spot_img

E la nave va

Bir Fellini filmi (1983). Bizde “Ve Gemi Gidiyor” başlığıyla oynadı. Olanca sürrealist absürditesiyle son günlerde bana, Türkiye gemisinin nereye gittiğini düşündürüyor.

[25 Kasım 2023] Net kırk yıl olmuş. Pek kimse hatırlamaz diye, özetlemek istiyorum. Bütün kurgu bir gemide geçiyor. Ünlü opera sanatçısı Edmea Tetua ölmüş. Benzersiz, ilâhî güzellikte bir sesi varmış. Temmuz 1914. Sanatçının dostları lüks yolcu gemisi Gloria N’ye doluşuyor. Napoli limanından yola çıkıyorlar. Ölünün küllerini, doğduğu Erimo adası civarında denize bırakacaklar.

O sırada dünya korkunç bir felâkete sürüklenmekte. 28 Haziran 1914’te Saraybosna Suikasti meydana gelmiş. Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip, Avusturya- Macaristan veliahtı Arşidük Franz Ferdinand’ı (ve karısını) öldürmüş. Büyük bir diplomatik kriz patlak vermiş. Herkes birbirine ültimatom yağdırıyor. Kimse geri adım atmayacak. Önce 28 Temmuz’da Avusturya-Macaristan, Sırbistan’a savaş ilân edecek. Onu, 4 Ağustos’a kadar İngiltere, Fransa ve Almanya izleyecek. Osmanlı devleti Kasım’da katılacak.

Dört küsur yılda 9 milyonu aşkın asker ölecek, 23 milyon yaralanacak. Yanı sıra, 7 milyon kadar sivil de can verecek.

Fellini’nin gemisi, bu gelişmelerle ilişkili amabambaşka bir evren. Daha nice opera sanatçısı, şan öğretmeni, orkestra şefi, aktör, sahne direktörü, başbakan, kont, prenses, grandük. Elitin eliti bir kesim. Sanki dönemin popüler resimli roman dizilerinde yaşıyorlar. Kâh komik kâh saçma olaylar birbirini izliyor. Kıskanç bir soprano (Ildebranda), Tetua’nın unutulmaz sesinin sırrını çözmeye çalışıyor. Bir Rus basso’su sadece sesiyle bir tavuğu hipnotize ediyor. Röntgenci bir İngiliz aristokratı, nemfomanyak karısını dikizlemekten zevk alıyor. Annesinin yanından ayrılmayan kıvırcık saçlı bir delikanlı, tayfaları baştan çıkarma peşinde. Bir başka tip, genç Harzok Dükası. Prusyalı bir şişko. Kör kızkardeşi, başbakan âşıkıyla birlikte, abisini mirastan mahrum bırakmanın yollarını arıyor. Ambardan pis bir koku yükseliyor. Meğer orada bir gergedan varmış da ihmal edilmiş. Yukarı çıkarılıyor, yıkanıyor ve suyu samanı tazelenip tekrar ambara indiriliyor. Üçüncü günün sabahı güvertede bir yığın Sırp kazazede beliriyor. Suikast sonrasında sallarla Adriyatik’i geçip İtalya’ya sığınmaya çalışırken, kaptan onları gemiye almış. Tam bir etnik, kültürel, sınıfsal karışım yaşanıyor. Bu Sırpları terörist sayan Harzok Dükası ve adamlarının somurtkanlığına rağmen, aristokratlar ve köylüler bir fasıl birlikte eğleniyor. Derken ufukta, Avusturya-Macaristan filosunun sancak gemisi beliriyor. Sırp mültecilerin iadesi isteniyor. Kaptan pazarlık yapıyor. Önce, Edmea Tetua’nın külleri Erimo yakınlarına saçılıyor. Ardından, Sırplar bir cankurtaran sandalına dolduruluyor. Avusturyalılara teslim edilecekler. Tam o sırada Sırplardan biri gemiye bir bomba fırlatıyor. Çıkan kargaşalıkta savaş gemisi ateş açıyor. Gloria N batarken bütün o soylular uygun adım sandallara yürüyor. Koridorlarda valizler yüzerken, üzerlerinde kelebekler uçuşuyor. Başından itibaren anlatıcı rolündeki genç İtalyan gazeteci Orlando’yu da, oraya nasıl geldiği belli olmayan gergedanla birlikte cankurtaran filikalarından birinde görüyoruz. Gergedan samanını yiyor. Mutlu. Orlando küreklere asılıyor. Ufukta kayboluyorlar.

*          *          *

Diyelim ki bunların hepsi, Federico Fellini’nin 1914 yılına konumlandırdığı barok fantezileridir; ya bugünkü Türkiye, 2023-2024 yıllarının Türkiyesi, kimin fantezisi o zaman? Biz de kendi absürd evrenimizde yaşamıyor muyuz? Kuşkusuz hiçbir komedi unsuru içermiyor. Çok daha kasvetli. Ama şu olayları bir düşünelim (fazla ayrıntılarına girmeksizin, sırf herkesin bildiği kadarıyla özetleyip sıralayacağım):

(a) 2022’nin son günlerinde, yani 14 Mayıs 2023 seçimlerinden dört buçuk ay önce, Ülkü Ocakları eski genel başkanı Sinan Ateş, evinin önünde öldürülüyor.

(b) Başta Devlet Bahçeli olmak üzere, bütün MHP üst kademesi olayı görmezlikten geliyor. Bir baş sağlığı dahi dilemiyor, üzüldük filân bile demiyorlar. 

(c) Soruşturma sürecinde garip şeyler cereyan ediyor. Bir yığın bağlantı ve himaye ilişkisi ortaya çıkıyor. En azından bazı MHP’li politikacıların, Özel Kuvvet ile, yargıyla, soruşturma yetkilileriyle ve belki cinayetle ilişkisine dair işaretler beliriyor. Katili İstanbul’dan Ankara’ya iki Özel Kuvvet polisinin getirdiği öğreniliyor. Bir milletvekili katili evinde saklıyor. Öğreniliyor. Polis, savcılık adamın kapısına dayanıyor. En azından bir süre direniyor, vermiyor, arattırmıyor. Bazı şüphelilerin ifadesi ya alınmıyor veya kayıplara karışıyor. Hangi savcı görevli, hangisi tuhaf bir şekilde görevden alınıvermiş; bu da bir sis perdesinin ardında kalıyor.

(d) Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sinan Ateş’in ailesini arıyor, peşini bırakmayacağız diyor, güven veriyor. Devlet Bahçeli, güya Kılıçdaroğlu’nun o sıradaki çıkışlarına cevaben, “delikanlılarımı vermem, sıkıysa gel al” kabilinden savaşçı beyanlarda bulunuyor.

(e) Seçimden önce daha fazlası mümkün olmuyor anlaşılan. 14 Mayıs gelip geçiyor. Erdoğan yeni kabinesini kuruyor. Süleyman Soylu dışarda kalıyor. Sıradan bir milletvekili oluyor. İçişleri Bakanlığına Ali Yerlikaya geliyor. Selefinden farklı bir çizgi izlemeye koyuluyor. Cumartesi Anneleri üzerinden, belirli bir demokrasi jestinde bulunuyor. Tasfiye ettiklerinin “Soylu’nun adamları” olduğu yorumu yaygınlık kazanıyor.   

(f) İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar, 2023 Ekim ortasında HSK’ya (Hakimler ve Savcılar Kurulu), yargıda yozlaşmaya, bazı hakim ve savcıların para karşılığı karar aldığına dair bir ihbar mektubu yolluyor. Mektup basına sızıyor. Ortalık sarsılıyor.

(g) Ekim sonunda (yani iki hafta sonra), bu sefer gazeteci Tolga Şardan, MİT’in yargıda yolsuzlukları konu alan bir rapor hazırlayıp Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunduğunu duyuruyor. Konuya yayın yasağı getiriliyor. Tolga Şardan gözaltına alınıyor. Birkaç gün sonra bırakılıyor.

(h) Anayasa Mahkemesi, Can Atalay’ın tutukluluğu konusunda “hak ihlâli” olduğuna hükmediyor. Salıverilme kararına uyulmuyor. Günler geçiyor. Yargıtay, AYM’nin kararını uygulamayı reddediyor (oysa reddedemez). Dahası, bir tür manifesto yayınlayıp, AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunuyor.

(i) Bunun hukukta hiç yeri yok. AK Parti içinden de ciddi tepkiler doğuyor. Bu adımı kim, niçin, nasıl attırdı? Bu metni birisi mi yazıp Yargıtayın önüne koydu? Dikkatler, Cumhurbaşkanı Başdanışmanlarından Mehmet Uçum üzerinde toplanıyor. AKP içinde de bu kanının yaygın olduğu ve kendisinden pek hoşlanılmadığı konuşuluyor. Mehmet Uçum uzunca bir süredir AİHM ve AYM kararlarının bağlayıcı olmadığını savunmasıyla; bu doğrultuda çeşitli gerkçeler bulmaya çalışması ve zorlama yorumlar getirmesiyle tanınıyor.

(j) Kriz ortamında Mehmet Uçum, önce Yargıtayı kutlayan; Batı yanlısı liberal hukuk diye nitelediği mevcut hukuk düşüncesini kötülerken “millî ve yerli yargı”yı öven bir sosyal medya mesajı yayınlıyor. Arkasından bir diğer mesajla, kendisinin Yargıtayla ve Yargıtay metniyle herhangi bir ilişkisi olduğunu reddediyor.

(k) Kriz patlak verdiğinde Özbekistan’da olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk demecinde önce AYM’ye sert çıkıyor. Fakat sonraki açıklamalarında daha yumuşak ve ortalayıcı bir söylemi benimsiyor. Yargıtayın yanında bir “taraf” olmak (öyle gözükmek) istemediğini imâ ediyor. Biz ancak “hakem” rolü oynayabiliriz diyor.

(l) Hepsinin üzerine, Cumhurbaşkanlığı Seçimi tartışması geri geliyor. Erdoğan bu konuda yeni bir demeç verip, 50+1 kuralının değişmesi gerektiği yolundaki görüşünü tekrarlıyor. Devlet Bahçeli derhal bir karşı-demeç veriyor (ancak böyle tarif edilebilir). 50+1 kalmalı diyor.

(m) Mehmet Uçum tekrar sahneye çıkıyor. 22 Kasım’da X’te yazıyor (eski Twitter). Herkese bir rol bahşediyor. AK Parti’yi, Cumhur İttifakı’nı ve Cumhurbaşkanını ayrı ayrı onore ediyor. (m1) AKP tabandır, kitle partisidir. (m2) Cumhur İttifakı millîdir, kurucu bir ittifaktır, Türkiye’nin beka ittifakıdır. (m3) Devam ediyor: Cumhur İttifakı “aynı zamanda başkanlık sisteminin ve demokratik meşruiyet esaslı seçim sisteminin TEMEL NORMunun belirleyici güvencelerinden biridir…” (m4) Ancak bundan sonra sıra,  beş kısa sözcükle “Cumhurbaşkanı Erdoğan da ülke lideridir”e geliyor.

(n) Ben ne anladığımı söyleyeyim. Vurgu, Cumhur İttifakı (yani MHP’yle ittifak) üzerinde. Kendisinin büyük harfle yazdığı TEMEL NORM’dan da kastı, 50+1. Bu konuda geçmişte olduğu gibi bugün de, hep MHP lideriyle aynı fikirde. Görüşünü değiştirmiyor. Evet, Erdoğan lider. Ama liderliği Cumhur İttifakıyla kaim. Cumhur İttifakı da 50+1’le kaim. Bunu hatırlatıyor. Cumhurbaşkanına hatırlatıyor.

(o) Bütün bunların üzerine, Ülkü Ocakları Genel Bşkan Yardımcısı ve kardeşi, Sinan Ateş cinayetinde görevli savcıyı suçlayıp yıldırma girişimleri gerekçesiyle gözaltına alınıyor.

E la nave va. Ve gemi gidiyor. Türkiye gemisi yoluna devam ediyor.

- Advertisment -