spot_img
spot_img
Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIBu AİHM de çok şey yani; ülkenin başkanının konuşmaları var, daha artık...

Bu AİHM de çok şey yani; ülkenin başkanının konuşmaları var, daha artık ne “kanunsuz ceza olmaz” falan…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2014 başlarındaki bazı konuşmaları sadece iktidar ve iktidar basını tarafından değil, yargı tarafından da Gülen cemaatinin bir terör örgütü olduğunun miladı ve ‘kanuni gerekçesi’ olarak benimsendi, hükümler böyle verildi. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 17 Mart 2017 tarihli genel kurur kararından: “17/25 Aralık bürokratik darbe girişimini müteakip ilk defa Devlet katında yüksek sesle FETÖ / PDY terör örgütünün silahlı bir terör örgütü olduğu açıkça vurgulanmış[tır]… [Dolayısıyla 17/25 Aralık’ın FETÖ/PDY’nin] terör örgütü olarak nazarı itibara alınmasının miladi tarihi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır…” AİHM, hukukumuzun yerli ve milli özünü bilmediği için TC devletine naif sorular soruyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), başta ByLock kullanıcılığı olmak üzere bir dizi suçlamayla yargılanan (öbürleri Şubat 2014’te Bank Asya’ya 3.110 TL yatırmak, kapatılan sendika ve derneğe üyelik ve isimsiz bir itirafçının itiraflarında adının geçmesi) öğretmen Yüksel Yalçınkaya’nın müracaatını karara bağladı ve hak ihlaline karar verdi. Mahkeme; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “kanunsuz ceza olamayacağını” öngören 7. maddesinin, örgütlenme ve toplanma hakkıyla ilgili 11. maddesinin ve adil yargılanma hakkıyla ilgili 6. maddesinin 1. fıkrasının ihlal edildiğine hükmetti.

Mahkeme, ihlal kararının gerekçesinde yer verdiği “Kanunsuz ceza olamayacağı” faslında Türkiye yargısına zor sorular sormuş. Yıldıray Oğur dün bunlardan ikisini şöyle aktardı:

Bir: “Yerel mahkemelerin FETÖ/PDY’yi bir terör örgütü olarak yorumlaması, mahkûmiyetinin dayandığı eylemler sırasında başvuru sahibi tarafından makul bir şekilde öngörülebilir miydi?”

İki: “Başvuru sahibi, kendisine atfedilen fiillerin (yani ByLock kullanımı, Bank Asya’ya para yatırma ve yasal olarak tanınan bir sendika ve dernek üyeliği) Ceza Kanununun 314/2 maddesi uyarınca ‘silahlı örgüt üyeliği’ suçunun kanıtı olarak yorumlanacağını makul bir şekilde öngörmüş olabilir mi?”

Yani mahkeme diyor ki, tamam, FETÖ/PDY diye bir terör örgütü tanımlıyorsun, ben ona karışmam, senin beyanını esas alırım, fakat suçladığın öğretmen, kendisine isnat edilen suç fiillerini gerçekleştirdiği tarihte bu yapılanmanın terör örgütü olduğunu biliyor muydu?

AİHM tabii ki tecâhül-i ârifâneden gelerek, itirazını soru kıvamında dile getiriyor. Aslında dediği şu: Ey Türk yargısı, başvuru sahibinin işlediği suçların tarihi olarak 2014’ü gösteriyorsun, fakat devletin söz konusu yapılanmayı terör örgütü olarak tanımlamasının tarihi 2016 (26 Mayıs 2016 tarihli MGK kararı), bu durumda bu kişiyi olmayan, onun bilmediği bir kanuna dayanarak cezalandırmış oluyorsun, oysa siz de bilirsiniz ki kanunsuz ceza olmaz.

Kanun yoktu ama ‘kanun hükmünde söz’ vardı

Bir yargıç, verdiği bir hüküm nedeniyle eleştiriliyorsa, o yargıcın yapacağı şey hükmünü dayandırdığı kanun maddesini ya da maddelerini sıralamaktan ibarettir. Kanunun doğru mu yanlış mı, haklı mı haksız mı olduğu onu ilgilendirmez; verdiği ceza ilgili kanun maddeleriyle uyumluysa, görevini hakkıyla yerine getirmiş demektir. Peki ya şu konuştuğumuz örnekte olduğu gibi ortada bir kanun yoksa? Ya da kanun, suç tarihinden sonra yürürlüğe girdiyse? Yargıcımız ne cevap verecektir o zaman? Var bir cevabı ama telaffuz etmesi imkânsız. Edebilseydi, şöyle diyecekti: “Sayın cumhurbaşkanımız suç tarihi olan 2014’ten önce bu yapılanmanın bir suç örgütü olduğunu muhtelif konuşmalarında dile getirmişti. Hükmümü, birçok başka yargıç gibi sayın cumhurbaşkanımızın sözlerini esas alarak verdim.”

Abartı yok bu hayali hüküm açıklamasında. Gerçekten de böyle oldu. Cumhurbaşkanının 2014 başlarındaki bazı konuşmaları sadece iktidar ve iktidar basını (hatta bütün basın) tarafından değil, yargı tarafından da Gülen cemaatinin bir terör örgütü olduğunun miladı ve ‘kanuni gerekçesi’ olarak kabul edildi.

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Mart 2017’deki genel kurul kararında dile getirilen ve ardından çeşitli iddianamelerde yer alan şu standart cümle de bunu doğruluyor zaten:

“Bu eli kanlı terör örgütünün gerçek amaçlarını perdeleyen maske, dershane tartışmalarıyla (2013) yavaş yavaş inmeye başlamış ve nihayetinde hükümeti ve siyaseti dizayn etmeye yönelik gerçekleştirilen 17/25 Aralık 2013 bürokratik darbe girişimiyle bu maske tamamen düşmüştür. Sonuçları itibariyle gerek Devlet gerek de Millet katında 17/25 Aralık bürokratik darbe girişiminin bahse konu yapının (örgütün) bir yardım kuruluşu / hizmet hareketi olmayıp terör örgütü olduğu hususunda ortak bir vicdani kanaat (devlet ve kamuoyu nezdinde) oluşması bakımından bir terör faaliyeti ve terör örgütü olarak nazarı itibara alınmasının miladi tarihi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. 17/25 Aralık bürokratik darbe girişimini müteakip ilk defa Devlet katında yüksek sesle FETÖ / PDY terör örgütünün silahlı bir terör örgütü olduğu açıkça vurgulanmış ve millet nezdinde de bu gür/kuvvetli ses makes/karşılık bulmuştur.”

İşte böyle… AİHM yerli ve milli hukuktan bîhaber olduğu için böyle naif sorular soruyor. “Devlet katında yüksek sesle FETÖ / PDY terör örgütünün silahlı bir terör örgütü olduğu açıkça vurgulanmış” işte, daha ne öyle kanun manun aramak…

Öfkeyle değil, soğukkanlı bir akılla…

Yıldıray Oğur’un yazısının şu bölümündeki ‘öfke’ kelimesine itirazım var:

“Bu karar aslında Türkiye’ye de bir yol gösteriyor. Darbenin öfkesiyle yapılan hukuk dışı cemaat mensubu eşittir terörist uygulamalarından, bir dini cemaate girdiğini düşünürken kendini bir anda darbe yapmış bir terör örgütü içinde bulan ve bunun bedelini ağır ödeyen yüzbinlerce insan için bu karar bir normale dönüş vesilesi olabilir. Tabii eğer Türkiye de bunu böyle isterse…”

Hayır, başta ByLock kullanımı olmak üzere mahkûmiyetle sonuçlanan bütün o tuhaf suç kanıtları öfkeyle değil soğukkanlı bir akılla devreye sokuldu. Keza “hukuk dışı cemaat mensubu eşittir terörist uygulamaları” da son derece bilinçli bir aklın soğukkanlı uygulamalarıydı.

Peki neden böyle yürüdü işler? Neden, başta bazı ‘naif’ iktidar yanlılarının da tavsiye ettiği gibi sadece darbe girişimine karışanların ve örgütün kriminal unsurlarının (yani “altı ibadet, ortası ticaret, üstü ihanet”in üstünün) cezalandırılmasıyla yetinilmedi de “ibadet” bölümü de cezalandırıldı, aynı çuvala kondu?

Çünkü iktidar, üzerine yeni bir rejim kuracağı bir toplumsal dehşet duygusuna ihtiyaç duyuyordu ve sadece ‘üst’ü cezalandırmakla bu ihtiyaç karşılanamazdı.

Yine ByLock’un, bu ihtiyaç doğrultusunda öbür ‘ibadet’ bölümü suçlarından daha önemli bir işlevi vardı: Bankaya para yatırma, okulda öğretmenlik etme gibi ‘suç’ gerekçeleriyle yürümek olta balıkçılığıyla balık avlamaya benziyordu, trol balıkçılığında olduğu gibi tabanı kazıyarak tamamını ‘avlama’ imkânı vermiyordu. Bu gerekçelerle belki binlerce kişi cezalandırılabilirdi, fakat ihtiyaç on binlerce, yüz binlerce kişinin cezalandırılmasıydı. Çare ByLock’ta bulundu.

Cep telefonunda Gülencilerin şifreli haberleşme programı ByLock tespit edilenlerin “terör örgütüne üye” sayılmaya başlaması, devletin ‘FETÖ teröristi avı’nı ağ balıkçılığı ile trol balıkçılığı arasındaki fark kadar genişletti. ‘FETÖ teröristleri’ artık binlerle değil on binlerle, yüz binlerle  ‘avlanıyordu…

Yıldıray Oğur, Bylock’ta en sık kullanılan şifrelerin 12345 ve 1453 gibi basit şifreler olduğunu, yine 15 Temmuz Darbesi’nin Yurtta Sulh Konseyi üyesi olmaktan yargılanan 38 askerden sadece ikisinin ByLock kullandığının tespit edildiğini aktardıktan sonra “yani aslında ByLock kullancısı olmak 17/25 Aralık’tan sonra cemaat mensubiyetinin delili” diyor.

E, tabii, başka ne olabilirdi? Şu soruyu yıllardır soruyorum: Yüz binlerce kişilik gizli örgüt iletişim aracı olur mu?

Ben de Oğur’un temennisiyle bitireyim: Bu karar gerçekten de Türkiye’ye bir yol gösteriyor. Dileyelim ki Türkiye bu imkânı kullansın.

- Advertisment -