Dünyanın saygın teknik adamlarını kabaca iki kategoriye ayırmak mümkün; varoluş nedenini oyuncularına oynayacak alanlar üretmek üzerine bina edenler ile, bütün zamanlarını rakip analiziyle geçirip, rakibi ısırmak için en uygun an gelene kadar pusuya yatanlar! Başka bir deyimle oynamayı sevip bundan sonuç üreten ile ne pahasına olursa olsun kazanmaya odaklananlar. Birinci kategorideki isimlerin en öne çıkanı Pep Guardiola, İkinci kategorideki isimlerin en tanınmışı Jose Mourinho’dur.
Dünya futbol tarihinin oyun üretim süreçlerine nesnel bir tutumla yaklaşıp adil bir tasnif yaptığımızda, karşımıza çıkan ilk durağın oyunun savunma ve hücum yapılarını kurgulayan harika zihinlerin çıkması boşuna değildir. Çünkü futbol oyununun kurgusal tasarımı, oyunun talep ettiği savunma ve hücum denkleminin merkezi bağlamına yerleşmesi, aklın asla reddedemeyeceği bir gerçekliktir. Bu muğlak ve yoruma açık bir bağlam değildir. Çünkü strateji taktikten farklı olarak, “teklik, biriciklik’’ prensibi üstüne bina edilir, taktik gibi, koşullara, durumlara ve anlara göre “zengin bir çeşitlilik” içermez. Nedenseldir ve “nasıl” sorularına deniz feneri olur.
Bir oyun inşa ederken temel stratejiniz ya hücum odaklı olmak zorunda ya da stratejinizi savunma üstüne inşa etmek zorundasınız. Bunun orta yolu yoktur, orta yol melez ve karaktersiz bir duruşa denk gelir ki burada fikrin kırıntısı bile olmaz. Biraz ondan biraz bundan diyerek bir ”tarhana ”çorbası bile yapılamaz. Çünkü tercihin kendisi stratejiktir ve bütün detayları belirleme özelliğine sahiptir.
İleri sürdüğüm fikrin sivri köşelerinin ya da ifadeyi pürüzlü hale getirebilecek olan anlatı dokusunun taşıdığı risklerin farkındayım. Bu riskleri her platformda tartışmamız mümkün ama yön tayin edilmeden yolun anlamı olmaz. Önemli olan hangi yöne gittiğinizdir, hangi yolu, hangi modern araçlarla ve nasıl katettiğiniz değildir. Şu ünlü deyişte denildiği gibi: ”Saatte 500 kilometreyle yanlış yöne giden bir trenin içinde, ters tarafa doğru koşmanın size bir faydası olmaz.”
Bir teknik direktör olarak, mesleğini bütün ciddiyetiyle yaşayan biri olarak, en temelde, ya savunmacısınız ya da hücumcusunuz. Savunmacı olmanız, hiç hücum düşünmediğiniz anlamına gelmez. Tersine hücumu savunmanın bir imkanı olarak, savunma stratejinizi bir ürün ve ödülü olarak tasarlayıp kurguladığınız anlamına gelir. O nedenle de savunmadan hücuma geçiş sizin için önemli ”yapılanma” hale gelir.
Bu anlayışın dünyadaki en saygın isimleri hala hayatta ve takımlarının başında. Üstelik hiç de küçümsenmeyen başarıların altına da imza atmaya devam ediyor. Söz gelimi; Jose Mourinho, Diego Simeone, Claudio Ranineri ve ismini buraya yazamadığım bir dizi fikir sahibi uygulamacı ve düşünür.
Türkiye’deki ”hücumcu Yanal” algının aksine Ersun Yanal, savunmacı teknik direktörler kategorisine dahil edebileceğimiz bir futbol oyun anlayışına sahiptir. Fatih Terim gibi orta yolcu teknik adamlardan farklı olarak Ersun Yanal, bir fikir ve tercih sahibidir. Baskılamayı seven, oyunda ve takımda dengeden yana olan Yanal, skor üretmeyi bu disiplin içinde anlamlı bulan bir zihniyetin temsilcisidir. Bu amaçla oyuncu gurubunu en yüksek rekabete fiziksel olarak hazırlamak ve basit bir oyun planı ile rakiplerine karşı üstünlük arayışını, ilke olarak benimser.
Hücum stratejisini kendi varlık nedeni olarak gören, dünyanın diğer saygın teknik adamları büyük bir sadakatle kendilerini ”oynanacak alan üretimiyle” görevlendirmiş görünüyorlar. Onlar için önemli olan rakibin oynamak için bırakabileceği boş alanlar değil, aksine rakibe rağmen oynanabilecek alanlar kurgulamaktır. Dominant, egemen ve iktidar inşa eden oyun, bu kategorideki teknik adamların vazgeçilemez arayışıdır. Başını Pep Guardiola, Jürgen Kloop, Arsene Wenger, Marcelo Bielsa’nın çektiği bu ekol, futbol reform ve devrimlerinin, yaratıcı ve çetin öncülüğünü temsil eder durumdadır. Deyim uygunsa bu kategorideki teknik adamlar bir buluşun altına imza atar, diğer kategorideki teknik adamlar ise kendini, bu yeni buluşu etkisiz hale getirmenin çabası içinde bulur. Hikayenin özlü özeti budur aslında.
Futbol oyunu, savunmacı ve hücumcu teknik direktörler arasında geçen bir düello gibidir. Ya topun sizde olmasını arzularsınız ve bunun gereklerini yerine getirirsiniz ya da topun rakipte olma ihtimalinin size sağladığı imkanlara iştahla göz diker ve bu amaca dönük bir oyun inşa edersiniz. İki tutum, iki davranış, iki algı ve uygulama da doğrudur. Çünkü ikisiyle de sonuç almanız mümkündür. Benim öznel tercihim hücumcu ekol ve gelenektir.
Ersun Yanal Amedspor için Mesut Bakkal seçeneğinden sonra olabilecek en iyi, en uygun ve en sonuç verici tercihtir. Amedspor ”eski mistik” hikayesinden çıkmayı başarabilirse, bir biçimde geçmişi geride bırakıp bu günün gerçekleriyle yüzleşmeyi mümkün hale getirebilirse, Ersun Yanal yutacakları en yararlı hap olur. Acı ama iyileştirici.