Seçimler sonrası siyasi iktidarın kimi politikalarında bir değişim beklenebilir mi?
Örneğin Kavala ve Gezi davasında gerdiği ipleri gevşetebilir mi Erdoğan? Kürt meselesindeki otoriter, güvenlikçi ve keyfi politikalar yumuşayabilir mi? Kayyım atamalarına son verilebilir mi?
Seçim sonuçlarına oranla doğal olarak bu tür sorular, kimi umut ve beklentilerin uzantısı olarak soruluyor.
AK Parti’nin oy kaybının, AK Partili seçmendeki düşük katılım oranı ve iştahının Erdoğan’a bazı sorular sordurduğu muhakkak. Bu sorular ve yanıtları etrafında bir dizi tedbir ve düzenlemenin gelmesi de kaçınılmaz.
Erdoğan dünkü grup konuşmasında, “Milletin sandıkta verdiği mesajları herkesten önce tüm boyutlarıyla objektif olarak bizim değerlendirmemiz gerekiyor. Milletin talepleri ve tenkitleri doğrultusunda kendi bünyemizde gerekli değişimi gerçekleştirecek, daha da güçlenmiş bir şekilde yolumuza devam edeceğiz…” diyordu.
Aynı konuşma da değişimin sınırlarıyla ilgili ipuçları da veriyordu. “Kendi bünyemizde” vurgusu, politikalarda değil, teşkilatta değişikliği ima ediyordu.
Nitekim Erdoğan’ın seçim sonuçlarını, muhalefetin başarısı olarak değil, kendi seçmeninin küskünlüğü etrafında ele aldığı görünüyor. Küskünlüğü de, konuşmasının satır aralarında görüldüğü gibi, iki nedene bağladığı söylenebilir. İlki AK Parti teşkilatında ve siyasi uygulamalarda “enerji” düşüklüğü ve ikincisi, orta-dar gelirlerinin ölümcül sorunu haline gelen enflasyon/hayat pahalılığı…
Tahminim o dur ki, siyasi iktidarın seçim sonrası alacağı tedbirlerin ana çerçevesi bu olacaktır. Bu istikamette en büyük gerginlik disiplinli maliye politikaları ile Erdoğan’ın maaş zamları konusunda popülizan eğilimleri arasında yaşanacaktır
Bunun yanında Cumhur İttifakı, moral üstünlüğün kısmen muhalefete geçmesiyle mücadele edecek, kendisine endeksli hegemonya iklimini korumaya çalışacaktır. Grup konuşmasında, “Bunun yerel seçim olduğunu unutup şımaranlar, farklı heveslere kapılanlar olduğunu görüyoruz. Ülkeyi yöneteceklerini zanneden zavallılar. Birileri kendilerince yerel iktidar, merkezi iktidar diye ikili yapı ihdas etmeye çalışıyor. Hayalden ibarettir bu. Tek iktidar vardır, o da milletin ülkeyi yönetme yetkisi verdiği Cumhurbaşkanı ve kabinesidir. Kabinemiz görevinin başındadır…” sözleri, tam olarak bu gayrete işaret etmektedir. Yazının başındaki sorulara geri dönerek şunu belirtmekte yarar var. Siyasi iktidar, seçim sonuçları, yaşadığı oy kaybı ile uyguladığı otoriter politikalar arasında hiçbir ilişki görmemektedir. AK Partili seçmenin küskünlüğü ve yaşanan oy kaybının, Erdoğan ve çevresine göre, yargı-iktidar ilişkisiyle, örneğin Kavala davasıyla, Kürt politikasıyla, örneğin kayyım stratejisiyle uzaktan yakından ilgisi yoktur.
Cumhurbaşkanının seçimlerden sonra her fırsatta DEM’i bölücü terör faaliyetleri etrafında anmaya devam etmiş; seçim kampanyasının kritik günlerinde Dışişleri ve Savunma Bakanı, MİT ve Genelkurmay Başkanı’yla Irak’ta askeri operasyon öncesi hazırlık ve zemin toplantıları yapılmıştır. Erdoğan’ın 22 Nisan’da yapacağı su-petrol-güvenlik merkezli Bağdat-Erbil ziyareti de stratejik sürekliliğin işaretidir. İktidarın zımni küçük ortağı Bahçeli, Erdoğan’dan bir gün önce yaptığı konuşmada, tespit ve rota tayininde ondan geri kalmıyor, şunları söylüyordu:
– 31 Mart’ta yaklaşık 13 milyon 300 bin vatandaşın sandığa gitmediği anlaşılmaktadır. Milli irade sandığa yansımamıştır.
– Seçimlere tesir eden olgulardan biri de ekonomik sıkıntılar ve emeklilerimizin yaşadığı sorunlardır.
– Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, aksayan yönleri tamir edilerek bütün kurum ve kurallarıyla kalıcı hale getirilmelidir.
– HDP’nin kapatma davası sonuçlanmalı, arkasından sıra DEM’e gelmeli, nitekim bölücü partilerin kapısı kilitlenmelidir…
Sonuç olarak siyaset belli, rota belli, ittifak belli…
Siyasi iktidarın devleti siyasetin yerine koyan, beka ideolojini merkez alan siyasi hikayesi devam ediyor.
İklim değişimi ancak ve ancak muhalefetin siyaset üretmesiyle mümkün görünüyor…