- Oldu? Hadi bakalım… Anladın sen!
En küstah ifadesiyle suratıma bakıyor. Lafının üzerine laf koydurmayacağını da belirtmiş oldu işte! “Konuşma bitmiştir, daha da anlamıyorsan sana söyleyecek başkaca sözüm yok. Ne halin varsa gör. Beni rahat bırak da!” demeye getiriyor. Sustum ben de. Gözümü korkutmuş olduğundan değil ama… Diyecek lafım kalmadığından.
Ne çok sözüm vardı oysa. Yavaş yavaş tükendiler. Ara ara çıtırdayarak canlanan mum alevi gibiydi kelimelerim. Sesimi titreştirmeyi, hafifçe yükseltip alçaltmayı da severdim. Sözlerimin gözlerindeki yansımalarını seyrederken, kendi sesime de kulak verirdim. Kendimi onun yüzünde seyretmekten nasıl da büyük bir zevk alırdım. Neler mi anlatırdım? Çok şey. Hiçbir şey. Hiçbirini hatırlayamıyorum şimdi. Yüzünün her bir mimiğini, gözbebeklerindeki en küçük bir titreşimi bile hafızamda kayıt altına almışım ama. Unutacak gibi de değilim. Günün birinde, iyice yalnızlaştığımda, hafızamdaki yüzü seslendireceğim. Filmi geri sara sara seyredip, alt yazılarını bir dilden başka bir dile çevirir gibi… Kendi sesimi onun bakışlarından, yüz ifadelerinden dinleyeceğim. Sözümü onda hatırlayacağım.
Günün birinde, iyice yalnızlaştığımda…
- Ne kadar seviyorsun beni? Söyle.
Bu kelimelerle sormamışımdır elbette. Ama bunu demeye getirmişim belli ki!
- Elimden geldiğince.
Böyle söylemişti gözleri bana. Hep dürüstlüğüyle övünmüştür zaten. Yalansız olmak iyi de, dümdüz de olunca… Bir yere kadar! Ama hak görüyordu kendine, öylesine dümdüz bir adam olmayı. Hep çaba gösteren taraf oydu, ne de olsa. Beni sevmeye çaba gerektiğini hissettirmekten kaçınmak şöyle dursun, çabaladığını gözüme gözüme sokup üstünlük taslardı. Yetmiyormuş gibi mağduriyet çıkarırdı durumundan. Hayat bana güzelmiş! Sık sık söylerdi bunu. Her vesileyle… ‘Sevme hali’m hakkında da böyle düşünüyordu eminim. Ben kendiliğimden seviyordum sonuçta. Öylece. Kolayca. Her kullanışlı insanın yapacağı gibi. Nereye koysa dururdum zaten. Şık da dururdum. İşe yarardım. Kullanışlı bir eşya gibi. Sevgim de eşyanın tabiatı gereğiydi sanki. Sorgulanmazdı. Üzerine kafa yorulmazdı. Öylece kabul görürdü.
- Eee? Sen anlat biraz da.
Bakışlarında o ‘ne anlatayım ’ ifadesi… Bıkkın. Birden susmuşum belli ki. Biraz da utanmışım. Gevezeliklerimle onu sıktığımı düşündüğümden… Kaçışan bakışları yeniden anlatmaya başlamam için kışkırtıyor beni. Yeter ki sessizlik daha fazla uzamasın. Sessizlik çıplaklık gibidir. İnsan bir yandan kendi çıplaklığından utanır, bir yandan karşısındakinin çıplaklığından. Gözlerini kaçırmaya çalışsa da, başaramaz. Ne de olsa karşısındakinin de gözlerini kaçırdığından emin olmalıdır. Başka yerlere bakıyor gibi yapmaya çalışır. Kaçışan bakışları göz ucuyla da olsa tetikte kalır.
Bakışları durulup sakinleşiverdi birden. Ben de dayanamamışım o suskunluğa. Çaresiz yeniden başlamışım konuşmaya. Öylesine… Havadan sudan laflar. Seyrelmiş, yoğunluğu azalmış, üzerlerinden ağırlıklarını atmış laflar. İlgilenmiş görünüyor. Gerçekten ilgisini çekmeyi başarmış bile olabilirim sonunda. Arada durup bekliyor beni gözleri. Oyalanıyorum, demek ki. O düşüncelerinde ilerlerken, ben geride kalıyorum. Dura kalka… kesik kesik anlatıyorum. Durdukları yerde dönüp duruyor sözlerim. Tekrara düşüyorum. Sabırsızlanıyor.
Sonunda, kalakalıyorum. Lafımın tam ortalık yerinde… İçime büzüşüyorum. Minik adımlarını kocaman adımlara uydurmak için koşmaktan yorulan, ayak direten, durup kendisini beklemek zorunda kalan ana babasının sabrını taşıran, sonunda olduğu yere çömelip, başını kolları arasına saklayarak pes ettiğini ilan eden o küçük kız gibi, kendi içime sinip saklanmışım. Gülen alaycı bakışlarıyla o küçük kızı hatırlatıyor bana. Gülüşmüştük o sessiz direnişi seyrederken. Olaya şahit olduğumuzu farkeden annesiyle babası, bıyık altı utangaç gülümsemeleriyle gözlerimizi araştırmışlardı. Yanlarından geçip gidiyorken sessizce anlaşmıştık.
- Çok tatlı ama yaa!
- Ya sormayın… Çocuk işte. Biz de biraz fazla zorladık galiba.
Biraz… Yok canım, biraz olur mu? Fazlaca zorlamış beni. O da kabul ediyor. Zorbalığının fark edilip fark edilmediğini, fark edildiyse de ayıplanıp ayıplanmadığını anlamak için, bıyık altı utangaç gülümsemesiyle etraftaki masalarda oturanları hızlıca gözden geçiriyor. Gören eden olmamış neyse. Rahatlıyor.
Onu iç dünyamın derinliklerine çekemeyecek olursam, kaybederim. Sığ sularda yüzmeye alışık değil o. Suyun yüzeyinde kalırsa kayıp gider. Tutamam. Hep buna inandım. İnandırıldım. O gerçek bir aydın. Büyük bir sanatçı. İç dünyası çok zengin. Çok renkli. Çok derin. Herkes dalamaz oraya. Cesaret ister. Biraz nefes almak istediğinde, pek nadir de olsa yüzeye çıkar. Sırf kafa dinlendirmek, oyalanmak için. O kısacık süreleri, çiftleşme dönemlerine denk getirir. Hep kısa süreli ilişkiler yaşamış olması da işte bu yüzdendir. Yüzeye çıktığında bir dişiden bir başka dişiye kayıp gider. İlişkilerinin uzun soluklu olmaması da onun suçu değil ya! Onun gerçek varoluş biçimi derinliklerde. O derinliklerde onunla birlikte uzun süreler soluksuz durmayı göze alacak dişiyi nereden bulsun?
- Ben dururum. Benim yaşam alanım da derinler. Bak! Anlatayım da gör.
Hep bunu fısıldamışım. Hep bunu haykırmışım. Ara ara çıtırdayarak canlanan kelimelerimle. Sesimi hafifçe titreterek, yükseltip alçaltarak. Yeterince derine dalıp dalmadığımı anlamak için gözlerimi gözlerinden ayırmadan anlatmışım iç dünyamı… kendimi. Onaylanıp onaylanmadığımı anlamak için yüzümü onun yüzünün aynasında araştırmışım. Sonunda yorulmuşum, tekrara düşmeye, dura kalka ilerlemeye başlamışım. Biraz durup dinlenmek için çömelip büzüşmüşüm.
Nefessiz kaldığımı, daha fazla dayanamayacağımı anladığım o vazgeçiş anında tek hamlede suyun yüzeyine çıktım. Oradaydı. Ben derinliklerde debelenirken, o hep oradaymış.
- Ne kadar seviyorsun beni? Söyle.
- Elimden geldiğince.
Elinden bu kadarı geliyormuş. Bu kadarı da yetmiyormuş işte bir ilişkiyi sürdürmeye. Hep çabalayan taraf o olmuş zaten. Ne vermişim ki ona? Ne çaba sarfetmişim ki ilişkimiz için? Bitmiş işte. Bunda anlaşılmayacak ne varmış? Onu aramayacakmışım, sormayacakmışım bir daha.
Bu kelimelerle söylememiştir elbette. Ama bunu söylemeye getirmiş belli!
Yalnızca yüz ifadelerini ve… onun yüzünde okuduğum kendi yüz ifadelerimi kaydetmiş zihnim. Sözlerinin hiç birini kaydetmemiş ki!
O son sözleri dışında:
- Oldu? Hadi bakalım… Anladın sen!