Bizim kuşağın teçhizatıyla müzik tarihine değinmeye çalıştığım yazı dizisinde radyodan sonra sıra pikap ve teybe geliyor. Farklı imkânlarıyla ikisi de muhteşem icat… Ve kuşağımız ikisinin de evlerdeki devrimine, dünden bugüne evrimine, teyp-kaset imparatorluğunun yok oluşuna bizzat tanık. Pikap ve analog kayıt plaklar bir kısım müziksever için hâlâ “Bit Pazarı”na şükür yağdıran tutku nesnelerinden olsa da, “Her eve lâzım” listesinden çıkıyor.
Oysa o yıllarda ona para ayırabilen için her keseye uygunu yahut kendi başına mobilya statüsünü hak eden Müzik Dolabı’yla, Türkiye’de o dönemin gözdesi Alman Dual’iyle, üzerindeki ya da dıştan hoparlörüyle (dışakabin mi desem) pikabın kolunun geri çekilmesiyle başlayan günler, yeni bir müzikal devrimin “tık” dediği milat.
Öncelikle, radyodaki müzik programlarına bağlılığı olmasa da, bağımlılığı noktalıyor. Hani “Benim oğlum kızım plak dinler, döner döner yine dinler” gibilerinden, sevilen parçayı radyodaki “Dinleyici İstekleri”nin tadımlık insafına bırakmadan defalarca dinleyebiliyorsun. O günlerde “Benim şarkılarım” dediğin plaklar bıkılacak kadar çok, sınırsız da değil zaten.
Devrimlerimiz çoktu o zamanlar
Başlangıçta pikaplarda 45-78-33’lük plak ayarı için bir anahtar olsa da, kısa sürede 78’lik kalkıyor yeni pikaplardan. Pikabın değişik uzunluktaki çoklu çalma milleriyle -plak/pikap sağlığı, keyfi için tavsiye edilmese de- üst üste 10 plağa kadar aralıksız çalabilmesi, amatör, henüz adı konmamış DJ’lik denemeleri için de ideal. Bir plak bitince diğeri “lap” diye düşüyor.
Seçilen şarkıları istediğin zaman-istediğin kadar dinlemenin yanında, istediğin yerde dinleme olanağı da bir başka devrimi getiriyor. (Bizim devrimlerimiz çoktu o zamanlar.) Pikap portatif, pilli, “çanta-kutu” modeliyle müziğin ve özellikle dansın sokağa, pikniğe, arka bahçeye, Erkin Koray’ın “Pencerenin, perdenin arkasından /Bana hiç gülmez misin” diye yakındığı komşu kızının yaşgünü partisine taşınmasını da sağlıyor.
Plağı yutarak alan, sonra her amortisör hoplamasında yaylanarak, atlamadan çalan araba pikabı da, kapıları açıldığı anda dans pistine, mini konser alanına çevirebiliyor her yanı… Oto pikaplar taksilerde, dolmuşlarda yeni bir konfor donanımının, ayrıcalığının yanında yeni bir müzik türünün de nefesi, habercisi. Arabada çalınabilmesi için ortası çıkarılmış 45’likler, onu ev pikabında çalarken plağın üstüne çıtlatılan ya da pikaba takılan aparatlar da “teçhizat”ın vazgeçilmez parçaları.
Yaşayan Türkçe’de “Dansım geldi” yok
Devrimler bitmiyor. Radyoyla müzik türünü, ritmini, keyfinin kâhyalığını mecburen programa/programcıya emanet edenler dans konusunda da biraz çaresiz. Radyodaki müziklerle dans meselesi, 1930’lara doğru İstanbul Radyosu’nda gece 22.00’de başlayan “Orkestra ve Cazband ile Geceyarısına Kadar Dans” kadar olmasa da yine de sınırlı, ötesi sırası-düzeni el âlemin keyfine göre.
O nedenle Yaşayan Türkçemiz henüz “Dansım geldi!” cümlesini kurmaya müsait değil. Dans anca belli saatteki o programda geliyor. Ayrıca tam dans ediyorsun, radyo “Haber Özetleri”ne yahut hızlıdan “slow”a, “slow”dan hızlıya geçmiş. Radyoya tâbi “ağır dans”larda şarkının bitmesi, sarmaş dolaş kızla oğlana da “Git dolaş” diyen toplumsal, kurumsal bir müdahale. Ağır münasebetsizlik…
“Titrek Shake” horonla pistlerde
Radyo programlarına bağlı dans, demin aklıma gelen kapsamlı, sağlam ama hak ettiği değeri bulamayacağını düşündüğüm teorime göre o yıllarda dans meselesini türünden figürüne kadar etkiliyor, değiştiriyor. Buyrunuz o da bir milat.
Radyoda “Yurttan Sesler” kuşağı var mesela, ama canın “Cha cha”, “Twist”, “Titrek Shake” filan yapmak istiyor. Arkadaşların toplanmış, ellerinde markasız gazozlarıyla gözünün içine bakıyor. O zaman o dansları türkülerle, “Yoğurt koydum dolaba ellere vay”la yapacaksın.
Oluyor, düğünde dernekte hepimiz yaptık, hâlâ yapıyoruz. Türkülerimizin mozaiği her dansa uygun zira. Misal “Titrek Shake”, içinde ecnebilik varsa horonun bireyseli, post-moderni. Dansa göre türkü seçmek, olmadı Batılı dansları çalan türküye uydurmak zamâne içgüdüsü.
Türkülerle “Abidik gubidik twist”
Radyodaki akışa, sıraya göre milletin Batılı dansları mecburen türkülerle yapması, o piyasa şartları, Anadolu Pop’u, Rock’ı da intihalen etkiliyor zannımca. Zira miladındaki Pop, Rock türkülerin hepsi oynak… Hepsi “Halk Oyunu”na değil bir anda trend olan “danslar”a davet. Diskolar türkülerle Halk Oyunları dışında her dansı yapan gençlerle dolu. Kıyafetleri, gömlekleri de çiçekli bir dönem ama folklorik kır çiçeği değil “Çiçek Çocuk” deseni.
1960’lardan başlayarak, Alpay’dan Beyaz Kelebekler’e, Mavi Işıklar’dan Haramiler’e, oradan hemen herkese “Kara Tren”ler, “Asmam Çardaktan”lar, “Kundurama Kum Doldu”lar artık türkü değil hızlı dans müziği. Kum dolan kunduranı çıkarıp “Abidik gubidik twist”ini çorapla yapıyorsun. “Pulp Fiction” filminde piste çıkıp çoraplarıyla dans ederek efsane olan Uma Thurman’la John Travolta daha dünkü çocuk.
Dansını, figürünü topluca şey edemediğin bir Anadolu Pop, Rock ritmi yükselirse pikaptan, onun da çaresi var. Mesela “Kara tren gelmez m’ola, düdüğünü çalmaz m’ola”yla “Lokomotif (Çuf Çuf) Dansı”, pistte bireysel hünerlerini sergilemeye çekinen yahut kalabalığa karışıp hazırlan(a)madığı sınavı atlatmaya çalışanlar için de ideal. En öndeki Batılı halay başının, o ortamdaki lokomotifin arkasında sıraya gir, önündeki vagonun belinden-omzundan tut, koştur.
“Aç kapıyı bezirganbaşı” valsi
Bizim nesil “aranje dans”a, cumbadan rumbaya, “Anadolu tivist”e filan çocukluktan yatkın esasında. Lâkin müziğin sokağa taşınabilir, pilli, portatif teçhizatlarına, yere yaydın mı salonu kaplayan plaklara doğuştan, çocukken kavuşan “imtiyazlı zümre” semtimizde pek yaygın değil başlangıçta. Kaymak tabaka; yani 10 kilo sütün 100 gramı…
O yüzden kızlarla dansı hep birlikte söylediğimiz “Aç kapıyı bezirganbaşı /Kapı hakkı ne verirsin” valsiyle, kendi imkânlarımızla öğrenmişiz. Bir nevi “Saray Dansı” aynı zamanda; fistolu elbiseleriyle, sokaklık jüponlarıyla kabaran kızların (¹) elini tutuyorsun, dönüyorsun, eğiliyorsun filan birlikte. Okullardaki el ele bahar, bayram vs. rontları da damarlarımızdaki, içimizdeki asilzâde potansiyelini ortaya koyan ilk fırsatlar. İçimizde, müfredatımızda var…
Bir kült olarak “Çıt çıt Twist”
Barış Manço’nun 1963’de çıkardığı 45’likteki “Çıt çıt çıt çedene de, sar bedeni bedene” türküsünden devşirme “Çıt Çıt Twist” ise teorimin ana dayanağı, diyalektiği. Tabii bu değişim ecnebi dansların da her türlü türküye, şarkıya adaptasyonunu yaygınlaştırıyor, yeni, melez bir türü yaratıyor.
Bıdık Rita Pavone’nin dünyayı sarsan “Il Geghege” şarkısı, nakaratıyla bizdeki “Çeke çeke çekeçek”, artık “Kuyudan su çekme dansı”yla türkülerin, oyun havalarının da Batılı dans figürü. Bebelerin “Tel sarar yavrum tel sarar/Tel bulamazsa ne sarar /Anasının başına dert sarar /Tel saramazsa ne sarar /Vezirin, komşunun oğluna sarar”daki soldan sağa, yukarıdan aşağıya el, bilek, kol hareketleri her dansa uygun. Dikil partinin, diskonun bir köşesine, pistte tuhaf şeyler yapan kalabalığa dudak bükerek, cool cool sar gitsin.
“Fingirdek Siera” yanıltıcı reklâm
Artık kuşağımız hayatın her köşesine yerleşen pikapla, sadece keyfinin sultanı değil dansların da efendisi. İşte müzikal, sosyal tarihimizde “Fingirdek Nesil”e öyle, o sayede, o an geçiliyor. Tarihe böyle kaydedilsin. Yazımın ana fotoğrafında belgesini de dikkatinize sunuyorum.
Gazete ilânlarında aynen vurgulanan “Fingirdek Siera”, taşınabilir, pilli radyo versiyonuyla “Siera’nın fingirdek modeli”, “güzelliği, cana yakınlığı ve cazipliğiyle etrafa neşe saçıyor, elden ele dolaşıyor, hayat daha renkli, daha tatlı oluyor”. Üstelik “tuş tertibatlı” ve “kapanır ilave antenli”.
Lâkin değindiğim gibi o itibarı belli saatlerdeki programlarıyla sınırlı radyo değil pikap hak ediyor aslında. Yani Siera’nın yaptığı bence yanıltıcı reklâm… Bir küçücük kutucuk, içi dolu şarkıcık pikaplar, evlerde, bahçelerde, pikniklerde muşamba albümüne fazlasıyla sığan 45’likler, cürmünce Açıkhava Festivali’ne de yeterli, en görkemli yaşgünü, mezuniyet ya da ev boş olduğunda “Bana her gün festival” partisine de…
Bizim kuşağın teçhizatlarına odaklanarak aktarmaya çalıştığım müzikal tarihinde pikap ve plağa gelecek pazar biraz kültürü, meraklısına, tutkununa has teknolojisi, müzik türleri, hatta “Pikaptan plak dinleyen zat sineması”yla filan değinmeye çalışacağım.
(¹) Sokakta oynayan ütülü çocuklar: O yıllarda çocuğun, ergenin, gencin kendini kisvesiyle stilize etmesi, büyüklerin dünyasından ayırması neredeyse imkânsız. Tüm çocuklar için gösteriş, cazibe “küçük adam-küçük hanımefendi” olmaktan ibaret. Modaları anam-babam usulü… Hepsi genellikle “son ütücü” annenin denetiminden geçerek sokağa salınmış ütülü, aynı kumaştan kesilmiş, yerli malı-yurdum malı çocuklar.
Zaten o günler her şeyden bir “plus” çıktığı dönem. Bir şeyi toptan yani daha ucuza almanın avantajlarından… Evin babasının takım elbisesinin kumaşından, mahallenin terzisi “küçük bey”e de bir yelek, bir de kısa pantolon çıkarıyor mesela. Anne kışlık hırkası, süveteri için toptan yün aldıysa, çocuklara da bir örnek bere… Mutfağın perdelik kumaşından, su küpüne, raflara masaya onunla takım örtüler.
“Bu benim stilim” demen için tesis de yok, o toplumsal bilinç de… Kız-erkek “penye konfeksiyon”, baskılı tişört, bluejean filan henüz yaygınlaşmadığı için sokakta oynarken cazibeyi, kıyafetimizi -şahsımıza has- bireyselleştirmeyi, tarz olmayı nasıl beceriyorduk, doğrusu pek hatırlamıyorum. Ama kumaş pantolonlara, arkası astarlık kumaştan, satenden yeleklere karşı alerjimin o devirlerden geldiğine eminim.
Fanilayla batik tişört devrimi
Eh, yokluk insanı mucit yapıyor. Bir dönem iç çamaşırı kaleminden beyaz fanilalarla “bük-gönlünce bağla-kumaş boyalarına batır” yöntemiyle yapılan rengârenk “batik tişört”lerin kurtarıcı, rahatlatıcı devrimi de bugün gibi aklımda. Aslında bir Halk Devrimi; her yerde, her zümrede o “fanila tişört”ler.
Gömleğin boynunu kuşatan kolalı yahut naylon balenli yakalarından, bazen sallanan, eksik düğmeli zapturaptından kurtulmak, çocuklar, gençler için en işlevsel, en büyük kıyafet devrimi. Büktür, bağla, ister çiçek çocuk ol, ister gökkuşağı, isterse siyahın hâkimiyetine göz kırpan bir-iki renk gölgesi/çizgisiyle Gotik Rockçı.