Türkiye’nin siyasi tarihinin dönüm noktalarından biri geçtiğimiz hafta yaşandı. Farklı siyasi geleneklerden ve düşünsel çerçevelerden, geçmişte birbirine hasım altı siyasi parti, bir seneyi aşan bir istişare tecrübesinin ardından tek bir lider arkasında bir araya geldi. Bu tarihi anın bir müstesna yanı da, ana muhalefetin cumhuriyetçi geleneği ile taban tabana zıt olduğu kabul edilen Milli Görüş akımının amiral gemisi Saadet Partisi’nin Genel Merkezi’nde gerçekleştirilmesiydi.
Dahası, cumhurbaşkanı adayı, ev sahibi ve masanın yaşça en muteber ismi Temel Karamollaoğlu tarafından açıklanmıştı. Karamollaoğlu bu vazifeyi üstlenirken sadece altılı masanın sözcüsü konumunda değildi. Ayrıca, kendisi iki önemli görevi de ifa ediyordu. Birincisi, aktif siyaset içerisindeki en deneyimli isimlerden biri olan Karamollaoğlu, başkan adayı tercihini tecrübesiyle meşrulaştırmaktaydı. İkincisi, Milli Görüş siyasetinin zirvesi olarak Temel Bey, altılı masa teşebbüsünü mütedeyyin halk kitleleri gözünde bir alternatif haline getirmişti.
Karamollaoğlu’nun muhafazakar kitleler için önemini ilk defa bu yazı dile getiriyor değil. Nitekim, Karamollaoğlu’nun muhafazakar seçmenle masa arasında bir köprü görevi gördüğü çeşitli mecralarda sık sık zikrediliyor. Lakin, bu köprünün bir ters istikameti de mevcut. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben bu noktanın gözden kaçırıldığı kanaatindeyim. Kanaatimce Karamollaoğlu, Türkiye’de İslami hareketlere karşı “alerjik” olan seküler kitleleri de tesiri altına almış gibi görünüyor. 2000’li yıllara kadar büyüklüğü anlaşılmamış kitlevi bir muhafazakar nüfusun varlığını inkar eden veya küçümseyen bir siyasi elitten, tüm farklılıklarıyla aynı memleketin paydaşları olduğumuz bilincini aşılayan ve anayasal bir yurtseverliğe ilk adımları atmamıza vesile olan değişimin mimarlarından birinin Karamollaoğlu olduğunu söylemek mübalağa olmayacaktır.
Bu bağlamda, bilindiği üzere Saadet Partisi’nin muhalefetin ana bloku ile ortaklığı birkaç senedir devam etmekte. Bu süreç içerisinde Karamollaoğlu imajı, Türkiye’deki merkez-sol seçmende kayda değer anlamda değişti. Sürekli Madımak bağlamı içerisinde değerlendirilen, “taşralı ve kör mutaassıp” bir çizginin figürü olarak görülen Karamollaoğlu, bugün belki seküler seçmeni kendisine çekmese de, Milli Görüş Hareketi’nin algılanışını bu kitlelerin gözünde yeni baştan kurguladı.
Seküler kitlelerin gözünde Saadet Partisi ve Milli Görüş kökenli seçmen, yeni bir Türkiye’nin inşasında bir müşterekte buluşabilecek, bazı hassasiyetleri garipsense dahi saygı içinde karşılanacak bir müttefik olarak görülmeye başlandı. Aradaki düşmanlık hisleri önce belli şaşkınlıklarla sarsıldı. Yabancı ve size düşman sandığınız birinin beklenmedik halleri, hayretle karışık bir takdire yol açtı. Sosyal medyada zaman zaman denk geldiğimiz yarı-ironik “Şeriat Dede” övgüleri, bu yumuşamanın ve karşılıklı birbirini tanıma tecrübesinin yansımalarından biri.
Bunda, elbette Karamollaoğlu’nun kendi şahsi teşebbüsü kadar, Saadet Partisi’nin kurumsal dönüşümü de etkili oldu. Geleneksel teşkilatıyla mahallelerin kılcal damarlarına kadar ulaşmasıyla bilinen Milli Görüş, bugün sosyal medya’nın ve görsel iletişim araçlarının en etkili kullanıcılarından. Öyle ki, Saadet Partisi sosyal medya ekibinin tesiri, herkes tarafından takdir görüyor.
Yine de bu rapprochement sürecinin engelleri olmadığını iddia edemeyiz. Son zamanların siyasi diskuru en meşgul eden meseleleri; mesela, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun, “nafaka mağdurları”, LGBTİ+ tartışmaları ve tarikatlar meselesi, bloklar arasındaki gerginliğin tamamen ortadan kalkmasına manidir. Her şeye rağmen karşılıklı anlaşının belli meselelere sirayet ettiğini görmek mümkün. Bugün kentli sekülerler arasında tesettür meselesinde ve dini-muhafazakar kitlelerin hak talepleri konusunda büyük bir ilerleme kat edildiğini inkar edemeyiz. Buna karşılık Saadet Partililer ise geçmişte şüpheyle baktıkları toplumsal gruplar ile bir diyalog zemini kurdu ve kimlik temelli büyük önyargıları aştı.
Bu yeni köprünün bir ayağı da muhakkak seküler merkez-sol blokta temellendi. Cumhuriyet Halk Partisi, tüm bir geçmişin ağır yükünü bir kenara bırakarak bu işbirliği sürecini başlattı ve kendisinin de müsebbibi olduğu ortak acılar tarihiyle yüzleşme kararı verdi. Bunu küçük bir siyasi hesap veya oy kavgası olarak görmek büyük bir adaletsizlik olacaktır.
Cumhuriyet Halk Partisi bu yolda verdiği tavizlerle kendi içindeki belli fraksiyonları da karşısına aldı. Benzer şekilde, Milli Görüş içinde ortaya çıkan alternatif hareketler radikalizmi bir erdem olarak değerlendirirken ve Saadet Partisi’nin geleneksel oy tabanını hedeflerken, Saadet Partisi de demokratik prensiplerden vazgeçmedi. O halde, buradaki ortak iradenin samimiyetinden şüphe duymak için bir neden bulunmamaktadır.
Bu değişimin gelecekteki neticelerinin ne olacağını şimdiden söylemek kolay değil. Doğrusu, iki yüzyıllık Türk Modernleşmesi’nin derin fay hattının kısa bir zaman içinde bir masa etrafında bir anda aşılacağına da inanacak kadar iyimser olamayız. Ancak, bu rotayı takip eden Saadet Partisi’nin uzun vadede Türk siyasetinde daha büyük değişimlere yol açacağını öngörmek mümkün.
Erdoğan Türkiyesi’nin klasik siyasi parti hatlarının 2023 seçimlerinde paramparça olması ihtimali her geçen gün daha da muhtemel görünüyor. Yeni Türkiye’de sağ blokun varlığını sürdürmesinde de bu “Yeni Milli Görüş” ve onun “Demokrasi Mücahidleri” en mühim rollerden birini oynayabilir. Yeni Türkiye’nin inşasında Saadet Partisi’nin rolünü hesaba katmamak, yaşanan siyasi gelişmeleri okumayı imkansız hale getirecektir. Türkiye’nin hem politik sisteminin hem de anayasal kurumlarının radikal bir biçimde değişeceği bu dönemeçte, Saadet Partisi’nin rolünü tüm siyaset yorumcuları hakkıyla tahlil etmelidir.