiyeceksiniz, kendinizi mensup olduğunuz milletle değil, mensup olduğunuz coğrafya ile tayin edeceksiniz. O coğrafya da sizin değildir. ‘Türkiyeliyim’ diyenin Türkiye’de hakkı yoktur. ‘Türküm’ diyenin Türkiye’de hakkı vardır.” (s. 264)

“Ben Kürdüm diyen insanlar”

Demirel’in hassasiyeti, 1990’larda da kendini belli eder. Gerçi 1990’ların başında, 12 Eylül’e karşı takındığı özgürlükçü kimliğin ve SHP ile kurduğu ve ülkeye demokratikleşme vaat eden koalisyonun etkisiyle, Demirel’in kısmen yumuşadığı söylenebilir. 1991’de Diyarbakır’da Kürt realitesini kabul etmesi de bu yumuşaklığın bir nişanesi olarak görülür.   

Lakin çok sürmez bu yumuşama, Cumhurbaşkanı koltuğuna oturduktan sonra devletin kırmızı çizgilerini, bazen tevil ederek bazen süsleyip püsleyerek, tahkim etmeye koyulur. Sonu gelmez ve Türkiye’yi Yugoslavya’ya döndürecek tavizler olarak nitelediği kültürel hakların tanınmasına karşı çıkar. Anadilde eğitim hakkını reddeder. “Kürt” demekten kaçınır, onun yerine “Kürtçe konuşan insanlar” ya da “Ben Kürdüm diyen insanlar”  kalıbını yeğler.

Mamafih, kimlik sorunun çözümü yolunda yeni kavramları da takip ettiğini hissettirir. “Anayasal vatandaşlık” kavramını ileri sürer mesela. “Bu benim icat ettiğim bir kavram değildir. ‘Constitutional citizenship’, Anglosakson tabiri.” 1994 sonları ve 1995-Ocak’ındaki konuşmalarında bu kavramın tesiri altındadır:

“Türk milletine mensup olmak için vatandaşlık yeterlidir. Anayasal vatanseverlik duygusuna sahip olmak tabii bunun uzantısıdır.” (s. 451)     

Herhalde bu atmosferin verdiği cesaretle Çiller, bir deneme yapar. “Ne mutlu Türküm diyene!” sözünü “Ne mutlu Türkiye’nin vatandaşıyım diyene!”ye çevirir. Anayasal vatandaşlığın ruhuna uygun bir denemedir bu. Ama Demirel hemen dişlerini gösterir; Atatürk’ün sözünde ırkı kastetmediğini ve ayrıca ulus kavramının da havada kalmaması gerektiğini belirterek Çiller’e ayar verir.

Sınırları zorlamamak gerekir, nihayetinde anayasal vatandaşlık da bir yere kadardır!

Demirel’in sözcüsü olduğu devlet aklı, resmi millet ve milliyetçilik anlayışındaki etnik özü esnetmeyi amaçlayan her arayışa şüpheyle bakar ve karşısında durur. “Türk”ü zayıflatacağını düşündüğü her kavram gibi “Türkiyelilik” kavramına karşı da teyakkuzu elden bırakmaz. Oysa sorun tam da bu özün kendisindedir. Dolayısıyla sorun yaratan bu öz değişmedikçe, bu arayışların önü alınamaz; isimler değişir ama tartışma baki kalır.

* (https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2013/02/03/turk-olabilirdi-ama-turk-olmadi-simdi-turk-olur-mu)

 ** Daha ayrıntılı bir okuma için bakınız: Vahap Coşkun, Cumhuriyet Anayasalarında Vatandaşlık, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/213981

*** Tanıl Bora, Demirel, İletişim Yayınları, İstanbul, 2023.

- Advertisment -