Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIEsmiyor evet, peki bir ağaç dikmeye ne dersin?

Esmiyor evet, peki bir ağaç dikmeye ne dersin?

Barış kelimesini gün aşırı kullanıp ama tüm çözüm önerilerini küçümseyen, büyük barış için küçük çözümleri toptan reddedip sıradan insanların hayatlarının kayıp gitmesini izleyen siyasi gündemi izlemekle geçti ömrümün bir kısmı. Çevreci aktivistlerin yeşil barış isteme hallerinin de bundan pek farkı yok benim için. Neyse ki, küçük basit adımlarla fosil yakıtları çıkarılırken salınan sera gazını milimize edeceğimizi araştırıp bulan çevreciler var. Araştırma özetle diyor ki; Amerika kıtası ölçeğinde bir alanı ağaçlandırarak, Sanayi Devrimi’nden bu yana berbat ettiğimiz atmosferdeki sera gazının 3/2’sini temizleyebiliriz. Evet bu kadar basit. Ağaçlar en kolay, en maliyetsiz karbon avcısı çünkü.

Diyarbakır’da 45 derece sıcakta yazıyorum bu yazıyı. Günün 11 ile 17 saatleri arasında in-cinin bile top oynayıp terlemek istemediği için cadde ve sokaklarının bomboş olduğu şehirden. Şehrin nispeten ağaçlı yerleri elbette daha nefes alınabilir bir durumda. Bu yüzden insanlar ya ağaçlık alanlara ya da klimalı yerlerde yazlarını geçiriyor diyebiliriz.

Ağacın, Diyarbakır gibi kavurucu sıcaklığa sahip şehri yaşanabilir kılması bir mucize. Ama esas mucizesini hafta içi bu yazıyı yazmak için okuduğum bir haberde öğrendim. Ağacın mucizesine geleceğim ama önce İklim Krizi 101’den müsaadeniz varsa giriş yapmak isterim.

İklim krizi diye tanımladığımız durum; dünyanın, atmosferin tolere edebileceğinden daha fazla ısıya maruz kalıp ısınması. Küresel ısınma dediğimiz bu duruma sebep olan şeylerin toplamına ise, sera gazı diyoruz.

Sera gazının astronomik bir seviyede artmasının sebebi ise; fosil yakıtlarını çıkarırken ortaya çıkan atık gazlar. Yani kömür, doğalgaz, petrol vb gibi oluşumu yüzyıllar süren maddeleri insanlığın kullanımına sunmak için çıkarıp, işleyip, kullanıma hazır hale getirirken karbondioksit, ozon, su buharı ve metan gibi gazları atmosfere salıyoruz. Yani sebep sera gazı, sonuç küresel ısınma.

İklim aktivistleri de çok doğal olarak eylemlerinin çoğunu “sera gazı üreten” sistemlere yönelik yapıyor. Ancak “sebep” diye nitelendirdiğimiz şey sadece bir gazdan ibaret değil. Bu yüzden de “Fosil Yakıtlarını Çıkarmayı Durdurun” pankartları hep havada kaldı.

Ülkelerin çıkarları, ülkeler arası çıkarlar, insanların geçimleri, binlerce insanın işi, geleceği demek sektörün kendisi. Bu yüzden de fosil yakıtlarının çıkarılmasını durdurmayı istemek ütopik ve imkansız.

Kendilerini, savaş başlatıp, savaş bitiren petrol borularına zincirleyen aktivistler,  siyasetçileri, sendikaları, neoliberalizmi, ulus-devlet sistemini suçladılar  ama bu sistem içinde çalışan yüzbinlerce insana, gelir elde eden firmalara, bu sistem üzerine çıkar elde eden devletlere “alternatif” çözüm üretme konusuna değinmediler bile, akılcı çözüm önerilerini küçümsediler. Yanlış anlaşılmasın bundan gelir elde eden firmaları desteklemiyorum, mümkün olana toptan reddiyede bulunarak bir ütopyanın arkasında koşarak dünyayı hep birlikte kaybediyoruz, karşı çıktığım nokta bu.

2016 Mayıs ayından itibaren Break Free From Fossil Fuest (Fosit Yakıtlardan Kurutuluş) hareketi başlatıldı. Ne mi oldu? Galler’de protestocular kömür ocağını rakamla 12, yazıyla on iki saat kapalı tutmayı başardılar. Büyük yürüyüşler yaptılar. Yeni Zelanda’da fosil enerjiye yatırım yapan bankanın üç küçük kasabadaki üç şubesini kapattırdılar. Endonezya’da bir pankartla, bir kömür terminalinin işleyişini bir müddet durdurdular. Birkaç eylem daha var ama hepsi bu.  Aktivizm şehveti olarak yapılanların sonucu; gazı salınımı durmadı, firmalar kapatılmadı ama eylem organizatörleri, Break Free From Fossil Fuest için “fosil yakıtlara karşı dünyada yapılan en büyük sivil itaatsizlik eylemi” dediler.

Barış kelimesini gün aşırı kullanıp ama tüm çözüm önerilerini küçümseyen, büyük barış için küçük çözümleri toptan reddedip sıradan insanların hayatlarının kayıp gitmesini izleyen siyasi gündemi izlemekle geçti ömrümün bir kısmı. Çevreci aktivistlerin yeşil barış isteme hallerinin de bundan pek farkı yok benim için.

Neyse ki, küçük basit adımlarla fosil yakıtları çıkarılırken salınan sera gazını milimize edeceğimizi araştırıp bulan çevreciler var. Araştırmayı link olarak veriyorum, ilgilenenler bakabilir (https://www.sciencedaily.com/releases/2019/07/190704191350.htm)

Türkçesi için

(https://bilimvegelecek.com.tr/index.php/2019/07/10/katletmeyi-tercih-ettigimiz-agaclar-dogayi-iklim-degisikliklerinden-koruyor/

Araştırma özetle diyor ki; Amerika kıtası ölçeğinde bir alanı ağaçlandırarak, Sanayi Devrimi’nden bu yana berbat ettiğimiz atmosferdeki sera gazının 3/2’sini temizleyebiliriz.

Evet bu kadar basit; denemedik bilmiyoruz yanlış da çıkabilir ama denemeye değmez mi? Ağaçlandırarak hem dünyamızdaki kötü değişimi durdurabiliriz hem de önceki hasarları azaltabiliriz. Ağaçlar en kolay, en maliyetsiz karbon avcısı çünkü.

İlkokulda bize ağaçları hakkıyla anlatmadılar. Oysa kendileri, toprağı nemli bırakarak bitkileri suluyor, her ağacın ortalama 7,5 ton suyu temizleme imkanı olduğundan, fosil yakıtı çıkarırken kirlettiğimiz yeraltı suyunu temizliyor, suyu temizlerken yorulup terleyen ağacın teri yağmur bulutunu çağırdığından ağacın olduğu yere yağmur geliyor. Yani ağaçlar yağmur yağdırmak için bulutları tohumlar. Ağaçlar, ortalama yağmur miktarını üç katına çıkarabiliyor. Yaprak ve dallar huni görevi görüp yağan yağmuru gövdeye oradan da toprağa salıyor. Yapraklara değen güneş, fotozentezi tetikliyor ve havaya temiz oksijen veriliyor. Yapraklar ısınırken sıcak ve nemli hava yükselir, yukarıda kuru ve serin havayla karşılaşır böylece ağaçların üzerinde serinletici rüzgarlar oluşuyor. Tek bir ağacın yüzeyi 40 ile 120 dönüme ulaşabiliyor. Bu yüzeyler havadaki tozu alıyor, yani havayı temizliyor.  (Tüm bu bilgiler ve daha fazlası Toby Hemenway’ın Permakültür Bahçeleri Kitabından. Ağacın üstlendiği rolleri okurken şaşıracaksınız. )

Kısacası karbonu emip sera gazını milimize eden ağaçlar aynı zamanda dünyamızın iklimini daha yaşanılabilir kılıyor. Bu kadar basit bir yolla bu denli büyük bir çözüm için beklememiz bizim eksikliğimiz. Var olan ağaçlarımızı kesmemiz bizim basiretsizliğimiz. Fosil yakıtlarını çıkarmayı durdurmak gibi uçuk bir ideale kapılıp bu kadar mümkün bir yolu uygulamamamız bizim tembelliğimiz.

İnsan düşünmüyor değil; Türkiye’de tabelası bol, ekildiği gün fotoğraf çektikten sonra bir daha uğranılmayan, ağacı bakımsızlıktan bodur kalan sadece “Hatıra Ormanlarını” bile tam manasıyla orman yapabilseydik iklime ne büyük katkımız olurmuş.

Hatıra Ormanları da başka bir yazı konusu….

- Advertisment -