Adil ve eşit bir toplumda yaşıyoruz. Kadın olmak, toplumda bir dezavantaj sebebi değil. Sokaklarda dolaşmak kadınların çoğu için güvenli. Diğerleri için de devletin güvenlik kurumları ve yargısı görevde. Kulağınızla duyduklarınız, gözünüzle gördükleriniz doğru değil…
…
İngilizce konuşulan dünyada, karşıdakini manipüle ederek gerçeği, doğru ve yanlışı ve hatta sonunda kendisini sorgulamasını sağlama eylemine “gaslighting” deniyor. Aile ortamında, genelde erkeğin kadına yönelik uyguladığı psikolojik şiddet haliyle ortaya çıkıyor.
Aslında birçok kişinin aşina olduğu bir kavram bu.
“Seni sevdiğim için yapıyorum” derler ya hani…
Ona inanmıyorsak, “Beni sevmiyorsun” der. Arkadaşlıkları, aileyle ilişkileri ve iş fırsatlarını sabote ederler. Hep sizin iyiliğinizi düşündükleri için…
En sık kullanılan yöntem de, karşıdakini aklını kaçırmakla suçlamak! Aldatırlar, şüphelerinizi paylaştığınızda da sizi paranoyak olmakla suçlarlar. “Bunu yapmayacağımı çok iyi biliyorsun.” “Bu tepki sana yakışmıyor.” “Her zaman senin iyiliğini düşündüğümü biliyorsun.”
Siz yavaş yavaş kendi hislerinize güvenmemeye başlarsınız. Kıskançlık krizine girmekle suçlanırsınız. Beraberinde gelen kesintisiz eleştiri ve baskı, sizin ilişkiye noktayı koymanızı engeller.
“Benden daha iyisini bulamayacağını biliyorsun.” “Seni kim sever?”
Yaşadığınız psikolojik ve fiziksel şiddet sizin kafanızda.
“Parayı sürekli çarçur ettiğin için para bende kalacak.”
Siz onsuz bir hiçsiniz. Tepkileriniz “abartılı,” siz “nankör” ve “deli”siniz.
Amaç ne peki?
İlişkinin devamı için bunun gerekli olduğunu düşünürler. Karşıdakinin kişiliğini ezmeleri kendilerini iyi hissetmelerini sağlar. Ve günün sonunda, güç ve kontrol duygusu…
Neden? Çünkü yapabiliyor.
“Gaslighting” bir psikolojik işkence türü olarak tanımlanıyor.
Aslında bu terim, 1944 tarihli ve Türkçeye “Işıklar Sönerken” diye çevrilen “Gaslight” filminden geliyor. Filmde koca, karısına bu tür baskı kurarak onun aklını kaçırdığına inandırmaya çalışıyor. Ancak film eski olsa da kavram çok yeni.
Son 5 yılda da sıkça kullanılmaya başlandı. Oxford University Press 2018’de gaslighting’i yılın en popüler ikinci kelimesi olarak seçti.
Aslında bu, birçoğumuzun yaşadığı işkencenin yeni tanımlandığı anlamına geliyor.
Bilmediğim bir dil olmasına rağmen Almanlar bu tür kavramlara ses olarak gerekli vurguyu yapmasını biliyor.
Zersetsung; yaklaşık olarak parçalama veya ayrıştırma anlamına geliyor.
Doğu Almanya’nın meşhur devlet güvenlik kurumu Stasi, muhaliflerin hapse atılması veya öldürülmesinin uluslararası tepki çekmesi üzerine Zersetsung’u geliştirmiş. Amaç muhaliflerin kendine güvenini ve kendine saygısını içten çürütmek.
Özel ekipler muhaliflerin kişisel hedeflerine ulaşmasını engellemek, sürekli hayal kırıklığı yaşamalarını sağlamak, ilişkilerini sabote etmekle sorumluydu. Muhalif kişiler, operasyonun sonunda psikolojik krize girip rejime muhalefet edecek enerjiyi bulamıyorlar.
Hedeflerden biri olan muhalif yazar Jürgen Fuchs, Zersetzung’u psiko-sosyal bir suç ve insanın ruhuna yapılan bir saldırı olarak tanımlıyor. Doğu ve Batı Almanya’nın birleştiği 1990’a kadar yaklaşık 10 bin kişinin Zersetzung’u maruz kaldığı belgelerle kanıtlandı. Beş bin kadarında kalıcı hasar oluşmuş.
Yaklaşık 140 bin Stasi elemanı ve muhbiri de Zersetzung’un başarılı olması için çalışmış.
Terimin popülerleşmesiyle beraber toplumlar da liderlerinin yaptığı manipülasyonları tanımlamaya başladı. “Political Gaslighting” artık birçok siyasi figürün yaptıklarını yorumlamakta kullanılan bir terim.
ABD’de 2016 başkanlık seçimleri sırasında ve sonrasında Donald Trump’ın söylemleri de bu şekilde yorumlandı.
Karşıdakinin görüş açısını engellemek, kamuoyunda konuşulanları manipüle etmek, gerçekleri tüm gücünüzle inkâr…
Genel olarak kafa karışıklığı yaratmak amaç.
Barack Obama’nın ABD’de doğmadığından suç istatistiklerine, başkanlık yemin törenindeki kalabalıktan, sayısız taciz iddiasına kadar hep aynı taktik.
Kendi yemin törenine katılanların sayısının Obama’nınkine katılanlardan daha fazla olduğu iddiasını fotoğraflar yalanlasa da, dört yıl boyunca bu ısrarını devam ettirdi Trump. Tabii ki sözcüleri de öyle.
Uzmanlara göre Obama’nın yeminini 1,8 milyon insan izledi. Trump’ınkini de 250 bin kişi.
Gerçekler karşısında savunması ise “Benim fikrim öyle” oldu.
ABD’de doğmadığını iddia ettiği Obama ve seçilirse hapse atacağını söylediği Hillary Clinton önünde başkanlık yeminini etti ve sonrasında Obama Amerika’sının maddi ve manevi iflasa yakın olduğundan, sokaklarda kaçak göçmenlerin insan öldürüp uyuşturucu sattığından bahsetti.
Yemin töreninde olan, Trump’ın partisi Cumhuriyetçilerin bir önceki başkanı George W. Bush bile konuşmanın içeriğinin, kibarca çevirmemiz gerekirse, “tuhaf saçmalıklarla” dolu olduğunu söylemişti.
Ancak o tuhaf saçmalıklar, dört yıl boyunca Amerikalıların yaklaşık yarısını ikna edebildi. Amerikan basını da dört yıl boyunca Trump’ın ağzından çıkan tuhaflıkları anlamlandırmaya, mantık çerçevesine oturtup gerçek dünyaya tercüme etmeye çalıştı.
Ve başarısız oldu.
Trump, Beyaz Saray’da bavullarını topladığı güne kadar açıklanamayan bir güçtü.
Uzmanlara göre, zaten “açıklanamamak” ve “kafaları karıştırmak” siyasi bir silah olarak gücün ta kendisi. İnsanların kafası karışınca savunmasız olurlar. Ne yapacaklarını ve nasıl tepki vereceklerini bilemezler.
Sonuçta kimse politikacıların dürüst olmasını beklemiyor. Ancak Trump ve ekibinin kalabalıklar hakkında söyledikleri yalan o kadar bariz ki, hem ortalama Amerikalı hakkında ne düşündüklerini yansıtıyor hem de basına yönelik bir saldırı anlamına geliyor.
Halkın normalde bilgiye ulaştığı kaynaklara olan güveni sıfırladıktan sonra kendi verini halka sunuyorsun. “Alternatif gerçekler” de bu dönemde ortaya çıkan bir kavram.
Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu siyasi, ekonomik ve sosyal krizi de bu açıdan değerlendirebiliriz.
Ekonomi profesörü, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bu hafta çıkıp “Türkiye büyüyen, güçlenen ve zenginleşen bir ülkedir. Yükselen, toparlanan ve dengeye gelen Türkiye ekonomisinde olağanüstü hiçbir şey yoktur” diyebildi.
Sık sık Türkiye’yi kıskanan ülkelerden bahseden ve ekonomi bilimine savaş açan Cumhurbaşkanı Erdoğan, yolundan dönecek gibi görünmüyor. En azından kendi tercihiyle dönmeyecek. Geçenlerde “Türkiye geçtiğimiz 19 yılda demokraside ve kalkınmada çok büyük bir değişim yaşamıştır. Bu değişimin etkilerini insanlarımızın günlük haklarından, ülkemizin uluslararası konumuna kadar her yerde görmek mümkündür” diyen Erdoğan yine de bir ‘ekonomik kurtuluş savaşı’na girildiğini söyledi.
Faiz neden enflasyon sonuç! Sonuç, pula dönen para…
Haftalardır uzmanlar, politikacılar, iktisatçılar, ellerindeki her kuruşu dolara çevirmeye çalışan halk olanları mantık filtresinden geçirip anlamak istiyor. Burada “anlamak” hedeflenenin tam tersi.
Hedef karmaşa…
Anlamlandıramamak. İnsanların başlarına gelen hakkında yorum yapamaması. Manipülasyona inanmamak çözüm değil. İnanmamak anlamayı beraberinde getirmiyor. Sis bulutu değil kalkmak, aralanmıyor.
Karşıdakinin manipülasyonuna teslim olan da kurban. Tepkilerini doğru yorumlayamazsanız kurban iyice kaybolur. Kişi zaten başkasının yarattığı gerçeklikte kaybolmuş…
Kafa karışıklığı aile içinde kişiyi, toplum içinde de tüm halkı savunmasız bir hale getiriyor. Demokrasi de halkın savunmasız kalmasını kaldıracak bir sistem değil.