Kürt meselesinin çözümünde o kadar çok geri adım atılmış durumda ki, sadece hükümet değil parlamenter muhalefet bile konuyu gündemden tümüyle kaldırmış hâlde.
Derin devlet, Genelkurmay ve Ergenekon’la girdiği ittifakın gereklerinden biri olarak, hükümet Kürt halkının varlığını devletin bekasını tehdit eden bir güvenlik sorununa indirgemiş ve ‘askerî/polisiye işler’ dosyasına atmış bulunuyor.
Bir masaya oturarak Türkiye’nin hemen hemen bütün muhaliflerini heyecana garkeden altı muhalefet partisi ise, daha düne kadar Türkiye’nin geleneksel faşist partisinin yarısını oluşturan kişileri içerdiği için, Kürtleri bir güvenlik sorunu olarak bile göremiyor. Ya hiç göremiyor ya da belki ‘dağ Türkü’ olarak görüyordur, bilemiyorum.
Serbestiyet’te geçtiğimiz salı günü yayımlanan “’Yarının Türkiyesi’nde Kürtler” başlıklı yazısında (daha doğrusu, yazının spotunda) Vahap Coşkun, “Muhalefetin ‘Yarının Türkiyesi’ sloganıyla kamuoyuna sunulan ortak metninde Kürtlerin adı yok” diyor. Hatta, diyor, “Kürt meselesine dair bakış” bile yok.
Ve olağanüstü yumuşak bir dille ikaz ediyor: “Cumhur İttifakı hak ve özgürlük perspektifinden uzaklaştıkça, Millet İttifakı’nın asgari demokrasi vaatleri dahi değer kazanıyor; çözüm sürecinde dillendirilse kimsenin dönüp bakmayacağı adımlar, bugünün nefes aldırmayan ortamında anlam kazanıyor,” ama “Muhalefet, Kürtlere güven telkin etmeden ‘Yarının Türkiyesi’ni inşa edemez.”
İşin ilginç tarafı, altı partinin ortak metninde Kürtlerin adının olmaması yeni bir durum değil. Türkiye devleti zaten cumhuriyet tarihinin büyük çoğunluğu boyunca Kürtlerin olmadığını iddia etti. Bu iddiayı kanıtlamaya çalıştı. İddianın doğru olmadığını bildiği için, doğru olmasını sağlamaya, yani Kürtleri Türkleştirmeye çalıştı.
Bu çalışmalar çerçevesinde genç Türkiye Cumhuriyeti önce Diyarbakır’ın bir Türk kenti ve orada konuşulan dilin Türkçe olduğunu kanıtlanmaya çabaladı. Erken dönemde bu çabaların başını çeken Ziya Gökalp, Diyarbakır’daki “adetlerin, abidelerin, kitabelerin ve lisanın Diyarbakır halkının tarihten beri Türk olduğunu gösteren somut emareler” olduğunu, Diyarbakır’ın “lisan, hars [kültür], tarih ve mezhep bakımından” Türk olduğunu anlatır.
Şöyle yazar: “Diyarbekir şehrinde ana lisan Türkçe olmakla beraber, her fert biraz Kürtçe bilir… Lisanî tetkiklerim gösterdi ki Diyarbekir’in Türkçesi… Azeri lehçesinden ibarettir. Diyarbekirlilerin mahdut kelimelerden mürekkep olarak söyledikleri Kürtçeye gelince bu lisanın köylerde konuşulan fasih Kürtçeden farklı olduğunu gördüm… Diyarbekirliler Kürtçenin kaidelerini tamamıyla hafzedip [yok edip] suni bir Kürtçe icat etmişlerdir. Bu Kürtçeye ‘Türk Kürtçesi’ namını vermek gayet doğru olur. Lisaniyat noktayı nazarından gayet mühim olan bu vakıa, Diyarbekirlilerin Türk olduğuna en büyük delildir.”
Diyarbakır’ın Türklüğünü kanıtlamak, özellikle Şeyh Sait ayaklanmasından sonra daha acil ve bilinçli bir politika hâline gelir. Diyarbakır Türk Ocağı’ndan Genel Merkez’e gönderilen 1926 tarihli bir mektupta, “tarihi ve etnoğrafi teşkilatıyla tamamen bir Türk şehri olan Diyarbakır’da yabancı harslardan bakiye kalan tesiratı [yabancı kültürlerden geri kalan etkileri] silmek üzere” çalışıldığı ve orada “Türklüğü idame ettirmek için” Ankara’dan destek beklendiği yazılır.
Bu önemli konuda Mustafa Kemal boş durabilir mi? Hayır, duramaz, 1932’de “Diyarbekirli, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır” der. Bu sözleri aktaran Diyarbekir gazetesinde aynı gün şu cümleleri de içeren bir yazı yayımlanır:
“Ben Türk elinin kahraman bir bucağındanım. Yazık ki oraya Bekir Diyarı diyorlar. Fakat biz diyarımızın ne olduğunu biliriz. Bizim diyarımız Oğuz Türk’ün has konağıdır, biz de bu yüce konağın çocuklarıyız… Türk eli büyüktür ve yer yüzünde yalnız o büyüktür. Her yeri dolduran Türk’tür. Ve her yanı aydınlatan Türk’ün yüzüdür… Dirliğin ne olduğunu anlatan da Türk’tür.”
Birinci Umumi Müfettişlik tarafından 1939’da yayımlanan bir kitap Diyarbakır’ın Türklüğünü şöyle vurgular: “Temeli Türkler tarafından kurulan, en küçük taşından en büyük burcuna kadar soyu sopu Türkoğlu Türk olan Diyarbakır, dün olduğu gibi bugün de doğunun büyük bir kültür merkezi ve Türklüğün kutsal bir yuvasıdır.”
Kürtlerin Türk olduğunu kanıtlamaya çalışmak, bölgedeki Türk nüfusu çoğaltmaya çabalamak, önde gelen Kürt ailelerini Batı’ya sürmek, her tarafta “Türklük aşılayan” yatılı okullar, Türk Ocakları ve Halkevleri/Halkodaları açmak, kızların Türk memur ve askerlerle evlendirilmesini özendirmek, Kürtçe konuşanları ağır cezalara çarptırmak… Ve tabii bölgeyi Umumi Müfettişlikler yoluyla yönetmek…
Bütün bu politikalara maruz kalan bir halkın “Yarının Türkiyesi” metninde adı geçmiyor diye şaşıracağını sanmıyorum. CHP ve İYİ Parti’nin yaptığı, Kürt sorununda yüz yıllık devlet politikalarının aynen sürdürülmesinden ibaret. Ne var ki şaşacak?
[Diyarbakır hakkındaki bütün bilgileri Ercan Çağlayan’ın Cumhuriyet’in Diyarbakır’da Kimlik İnşası (1923-1950) adlı mükemmel kitabından (İletişim Yayınları, 2014) aldım. Herkese tavsiye ederim.]