En tazesi ve tabii en perdesizi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den geldi. Bugünkü (7 Şubat) grup toplantısında “felaketi istismar etmeye gayret eden utanmazlar”a haddini bildirdi:
“Normal zamanlardaki gibi, gözünün üzerinde kaşın var bahaneleriyle yapılacak mesnetsiz eleştirilerin sahneleneceği bir zamanda olmadığımız herkesçe bilinmelidir. Depremi fırsat bilen sosyal medya farelerine, provokasyon peşinde koşan vandallara, ajitasyon yapan çıkarcılara, felaketi istismar etmeye gayret eden utanmazlara kesinlikle göz yummayacağız, müsaade etmeyeceğiz, müsamaha göstermeyeceğiz.”
En tazesi dedim ama, ben bu yazıyı bitirmek üzereyken kulak kabarttığım Cumhurbaşkanı Erdoğan beni tekzip etti. Şöyle dedi o da:
“Bu tarihi felaketin üstesinden gelmeye çalışırken, yayılan haberler ve çarpıtmalarla insanımızı birbirine düşürmeye niyetlenenleri yakından takip ediyoruz. Gün onlarla tartışma günü değildir. Günü geldiğinde şu anda tuttuğumuz defteri de açacağız. Savcılarımız, bu tür insanlık dışı yöntemlerle sosyal kaos çıkarmaya tevessül edenleri belirleyip gerekli işlemleri süratle yapıyor.”
Depremin ilk günü, yani dün (6 Şubat) ‘yara sarmak’ için deprem bölgesine giden iktidar mensuplarından hangisi konuşsa, tıpkı Devlet Bahçeli gibi, tıpkı Erdoğan gibi lafı mutlaka halkın hassasiyetleriyle oynayan provokatörlere, manipülatörlere, devlet-millet düşmanlarına getirdi, onlara gözdağı verdi. Görünüşte uyarı “sahte gerçeklikler üreterek halkın moralini bozan sosyal medya fareleri”neydi ama esas rahatsızlığı deprem gerçeklerini dile getiren kanlı canlı gerçek insanların verdiği apaçık. İktidarı, enkaz altında kalmış depremzede kisvesiyle sahte tweet’ler atanlardan çok, yakınları gerçekten enkaz altında olan depremzedelerin “Devlet nerede, AFAD nerede” sorgulamaları rahatsız ediyor.
Bizim devletimiz, babacanlığı işçilerin kendisini eleştirdiği âna kadar kadar süren işadamlarına benziyor. Çalışanlarını ‘baba gibi’ seven o işadamları, o âna kadar ‘baba’sına sadece saygı gösteren işçilerden biri çıkıp da biraz sonra sahte olduğunu anlayacağı ‘baba şefkati’ne güvenerek onu eleştirmeye kalktığında ne oluyorsa, Türkiye’de devlet-yurttaş ilişkisinde de o oluyor.
Provokatörleri yakalayıp cezasını vermek iktidar için çocuk oyuncağı. Fakat iktidar bunu sessizce yapmıyor, önce gürültülü bir ilan geliyor, o hengâmede piyangonun kime çıkacağı kestirilemediği için ortalığı bir korku ve tedirginlik havası kaplıyor, böylece asıl amaç hâsıl olmuş oluyor. Asıl amaç, “provokatörlerle ve dezenformasyonla mücadele” kisvesi altında gerçek eleştirileri bastırmak…
Mesela Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı imzalı şu taptaze (7 Şubat) gelişmeye bakalım:
”’Dezenformasyon Bildirim Servisi’ halkımızın kullanımına açılmıştır. Deprem felaketine ilişkin üretilen ve yayılan şüpheli/yalan olduğunu düşündüğünüz haberleri uygulamamızı telefonunuza indirip bildirebilirsiniz.”
Şimdi bu ‘servis’in kurulmuş olmasından ve bu servise servis verecek “sayın dijital muhbir vatandaş”ların hevesli faaliyetlerinden, sadece bilinçli olarak yalan haber üreteceklerin tedirgin olacağını kim iddia edebilir? Ya da asıl amacın o olduğunu, sadece onları tedirgin etmek olduğunu?
Devlet yetkilileri bu tahammülsüzlükleriyle güçlerini gösterdiklerini düşünüyor. Ne yanılgı. Tam tersine, kendilerini hiç de güçlü ve güvenli hissetmediğini gösteriyor bütün bu afra tafra.
Güçlü bir devletin yetkilileri şöyle konuşurdu: “Karşımızda yakınları enkaz altında kurtarılmayı bekleyen, aç, susuz ve soğukta geceleyen insanlar var; onlar bizi haksız yere eleştirseler de kabulümüzdür. Devletimiz, bu insanların duygularını istismar etmek üzere harekete geçen provokatörleri, dezenformasyon heveslilerini bulup çıkartacak güce sahiptir. Biz demokratik bir devletiz, onları susturmak bahanesiyle samimi eleştiri sahiplerini korkutmak bizim tarzımız olamaz.”
Güçlü devlet böyle konuşur(du).