Ana SayfaGÜNÜN YAZILARICezaevinde mezar taşı kitabesi

Cezaevinde mezar taşı kitabesi

Ziyaret bölümünde müvekkilimi beklerken bir mahkûmun yaptığı, çerçeveli beyaz bir seramik üzerine Arapça hat ile yazılmış bir kitabe gözüme ilişti. Yazıyı okuyabilmek için çerçeve içindeki seramik kitabeye yaklaştım, okuyunca ürperdim. Gardiyanlara sordum beyaz seramik kitabede ne yazdığını, bilen çıkmadı. Sonunda hepsine neden ürperdiğimi açıkladım. Beyaz seramik üzerinde genellikle mezar taşı kitabelerinde kullanılan, “Bâki (kalıcı, ebedi) olan yalnız Allah’tır” anlamına gelen “Hüvel Bâki” yazıyordu. Bu kitabeyi görenler cezaevleri hakkında ne düşünür? Cezaevleri kabristanlara benzemek zorunda mıdır?

80’li yılların ikinci yarısı olduğunu hatırlıyorum. Çocuk yaşlardaydım. Rahmetli büyükbabam o yıllarda 40’lı yaşlarının ortalarındaydı. Briket ustası, inşaatçı ve MKE işçisi olan büyükbabam, rahmetli annesi, babası ve erkek kardeşinin mezarlarını yaptırmak istemişti. Mermer mezar yaptırmak işçi bütçesini aştığından olsa gerek kalıplar hazırlayıp mozaikli beton dökerek kabirlerin çevresini yaptı öncelikle. Sonra yine kalıp hazırlayıp daha ince betonlar döktü. Kalıbın bir kenarı dairesel şekle yakın olacak şekilde köşeli tahtalarla hazırlanmıştı.

Betondan mezar taşları kalıplarından çıkınca önemli bir eksiğinin tamamlanması gerekliydi. Yazısız mezar taşları olmazdı elbette ki o iş büyükbabamın talebiyle bana düştü. Betondan mezar taşlarının üzerine tahta cetvel yardımıyla ve kurşun kalemle satırlar çizdim önce. Sonra harflerin kalıplarını tek tek çizip büyükbabamın verdiği siyah boya ile düzgünce boyadım içlerini. Baba adları, isimler, doğum ve ölüm tarihleri yanında “Ruhuna Fatiha” kelimelerini de özenle yazmıştım mezar taşlarına. Kendimi sanatçı gibi hissetmiştim ama büyüyünce mezar taşı yazıcısı olmak çok ağır geldi. Merak edenler Kırıkkale Yahşihan mezarlığındaki aile kabristanımızda hala sağlam olan iki mezar taşını (biri artık beyaz mermerden) görebilirler.

Büyükbabamın geçmişlerinin mezarlarını yaptırmak istediği yaşlardayım şimdi. Avukatlık yapmaya çalışıyorum ve ruhuma çok ağır gelse de cezaevindeki müvekkillerimi ziyaret etmek işimin bir gereği. Başkent Ankara’nın Sincan ilçesindeki sayısını bilmediğim kadar çok cezaevinden oluşan yerleşkeyi de sıklıkla ziyaret etmem gerekiyor.

Cezaevinde ziyaret öncesi kayıt yaptırırken göz kaydı esnasında ve giriş çıkışlarda gözlerimi o tuhaf ekranlara gösterirken, her defasında göğsümde akan bir şeyler hissediyorum. Gözlerin yalan söylemeyeceği geliyor aklıma, bir de bakmakla görmenin aynı şey olmadığı…

Sincan yerleşkesinde avukat görüş odaları ile ailelerin kapalı görüş odaları genelde yakın hatta bazılarında bitişiktir. Kayıt, x-ray taraması, gerekiyorsa arama ve göz okumaları sonrası görüş yerinde en az bir infaz koruma memuru (halk dilinde gardiyan) bekler ve orada bir defter doldurulur. Ziyaret edeceğiniz mahpus çağrılır. Bu alan avukatlar ve ziyarete gelen mahpus yakınlarıyla birlikte görevli tüm gardiyanların ve cezaevi yönetiminin de sıklıkla geçtiği bir yerdir.

Ziyaret bölümünde müvekkilimi beklerken çerçeveli beyaz bir seramik üzerine Arapça hat ile yazılmış bir kitabe gözüme ilişti. Siyasi suçlardan mahpus olanlar hariç tutularak diğer mahpuslara ve en çok açık cezaevinde olanlara bu tür hat, resim, süs, tespih gibi birçok şey yaptırılır ve bunlar Adalet Bakanlığı Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumuna bağlı satış mağazalarında da satışa sunulur. Ankaralılar benim de çokça alışveriş yaptığım Sıhhiye’de yer alan satış mağazasını bilirler.

Velhasıl, yazıyı okuyabilmek için çerçeve içindeki seramik kitabeye yaklaştım. Bir süre kitabeye bakarak kalakaldım… Gardiyana kitabede ne yazdığını bilip bilmediğini sordum. Bilmediğini ama Kuran harfleri olduğunu söyledi. Müvekkilim gelene kadar dört ayrı gardiyana sordum. İlk sorduğum gardiyan telefonla birkaç kişiyi aradı ve ne yazdığını sordu. Hiçbiri bilemedi, hiçbiri okuyamadı. Mahpusların yaptığını ve “süs için” asıldığını söylediler. Sırtımdan akan soğuk terlerle birlikte görüş odasına geçtim ve müvekkilimi orada beklemeye başladım.

Takip eden birkaç ziyarette değişen gardiyanların hepsine sordum beyaz seramik kitabede ne yazdığını, bilen çıkmadı. Sonunda hepsine neden ürperdiğimi açıkladım. Beyaz seramik üzerinde genellikle mezar taşı kitabelerinde kullanılan, “Bâki (kalıcı, ebedi) olan yalnız Allah’tır” anlamına gelen “Hüvel Bâki” yazıyordu. Bu kitabeyi görenler cezaevleri hakkında ne düşünebilirler?

Bir harf ve bir rakamla tanımlanan cezaevleri soğuktur, yüksek beton duvarlarla çevrilidir. Koğuşlar da benzer şekilde tanımlanır. Belediyelerin mezarlıklarında da mezar yerleri parseli ifade eden harf ve rakamdan sonra mezar numarası ile tanımlanır. Kitabesi de asıldığına göre cezaevlerinin yüksek beton duvarları birer mezar taşı mıdır? Cezaevleri kabristanlara benzemek zorunda mıdır?

Cezaevlerini “bacasız fabrikalar” olarak adlandırmakta sakınca görmeyince Avrupa cezaevlerinde nüfusa göre en fazla mahpus oranının ülkemizde olmasını şaşırtıcı bulan yok. 100 bin kişideki mahpus sayımız yaklaşık 360. Bu alanda Rusya ile yarışıyoruz ama birinciliği kaptırmamışız.

Modern hukukta cezanın amaçları olarak “suç işlenmesinin önlenmesi, toplumun korunması ve kişinin ıslah edilmesi” sayılır. Birleşmiş Milletler Mahpuslara Muameleye Dair Asgari Standart Kurallar metni de 27 yılını cezaevlerinde geçirmiş bir hak savunucusunun adıyla “Nelson Mandela Kuralları” (https://tihv.org.tr/ozel-raporlar-ve-degerlendirmeler/nelson-mandela-kurallari-mahpuslara-muameleye-dair-birlesmis-milletler-asgari-standart-kurallari/) olarak isimlendirilmiştir. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun (kısaca İnfaz kanunu) 3. Maddesi “infazda temel amaç” başlığını taşıyor ve madde şu şekilde:

“Madde 3- (1) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amaç, öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmaktır.”

Cezaevi nüfuslarında ilk sıraları kimselere kaptırmazken toplumu koruyabiliyor muyuz? En başta suç işlenmesini önleyebiliyor muyuz? Adalet Bakanlığı her yıl istatistik yayınlar ve tamamı internet sayfalarında (https://adlisicil.adalet.gov.tr/Home/SayfaDetay/adalet-istatistikleri-yayin-arsivi) mevcut. En çok dikkatimi çeken rakam ceza kanunlarında yer alan tüm suçları kapsayacak şekilde toplam şüpheli sayılarıdır ve son üç yılı sizin için yazayım. 2019 yılında 13.417.259, 2020 yılında 13.097.311, 2021 yılında 14.345.936 kişi şüpheli olmuş. Bu rakamların altından hangi kolluk teşkilatı ya da hangi sayıda cezaevi ile kalkılabilir? Neyi yanlış yapıyoruz?

Peki mahpusların yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek için ne yapıyoruz? Ülkemize özgü şekilde siyasi suçlu olarak tanımlananlara hangi sosyal aktivite imkanlarını sağlıyoruz? Ben söyleyeyim: sıfıra yakın ya da mühendislik terminolojisinde “ihmal edilebilir” oranlarda.

İnfaz Kanunu’nun 2. Maddesi “infazda temel ilke” başlığını taşıyor ve madde şu şekilde:

Madde 2- (1) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır.

(2) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.”

İnsanlık onuru dokunulmazdır değil mi? Benzer ifadeler o kadar çok kanunda yazılı ki sayamazsınız. Anayasamızın başlangıç bölümünde de geçer “hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip” bireyler olduğumuz. Anayasanın 17. Maddesinde “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz” yazılıdır. Buna rağmen altılı masanın Anayasa değişiklik önerilerinde 12. Maddeye “İnsan onuru dokunulmazdır ve anayasal düzenin temelidir. Devlet, insan onuruna saygı göstermek ve onu korumakla yükümlüdür” cümlesi ekleniyor. İnsan onurunun korunması gereken yerlerin başında cezaevleri gelmiyor mu?

İntihar ettiği söylenen ancak cezaevinde sürüklenerek kameraların görmediği “kör noktada” bulunan “yumuşak oda” diye adlandırılan yere götürülürken görüntüleri on gün kadar önce basında yer alan “Garibe Gezer” için de insan onurunu dikkate alıyor muydu onu sürükleyen gardiyanlar?

CHP İnsan Haklarından Sorumlu genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, “Aradığınız Hakka Erişilemiyor-Cezaevlerinde Sağlığa Erişim” başlıklı bir rapor (https://chp.org.tr/haberler/chp-den-aradiginiz-hakka-erisilemiyor-raporu) hazırlamıştı. 25 yılda 2.670 kişinin hayatını kaybettiğini, sağlığa erişim konusunda önemli problemler olduğunu, yetersiz beslenme, hijyen problemleri, ağır hasta tutukluların bulunması şeklinde sorunlarla birlikte mahpusların birçok hakkının ihlal edildiği ifade edilmişti raporda. 1997-2014 yılları arasında 544 tutuklu ve mahkûmun intihar ettiği de raporda belirtilen iç yakan bilgilerden.

İnsan Hakları Derneği’nin 2021 yılı İnsan Hakları İhlalleri Raporuna göre (https://www.ihd.org.tr/wp-content/uploads/2022/10/2021-y%C4%B1l%C4%B1-raporu.pdf) cezaevlerinde 1664 sağlık hakkı ihlali yaşanmış. Bir yılda bu kadar ihlalin yaşanması olağan mıdır? Sağlık haklarına dahi erişemeyen mahpusların insanlık onurlarının korunduğu nasıl söylenebilir? Son olarak HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu “Cezaevinde Hayatını Kaybedenler” başlıklı bir rapor (https://bianet.org/system/uploads/1/files/attachments/000/003/714/original/Cezaevinde_Hayat%C4%B1n%C4%B1_Kaybedenler.pdf?1669979942)  yayınladı. Rapora göre 1 Aralık 2021-1 Aralık 2022 tarihleri arasında en az 73 ölüm gerçekleşmiş cezaevlerinde. 34 mahpusun intihar ettiği iddia ediliyor, 39’u ise hasta imiş ölenlerin. Hasta mahpusları cezaevinde tutarken insanlık onurunu nasıl koruyoruz? İnsan Hakları Derneği (İHD) Merkezi Hapishaneler Komisyonu’nun 29 Nisan 2022 tarihli son tespitine göre 651’i ağır olmak üzere 1517 hasta mahpus var cezaevlerinde. Kamuoyunda 28 Şubat tutukluları olarak bilinen yaşları oldukça ileri ve sağlık sorunları olan paşalardan bir bölümü tahliye edildi ki hasta ve ileri yaşta insanların cezaevlerine girmeleri dahi yanlıştı. Yine hastalığına rağmen gecikmeli olarak Aysel Tuğluk tahliye edildi. Cezaevlerindeki diğer hasta mahpuslar da en az bu isimler kadar tahliyeyi hak etmiyor mu?

CHP Milletvekili Mahmut Tanal, “Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyeleri olarak birer hafta cezaevlerinde kalalım, mahkûm gibi yaşayalım” önerisini sunmuş. Yetmez ama evet! Yargı mensupları öncelikle cezaevinde en az bir ay kalmalı, değil mi? İnsanlar hürriyetlerinden yoksun bırakılınca neler yaşanıyor bilmeli değiller mi? Bu staj belli aralıklarla tekrar edilse iyi olmaz mı? Kürsüde bir yargıç kaleme aldığı kararla kimsenin mezar taşının yazıcısı olmamalı, değil mi?

Gazeteci Müyesser Yıldız, Kemal Mutlum’un cenazesiyle ilgili “Vicdanın Cenaze Namazı!..” başlıklı bir yazı (https://muyesseryildiz.com/2022/11/25/vicdanin-cenaze-namazi/) yayınladı. Adli tıp raporuna rağmen bilinci kapalı ve yoğun bakımda bir mahpusun cezasını ertelemeyince, yoğun bakımda bile kelepçeli tutunca ve AYM kararına rağmen ailesinin en azından refakatçı olarak yanında kalmasına izin verilmeyince hangi değer korunmuş oldu? İnsanımız mahpus olarak ölünce mi korunuyor toplumumuz, suç işlenmesi böyle mi önleniyor?

Kemal Mutlum’un cenazesine ben de katıldım. Cenaze namazı öncesi Cuma namazının hutbesi “merhamet toplumu” başlıklıydı. Müyesser Yıldız’ın da alıntıladığı hutbede özetle şunları söyledi vaiz efendi ki ne kadar tekrar edilse azdır: “Merhamet, kalp inceliği ve gönül yumuşaklığıdır. Şefkatli ve insaflı davranmaktır. Merhamet, kalpleri kin, öfke ve intikam gibi hastalıklardan temizlemektir… Can taşıyan her bir varlığa hatta bütün kâinata muhabbet nazarıyla bakmaktır… Şiddet, öfke, kin ve nefretin yürekleri işgâl ettiği günümüzde merhamet medeniyetinin birer mensubu olarak bize düşen, Rahmet Peygamberinin mesajlarına yeniden sarılmaktır… O halde geliniz! Asrımızın en büyük hastalığı haline gelen merhametsizliği bir tarafa bırakarak; eşimize, çocuğumuza, ana babamıza, yaşlılarımıza, çevremize ve bütün canlılara karşı vicdanlı ve merhametli olalım…”

Merhamet toplumunda herhalde hapishanelerde ölenler olmazdı. Kendine, yakınına yapılmasını istemediği bir şeyi kimse başkasına reva görmezdi. Herkes için adalet istemek garipsenmezdi.

Mezar taşı kitabesi kabul ettiğim çerçeveli beyaz seramik üzerindeki Arapça hatlarla “Hüvel Bâki” yazısı, Kemal Mutlum’un Sincan yerleşkesinde son kaldığı cezaevinde idi ve yazının kaleme alındığı gün hala asılıydı.

- Advertisment -