spot_img
Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKayısı, zeytin, acı biber, dut, ceviz de depremzede olmasın!

Kayısı, zeytin, acı biber, dut, ceviz de depremzede olmasın!

Fotoğraf İskenderun’dan Otoban girişi. Molozların döküldüğü yerin hemen yanında maydanoz bahçesi var. 6 Şubat’ın vurduğu deprem bölgesi Türkiye’deki tarım arazilerinin yüzde 17’sine tekabül ediyordu. Depremzede olan çiftçiler şimdi de tarlalarına dökülen molozlarla, zeytinlik bahçelerine yapılan konutlarla mağdur oluyor. Artı ürünlerini satarken asbest korkusuyla mücadele edecekler. Depremin yaralarını sararken, insanların bu şehirlerde kalıp, doyması, geçinmesi için Hatay’ın, Kahramanmaraş’ın, Adıyaman’ın, Malatya’nın tarım arazilerini korumak zorundayız.

Geçen yıl, ülkede etkilenmeyen kimsenin kalmadığı bir deprem yaşadık. Türkiye’de hiç kimsenin “Benim bu depremde akrabam, yakınım, tanışım, arkadaşım” yok diyemeyeceği büyük bir felaket. Dile kolay 11 şehir. Türkiye’nin boğazından günlerce bir lokma ekmek geçmedi. Ülke koca bir taziye evine dönüştü. Bu taziye evinde tekrar başsağlığı dilemenin mahcubiyetiyle yazıyorum bu satırları.

Felaketi birebir yaşayan iller aynı zamanda ülkemin gıda deposu, ambarı. Yıllarca hepimiz Maraş’ın salçası ile Hatay’ın salçasını yarıştırdık, bu yarışa Antep’i ekledik. Ülkemin kıymetli cevizi için Maraş’tan bir tanıdık bulmak için eşe dosta sorduk. Adana acısını ile Urfa acısını yanına da Antep acısını tartıştık. Adıyaman’ı dutuyla, pekmeziyle bildik. Ülkenin nemli bölgesinde yaşayanlar bu 11 ilden kurutmalık sebzelerini istetti. Yani bu iller mutfağımızın evimizin tadı tuzu, yemeğimizin salçası baharatıydı.

Deprem bölgesi Türkiye tarım arazilerinin yaklaşık  %17’sine tekabül ediyor. Yani mutfağımızda bu bölgeden muhakkak bir ürün var.

Deprem bölgesinde insanların ana geçim kaynağı da tarımdı. Orayı tekrar ayağa kaldırmanın yolu da tarım.

Bölge küçük aile işletmeleriyle biliniyor. Elbette konvansiyonel tarım yapılan yerler de var, Adana, Şanlıurfa, Gaziantep gibi. Ama  çoğunlukla küçük aile işletmelerinin iş gücüyle tarım sektörü ayakta. Bu bilgi şunun için  çok önemli; enkazlar, kayıplar, sonrasında yaşadıkları tüm zorlukları kopan bağları, tekrar tarımla ancak tamir edebiliriz.

Enkazda mahsur kalan ineğinin başında saatlerce bekleyen teyzemizi hepiniz hatırlıyorsunuz. Evini, barkını, yakın ailesini çok travmatik bir şekilde kaybeden teyzeyi ineği dışında kim tutabilirdi orada?

Bu felaketten sağ çıkanlara iyi bir yıl sunduk mu bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var; o büyük felakete rağmen orada tarım yapmak isteyen, köyünden ayrılmak istemeyen, dükkanını yıkıntılar içinde her sabah büyük motivasyonla açan yüzbinler var. Bu yüzbinler aynı zamanda barınma gibi temel bir ihtiyaçtan yoksun olanlar. Bir yılın sonunda gördük ki, onların barınma ihtiyacını gidermek için, onların tarım arazilerine, yani ekmek teknelerine, yani hayata bağlanma motivasyonlarına moloz döküldü, moloz dökülmeyen alanlara konut yapıldı, bu plansızlık içinde de son derece popülist asbest tartışmalarıyla da emeklerini yerde bıraktık.

Halbuki molozların bırakılacağı alan, konut yapılacak alan seçilirken en önemli kriter tarım alanı olmalıydı. Enkazı ne kadar hızlı kaldırdığımızla beraber enkazların ne kadar az tarım alanını zayi ederek ortadan kaldırıldığıyla övünmeliydik.

Hızlı konut yapma konusunda gerçekten çok başarılı bir devletimiz var. İnsanların bir an önce yuvalarına, evlerine kavuşması için hızlıca planlar, projeler çizildi. Depremi yaşayan bunca insanın düşünmesi gereken elbette başını sokacak bir ev.

Ama bunu yaparken de onların yaşam alanlarında nasıl daha az zarar verebiliriz bunun peşindeyim.

En bilinen kötü örnek Antakya’ya 10 kilometre uzaklıktaki Gülderen ve Dikmece’deki zeytinliklerin çok hızlı kamulaştırılması.

https://emlakkulisi.com.tr/hatay-dikmece-toki-konutlari-icin-zeytinlik-arazilerine-acele-kamulastirma-karari-halk-direniyor/792958

Özellikle Dikmece’de 7500 dönüm zeytinlik yer alıyor ve Derince denilen özel bir cins zeytin yetiştiriliyor. Dikmece ve Gülderen’de yaşayanların tek geçim kaynağı da zeytincilik. Bu köylerde tek katlı evler olduğundan günlük yaşam şehirdeki gibi zorlaşmadı yani bu insanlar hâlâ hem depremzede hem üretici. Üstelik bu üreticiler ailece çalışıyor zeytinliklerde. Zeytinliklerin ellerinden alınması da, tüm ailenin etkilenmesi demek.

Çiftçilik nedir biliyorum, mercimek hasat etmek asla sadece 10 ton mercimek elde etmek değildir. Tarım alanlarına yapılan konut projeleri çok önemli bir ihtiyacı giderebilir, ama tarım alanını yok ederek ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar için bir plan var mıdır esas sorumuz bu olmalı.

Benim yaşadığım şehir olan Diyarbakır’da bu durum çok iyi yönetildi. Tarım arazisi olmayan arazilere konut yapılacağı duyuruldu ve öyle de yapıldı. Hatta buna rağmen arsa spekülatörleri “yakında imara açılacak” vaadiyle birçok tarım arazisini fahiş fiyatlara satışa çıkardı ve bu durum basına konu oldu. Ama 1 yıl geçmesine rağmen deprem konutları sebebiyle imara açılmış bir tarım arazisi yok Diyarbakır’da.

Elbette şehir şehir yazamayacağız. Ama bir yıl sonunda tecrübe ettiğimiz; barınma ihtiyacı için enkazların hızlı kaldırıp bir yandan da konut alanı seçiminde yeterli araştırmanın yapılmadı. Tarım arazilerini tehlikeye atan bir diğer konu da moloz atıklarının bırakıldığı yer.

Fotoğraf İskenderun. Otoban girişi. Dün gönderildi bana. Molozların hemen yanında ise maydanoz bahçesi.

Yine Kahramanmaraş’ta üretici bir hanımefendi kendi köyünden bilgi verdi bize. Karacasu Ferhuş Köyü, oradakiler köy olarak adlandırıyor ama resmiyette mahalle. Şehirden getirilen molozlar köylerine dökülüyor, sonra moloz dökülen yerin bir kısmı temizlenip TOKİ inşaatları başlıyor.

Molozlar mecburen kaldırılacak ve bir yere bırakılacak. Molozların dökülmesi ile ilgili bir sorun yok, yer seçimi ile ilgili ciddi bir problemimiz var. Molozların hiçbir planlamaya dahil olmadan, uzmanların görüşler alınmadan, yer seçiminde sivil toplumu dahil etmeden ve en önemlisi orada yaşayan çiftçiye, üreticinin fikri sorulmadan atılması ikincil bir afeti ayağımıza çağırmamız demektir.

TEMA Vakfı bununla ilgili bir araştırma yaptı. Hatay genelinde aldıkları su ve toprak örneklerinin bir kısmında asbest , zehirli kimyasallar tespit ediliyor, tüm örneklerde ise bakteriyolojik kirlilik tespit ediliyor. Rapor sonuçlarını merak edenler için link

Bu arada son derece profesyonel işler de yapılıyor. Basında çok yer almadı. Mesela Japonya ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Kahramanmaraş ve Hatay’da çevre dostu enkaz dönüştürme tesisleri kurma konusunda anlaştı. Ağustos 2023’de anlaşmaya dair basın açıklaması yapıldı. Japonların tecrübesini hepimiz biliyoruz. Yine onların tecrübesine göre; bina enkazının %90’u geri dönüştürülebilir.

https://www.undp.org/tr/turkiye/press-releases/japonya-turkiyenin-deprem-enkazi-geri-donusturme-tesislerini-finanse-ediyor

Burada tarım arazisini yok etmenin de ötesinde büyük bir sorun var. Hatay’ın, Kahramanmaraş’ın, Adıyaman’ın, Malatya’nın ve diğer illerin üreticilerini ekonomiden çekmektir bu. Zorunlu bir rızayla kendilerini üretmekten vazgeçirmektir. Üretim yerinde asbest var ön kabulüyle hiçbir üretici baş edemez. Kendilerinin dahli olmayan bir sürecin faturasını ödetmektir. Bu insanlar, üretecek arazi bulsalar bile böyle bir etiketle nasıl pazarlama yapacaklar? Hatta üreticilerin  çoğunun çevreye faydası olsa dahi bu konunun gündeme getirilmesini istemiyor. Onları hem arazilerinden ediyoruz hem de dükkanlarına kilit vurduğumuzun farkında mıyız?

Tüketici ile üreticinin artık direk iletişime geçebildiği pazar platformları var. Deprem bölgesinde bir çok kadın üretici, küçük işletmeler bu platformlarda ürünlerini satışa çıkarıyor. Bu üreticileri, üretici ile tüketici arasındaki direk zincirin kaybolmasına kadar gidecek bir aracı sisteme mahkum etmektir bu ya da üretimden el ayak çektirmek.

Türkiye sofrasında acısıyla tatlısıyla ekşisiyle var bu şehirlerimiz. Salçamız, baharatımız, tatlımız, ekşimiz, tadımız tuzumuz onlar. Onlara hiç sormadan yaptığımız planlamanın bedelinin onların ödemesi hiç adil değil.

- Advertisment -