Deva Partisi, “Sığınmacı Sorununun Çözümü ve Düzensiz Göçün Önlenmesi Eylem Planı” başlığıyla bir rapor yayınladı. Bu, DEVA Partisi’nin meseleye ilişkin yayınladığı ilk rapor değil. Benzer şekilde parti 2020 Yılında “Göç Politikaları” başlıklı bir rapor yayınlamıştı; genel başkan Ali Babacan da 2019 yılından bu yana konuya ilişkin birçok açıklama yaptı.
2020 yılında yayınlanan rapor ile geçtiğimiz günlerde yayınlanan rapor arasında gerek politika önerileri, gerek tavır gerek de tarz olarak ciddi farklar bulunmakta.
Bu fark o kadar büyük ki, parti 2020 yılında yayınladığı raporda göçmenlerin “yetenek ve mesleki becerileri göz önünde bulundurularak ekonomik hayata sistematik olarak kazandırılması” gibi katılımı arttıran gerçekçi politikalar öne sürüyorken, bugün geri dönüş politikalarından sınır dışı etme politikalarına kadar geniş bir yelpazede önerilmekte olan bir dizi pratiği gündeme getirebiliyor. Benzer şekilde 2019 yılında “Suriyeliler yük değildir” diyen Ali Babacan, bugün gelinen noktada “reel-politik” kaygılardan ötürü statüsü belirsiz bir duruma hapsedilen göçmenlere vatandaşlık verilmesi konusunda çelişkili açıklamalar yapıyor.
Evvela belirtmek gerekir ki gerekli kriterleri sağlayan göçmenlere vatandaşlık verilmesinde yanlış olan hiçbir şey bulunmamaktadır. Göçmenlerin durumunu iyileştirecek ve toplumu histerik bir hırçınlıkla göç meselesi üzerinden mobilize eden milliyetçi şovenizme mahal vermeyecek uygulamalar, bu insanları yollamayı örtük olarak ima etmekle hayata geçirilemez. Muhalefet, gerek farklı kültürel kimlikleri koruyan gerek de toplumsal aidiyet hissi bağlamında dayanışmayı sekteye uğratmayan bir çokkültürlü ulusal modeli ima eden uygulamaları önümüzdeki dönemde tartışmaya açmak için çabalasa iyi eder.
Ulusun sınırlarına ve ulusa kimlerin dahil edilip kimlerin dışarıda bırakılacağına dönük olarak dile getirilen normatif tartışmalardan bağımsız olarak, geçici koruma statüsündekilere vatandaşlık verilemeyeceğini beyan eden yaklaşımlarda hukuki açıdan da ciddi bir araz bulunmaktadır. Bu yaklaşımlar mevzuattaki istisnai vatandaşlık hakkını gözardı ediyor.
Benzer şekilde bu söylemler sadece DEVA Partisi’nde değil, kurumsal muhalefetin diğer aktörlerinde de çarpıcı bir şekilde göze çarpmakta. Demokratik öncülük iddiasındaki siyasi partilerin yapması gereken şey savaştan kaçan ve bunun neticesinde yıllardır ülkemizde yaşayan göçmenlerin vatandaşlık almalarına popülizme kapı aralayan bir dille karşı çıkmak değil, toplumu göç sonrası oluşan kültürel çeşitliliğe hazırlamak olmalıdır. Bununla bağlantılı olarak göçmenlerin geniş toplumla olan etkileşimlerini arttıracak ve ortak bir aidiyet hissinin yaratılmasını esas alacak politikaların kamusal müzakereye de açılması gerekmekte. Erdoğan sonrası dönemin demokratik bağlamı için hayati önemi olan göç meselesiyle milliyetçi dürtülerin salık verdiği şekliyle baş edilemeyeceği ortada. Siyasi partilerin bu bağlamda göçmenleri dolaylı olarak nefret nesnesi haline getirebilecek son derece problemli milliyetçi söylemlere mahal vermemesi, kamusal sorumlulukları arasındadır.
Öte yandan şu da bir gerçek olarak karşımızda duruyor: Avrupa devletleri küresel krizde sorumluluk almayı reddedip göçmenlere duvar örüyor. Göçmenleri nefret nesnesi haline getirmeden mevcut krizin faillerini saptamalı, hesap sormalı ve işbirliğine zorlamalıyız. Aksi takdirde kültürel ırkçılıkla beslenen ve sosyo-ekonomik koşulların yetersizliğe ivmelenen bu popülist hırçınlık olumlu sonuçlar doğurmaz.