Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIYalnızlığa karşı ne yapmalı?

Yalnızlığa karşı ne yapmalı?

BBC’nin bir haberi: Amerika’da Hükümet Baş Tabibi Vivek Murthy, ülkenin bir yalnızlık salgını yaşamakta olduğunu ve bu durumun insan sağlığı için günde 15 sigara içmek kadar zararlı olduğunu duyurmuş. Milyonlarca Amerikalının, belki de toplumun yüzde 50 kadar yüksek bir oranının “derin bir yalnızlık duygusu” hissettiğini söylemiş.

Londra metrosunda gördüğüm ilginç bir reklamı birkaç ay önce şöyle anlatmıştım:

“Gelen ilk metroya bindim. Koltuklar trenlerde olduğu gibi arka arkaya değil, vagonun iki yanında yan yana yerleştirilmiştir Londra’da. Oturan yolcular iki taraftan karşılıklı birbirlerine bakar. Arkalarında vagonun pencereleri ve pencerelerin hemen üstünde de ince uzun reklam panoları vardır.

Oturdum, kafamı kaldırdım ve karşımdaki panoda şu reklamı gördüm:

‘Sürekli olarak ve belli bir nedeni olmadan kendinizi üzgün mü hissediyorsunuz?’

Bir psikoloji kliniğinin reklamıydı.

Batı’da uzunca bir zamandır, aslen pandeminin başlangıcından bu yana, insanların zihin sağlığına ne olduğu ve daha neler olacağıyla ilgili yaygın bir kaygı var. Artık kimsenin kuşkusu yok: Bilimsel teknik terimiyle söylersek, insanlar kafayı yemek üzere. Stres ve anksiyete (kaygı, endişe, tasa) zirve yapmış durumda. Konu tartışılıyor, araştırılıyor, akademik çalışmalar yapılıyor, önlemler alınmaya çalışılıyor.

Bunları okuyunca “Niye üzüntü, stres ve anksiyete?” diye kendi kendine soran olmamıştır herhalde. Olmuşsa, o kişinin çok uzak bir gezegende çok uzun bir tatilden yeni döndüğünü tahmin edebiliriz. Zavallıyı ciddi şoklar ve yoğun anksiyete bekliyor.

Kliniğin reklamı kafamda kuluçkaya yattı, döndü dolaştı, ıkındı sıkındı ve şu şiiri doğurdu:

Hüzünlü müsünüz?

Çıkıp uçaktan Heathrow’da

doğru yeraltına indim.

Metroya bindim, oturdum,

yüz yüze geldim bir reklamla:

Bir gözyaşının altında,

“Hüzünlü müsünüz,

nedensiz ve sürekli?

Yardımcı olabiliriz.”

Bir psikoloji kliniği!

Yol boyunca düşündüm:

İlk bindiğimde bu metroya,

18 yokken yaşım daha,

ilgilenmez, güler geçerdim

çıksa bu reklam karşıma.

Niye gülemiyorum şimdi?

Niye cevabım evet?

Şimdi de aynı minval üzre bir haber ilgimi çekti. BBC’nin bir haberi: Amerika’da Hükümet Baş Tabibi Vivek Murthy, ülkenin bir yalnızlık salgını yaşamakta olduğunu ve bu durumun insan sağlığı için günde 15 sigara içmek kadar zararlı olduğunu duyurmuş. Milyonlarca Amerikalının, belki de toplumun yüzde 50 kadar yüksek bir oranının “derin bir yalnızlık duygusu” hissettiğini söylemiş.

Sadece Murthy değil, genel olarak Amerika’nın kamu sağlığı yetkilileri sosyal izolasyonun obezlik veya narkotik bağımlılığı kadar ciddiye alınması için çalışıyormuş.

Amerikalıların verilerine göre yalnızlık “erken ölüm” riskini yüzde 30 oranında arttırıyor. Nasıl? Şeker hastalığı, demans, kalp krizi ve uykusuzluğa yol açarak.

Covid-19 salgınının yalnızlık sorununu yoğunlaştırdığı, pekiştirdiği biliniyor elbet. Pek çok kişi pandemi günlerinde sosyal çevresini daralttı ve kopan ilişkilerin yeniden kurulması, daralan çevrenin tekrar genişlemesi zor oldu, eksik kaldı. Murthy’nin gönderme yaptığı bir araştırmaya göre, Haziran 2019 ile Haziran 2020 arasında kişilerin sosyal ağları ortalama yüzde 16 oranında küçüldü.

Türkiye’de böyle bir konunun resmî makamlar tarafından ciddiye alınabilmesini düşünmek bile biraz komik oluyor, biliyorum. Dolayısıyla yalnızlığımız hakkında bilgi sahibi değiliz (en azından ben değilim). Ama tahmin yürütmek gerekirse, karşıt yönlerde işleyen iki unsur geliyor aklıma.

Birincisi, Türkiye’de aile bağlarının, akrabalık ilişkilerinin Amerika’ya kıyasla çok daha sıkı olması ve bunun bir tür destek mekanizması, iyi kötü bir güvenlik ağı oluşturarak yalnızlığı bir ölçüde hafifletmesi. Evet, aile ilişkileri boğucudur, muhafazakârdır, sıkıcıdır, ama yalnızlığa karşı bir antidot görevi de görür.

İkinci ve karşıt unsur ise köyden kente göç sonucunda çok büyük kitlelerin tüm geleneksel çevrelerini kaybederek kendilerini yabancı ve zorlu bir ortamda yeni bir hayat yaratma gerekliliğiyle karşı karşıya bulması. Evet, köy hayatı boğucu, ezici ve durağandır (Marx “kırsal yaşamın aptallığı” der), ama aynı zamanda yalnızlığa asla izin vermez.

Bu iki unsurdan hangisi ne kadar ağır basar, bilemem. Şunu biliyorum ama: Amerika’da da, Türkiye’de de yalnızlık sorununun, hüzün sorununun temelinde aynı şey var ve bu şey pandemiden çok daha derinde yatar: Kapitalizm.

İnsan ilişkilerini insan ilişkisi olmaktan çıkarıp işçi ile işveren, üretici ile tüketici, borç verenle borç alan arasındaki ilişkilere indirgeyen, insana insan olarak değil potansiyel veya faal artı değer üreticisi olarak bakan, insanî değerlerle değil sadece değişim değeriyle ilgilenen, işbirliğini, dayanışmayı, yardımlaşmayı değil sadece bireyi ve bireylerin rekabetini dayatan bir sistem…

Böylesi bir sistemin çarkları arasında yaşarken yalnızlık ve hüzün hissetmeyenlere helal olsun! Geri kalanlarımız için sistemi külliyen devirmek, değiştirmek dışında çaresi yok yalnızlığın.

- Advertisment -