Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIÇünkü yapabiliyorlar…

Çünkü yapabiliyorlar…

Ekrem İmamoğlu’nu tutukladılar! Neden? İmamoğlu’nun avukatı da tutuklanmış! Neden? Çok sayıda belediye başkanını, belediye görevlilerini, gençleri tutukladılar! Neden? Gazeteci Fatih Altaylı’yı da tutuklamışlar! Neden? Komünist rejim tarafından tutuklanan Çek siyasetçi Milada’ya hapishanede arkadaşı sormuş: “Seni neden tutukladılar?” Milada’nın cevabı zihnime kazınmıştı: “Çünkü yapabiliyorlar.”

1901 doğumlu Milada Horakova 17 yaşında iken savaş karşıtı bir gösteriye katıldığı için okuldan atılmış ve ilk mağduriyetini yaşamıştı. Savaştan sonra kurulan Çekoslovakya’da orta öğrenimi tamamlamış ve sonrasında Prag’da hukuk okuyup 1926’da mezun olmuştu. Hayatı sosyal adalet, kadın hakları ve demokrasi için mücadeleyle geçti. 2. Dünya Savaşında Nazi işgaline karşı direnişte aktif rol almıştı. Kocasıyla tutuklanıp Gestapo tarafından sorgulandı, önce bir gettoya sonra Almanya’daki hapishanelere gönderildi. Milada’ya Nazi savcıları idam talep etmiş ama mahkeme 8 yıl ceza vermişti.

Savaş bitince ülkesine dönüp önce geçici meclis üyesi olan, sonra da seçilmiş Vekil olarak Meclise giren Milada, 1948’deki komünist darbeyi protesto amacıyla istifa etmiş ama siyasi mücadeleye devam etmişti. 27 Eylül 1949’da tutuklandı ve komünist rejimi devirmeyi amaçladığı iddia edilen bir komplonun lideri olmakla suçlandı. En ağır işkencelere maruz kaldı ama bir gösteriden ibaret mahkemede siyasi ideallerini cesurca savundu.

Duruşmalar 8 ay sonra başlayabildi ve dayanaklar sanıklardan alınan suç itiraflarıydı (!). Naziler hem de savaş koşullarında düşman gördükleri Milada’yı idam etmemişlerdi ama kendi ülkesinde yönetimi ele geçirenler 27 Haziran 1950’de darağacında idam ettiler onu. Naaşı yakıldı ve külleri dahi yakınlarına verilmedi. Düşman hukukunu da aşan bambaşka bir düşman hukukunu Milada’ya uygulayanlar kendi milletinden olan, farklı düşüncelere tahammülü olmayan, şiddete başvurmadan farklı düşünenlerin cenazesinden bile korkan insanlardı.

Günler insanlar arasında dönüp durdu ve Milada’yı idam edenlerin isimlerini kimse hatırlamazken, hatta nefret simgeleri haline gelmişlerken, Milada için bir anıt yapıldı Prag’da, ailesine onur nişanları sunuldu, adına vakıflar kuruldu. İdam edildiği 27 Haziran günü de Çek Cumhuriyeti’nde “Komünist Rejim Kurbanları Anma Günü” olarak ilan edildi. İnternette Milada Horakova yazıp arama yaptığınızda Milada’nın anıtı önünde saygılarını sunan yüzlerce siyasinin fotoğrafını görebilirsiniz.

11 Eylül 2008’de, Milada’yı idama mahkum eden sözde mahkeme heyeti ve iddia makamından hayatta kalan tek kişi 86 yaşında Milada’nın adli cinayetine yardım etmekten altı yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2 yıl hapisten sonra yaşı ve sağlık durumu nedeniyle Aralık 2010’da serbest bırakıldı ve Ocak 2015’te öldü.

Milada’nın ailesine yazabildiği birkaç mektubun İngilizceye çevrilmiş hallerine rahatlıkla ulaşılabilir (https://chnm.gmu.edu/wwh/p/230.html). Eşine yazdığı son mektubundan beni etkileyen bir bölümü paylaşmak istiyorum.

“The birds are waking up, it is becoming light. I go with my head held high. One also has to know how to lose. That is no disgrace. An enemy also does not lose honor if he is truthful and honorable. One falls in battle; what is life other than struggle?”

“Kuşlar uyanıyor, hava aydınlanıyor. Başım dik yürüyorum. İnsan kaybetmeyi de bilmeli. Bu bir utanç değil. Bir düşman da dürüst ve onurluysa onurunu kaybetmez. İnsan savaşta düşer; hayat mücadeleden başka nedir ki?”

Evet bizler için hayat mücadeleden başka bir şey olmayabilir. Ancak Hannah Arendt’in söylediği gibi “Ben siyaset ve savaş üzerine çalışmak zorundayım ki çocuklarım felsefe ve matematik üzerine çalışabilsinler” düşüncesiyle mücadele etmiyor muyuz?

Milada’nın darağacında iken kayda geçen son sözleri de çocukların ayrı bir mücadele içine girmemesi, miras olarak kin bırakılmaması için değil miydi: “Bu mücadeleyi kaybettim fakat onurla ayrılıyorum. Bu ülkeyi seviyorum, bu milleti seviyorum, onların refahı için çabalıyorum. Size kin duymadan ayrılıyorum. Size dilerim ki, size dilerim ki…” Milada eminim hukuk güvenliğinin ve demokrasinin sağladığı huzur içinde bilimle, sanatla ilgilenebilecek zamanlar diliyordu.

Milada için 2017 yılında ABD ve Çekya ortak yapımı izlenmesini önerdiğim bir film de yapıldı. Filmi izlerken Milada2nın hayatından, mektuplarından daha kalıcı bir sahne ve söz kazındı zihnime. Milada’nın geçmişte bir dönem birlikte mücadele ettiği bir kadın da tutuklanarak kısa süreliğine Milada’nın hücresine getirilmişti. Arkadaşı şiddet karşıtlığıyla tanınan Milada’nın tutuklanmasını yadırgamış ve sormuştu: “Seni neden tutukladılar?”

Milada’nın zihnime kazınan cevabı: “Çünkü yapabiliyorlar” oldu. Evet, çünkü yapabiliyorlar. Çünkü kendilerini herhangi bir hukuk sistemiyle bağlı görmüyorlar.

Sorumuzu tekrar soralım mı? Ekrem İmamoğlu, İmamoğlu’nun avukatı, CHP’li belediye başkanları, hak arayan gençler, Fatih Altaylı neden tutuklandılar?

Tutuklamalara hukuki neden aramak kadar anlamsız bir gayret olamaz. Tutuklandılar çünkü iktidar yapabiliyor, istediğini tutuklayabiliyor! Ama bundan önce bir sebep daha var. Milada’nın cevabında da saklıydı bu cevap.

DEM Partili belediye başkanlarını neden tutuklamışlardı? Harbiyeli gençleri, kızları neden tutuklamışlardı? Kursiyer askerleri, 15 Temmuz’da 19 günlük asker olan çoban Abdülillah’ı neden tutuklamışlardı? Av. Kemal Uçar neden tutuklanmıştı? Selahattin Demirtaş, Osman Kavala, Can Atalay neden hala tutuklu?

Sayılabilecek ne çok örnek var değil mi? Bu tutuklamalara karşı demokratik haklarını kullanıp tepki göstermeyince hep birlikte bir sonraki tutuklamanın yolu açılmadı mı? Barolar başta olmak üzere meslek örgütleri, sivil toplum kuruluşları ve CHP başta olmak üzere muhalefet partileri hukuka aykırılıklara karşı sorumluluklarını yerine getirme konusunda mahalle ayrımı yaptıkça sırayı kendilerine yaklaştırmadı mı? Sıra kendilerine yaklaştığında veya geldiğinde gösterilen tepkinin etkisi doğal olarak azalmadı mı? Bir de farklı mahallelere karşı “yapabildiği için yapanların” diskuruyla ağız dolusu kin kusarak, falan mahalleden gözaltına aldıklarınıza uyguladığınız muameleyi bize uygulayamazsınız diyerek hukuksuzluğa karşı çıktığını sanarken hukuksuzluğu meşrulaştırınca…

Milada son mektuplarının birinde şunları yazmıştı:

“Don’t feel sorry for me! I lived a beautiful life. I accept my punishment with resignation and submit to it humbly. My conscience is clear and I hope and believe and pray that I shall also pass the test of the highest court, of God.”

“Benim için üzülmeyin! Güzel bir hayat yaşadım. Cezamı boyun eğerek kabul ediyorum ve alçakgönüllülükle boyun eğiyorum. Vicdanım rahat ve umuyor, inanıyor ve dua ediyorum ki en yüksek mahkemenin, Tanrı’nın sınavını da geçeceğim.”

Çekoslovakya’nın savaş sonrası durumu kadar kötü değiliz. Hukukumuz can çekişiyor ama yaşam belirtileri devam ediyor. Hukukta arayıp bulamadığımız nedenlerle “çünkü yapabiliyorlar” gerekçesini yerleştirmemek için yapılması gereken hukuka dört elle sarılarak tüm demokratik hakları kullanmak ve mahalle ayrımı yapmadan hak savunmak olmalı. Öncülüğü de ana muhalefet partisi CHP ve tüm muhalefet partileri ile Barolar başta olmak üzere meslek örgütleri yapmalı.

Bizler bunu hiç değilse en yüksek mahkemenin sınavını vicdan rahatlığıyla geçebilmek için mağdurun kimliğini sormadan yanında yer almalıyız. Bizler, bizim çocuklarımız da “çünkü yapabiliyorlar” demek zorunda kalmasınlar diye, felsefeyle, sanatla, bilimle ilgilenebilsinler diye haksızlığa karşı birlik olmalıyız.

- Advertisment -