Filistin meselesi, dünyanın her yerinde, her kesimden insanın meselesi.
Bunu son haftalarda daha da iyi gördük; sadece Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda değil, Londra gibi bir yerde bile, belki de Londra tarihinin en geniş katılımlı eylemlerinden biri yapıldı.
Üstelik dünyanın her yerinde devam eden Filistin’e destek eylemleri, fonlanan değil bilakis kolluk güçlerinden, yaptırım uygulayabilecek güçlere kadar geniş bir kesim tarafından bastırılmak istenen eylemlerdi. Buna rağmen gönüllü katılımlarla günden güne sinen değil aksine artan bir eylem oldu, olmaya devam ediyor.
Türkiye’de de sivil toplum, akademisyenler, siyaset Filistin konusunda oldukça duyarlı, takdir edilesi…
İslam Düşünce Enstitüsü’nün ev sahipliğinde, değerli hocam Necdet Subaşı’nın moderatörlüğündeki panel de bunlardan biriydi.
Panelin konuşmacısı çevirmen, yazar Ayçin Kantoğlu’nun güzel Türkçesi, sakin üslubu, meseleyi ele alışındaki hassasiyet ve samimiyet net şekilde görünüyordu. Büyük de ilgi çekti.
Ama bu ilgideki abartı üzerinde konuşmamız gerek.
Çünkü konuşmanın içeriğinde insanı çarpan doğru noktalar olduğu kadar, bu belagat içinde görünmeyen çok sorunlu noktalar da vardı.
Ayçin Hanım’ı pek tanımadığım için biyografisine baktım, konuşma üslubu ile örtüşen bir profil. Ama şaşırtıcı biçimde Yahudi karşıtlığı içeren bazı iletileri paylaşmasına anlam veremedim. Çünkü Filistin meselesine antisemitist bir ruh haliyle bakmak oldukça sorunlu. Ki en az “senin benim kadar” İsrail karşıtı olan binlerce Yahudi varken, o Yahudiler ABD Senatosu’nu kilitliyor ve yaka paça sürüklenip tutuklanıyorken.
Dönelim konuşmaya…
Konuşmadaki hakikat vurguları kulağa hoş gelen iyi belagat, iyi hitabet olabilir. Ancak hakikat tanımı oldukça problemli.
Çünkü eğer İslam’ı hakikat üzerinden anlatacak kadar güçlü bir müktesebata sahipseniz, İslam’ı, Filisin ve Gazze üzerinden anlatamazsınız. Çünkü iman, bilgi ve hakikat üçlemesi, savaş içerisindeki Filistinliler üzerinden anlatılmaz, İslam hiç anlatılmaz. Hakikatin binlerce tanımı olabilir ancak bunlardan hiçbirisi öldürülmüş bir çocuğun gözleri üzerinden anlatılmaz çünkü bu hakikate değil o çocuğa haksızlıktır ve Hakk yoluna haksızlık ile varılmaz. Dahası ve dahası, Filistinlilerin İslam’ı yaşayıp yaşamadığı bu acının konusu değil, meseleyi izah edebilecek dil değil. Zaten bu din savaşı da değil. İkna olmayanlara, geçtiğimiz günlerde SETA tarafından yayımlanan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu meselenin “Haçlı-Hilal meselesi olmadığına dair” ifadelerine getirdikleri açıklamalara bakmalarını tavsiye ederim.
Batı’nın “bize yaptıklarından” rahatsız olan birinin, kan revan içindeki, gözyaşı ve çaresizlik içindeki bir coğrafyayı “İslam yaşandığını görüyorum” şeklinde ifade etmesine tepkisel yaklaşılması gerekirken, alkışlanmasının da şokunu yaşıyorum. Oryantalizm zaten “Ortadoğu, İslam coğrafyaları ‘bataklık’, siz savaştan, yokluktan başka bir şey değilsiniz” diyen bir anlayış değil mi? Şimdi biz de mi Batı eleştirisi içinde bu oryantalist Müslüman, İslam coğrafyası tarifini sindireceğiz? Filistin’de yaşanan İslam değil, zulüm! Ve insanların bir saniye içerisinde gözleri önünde tüm ailesini kaybettiği gerçeği karşısında söylenecek çok söz olabilir ama bunlardan hiçbirisi “İslam hakikati burada işte” değildir. Dersek bu da bir zulüm olur.
Konuşmanın ilerleyen kısımlarında, konu Filistin iken konu birden nasıl Türkiye’ye geldi, onu da anlayamadım. Evet, Türkiye için Filistin çok önemli ancak anlatılması gereken Filistin, “bizim” kudretimiz değil, niye her meseleyi kendimize çeviriyoruz, eğer o mesele Filistin ise?
Nereden ve niye vardık 100 yıl önceki Kurtuluş Savaşı’mıza? Hani Filistin’i konuşuyorduk… Ha orası Osmanlı yönetiminde özgürdü, Osmanlı’dan sonra böyle oldu. Filistin meselesinin öznesinin bu olduğuna emin misiniz? Burada kitlenin milliyetçi duygularına hitap etmek, üzgünüm ama Filistin meselesini araçsallaştırmaktır ve en nazik ifadeyle çok çok ayıptır.
Hem mesele birden “dışı Türk, içi İsrail’e” nasıl geldi, onu da anlamadım? Bu milliyetçi motivasyonların Filistin’e faydası ne? İsrail de yaptıklarının bir kısmını milliyetçi motivasyonlarla yapmadı mı, hani bunun zararını anlatacaktık?
Batı, Batı diye kesip biçerken bu katliama karşı her hafta sokaklara çıkan Batılı insanlar, seslerini yükselten Batılı liderler, siyasetçiler, aydınlar hiç mi aklınıza gelmiyor, bir durup biz bunu şimdi neden yapıyoruz diye sormuyorsunuz da işi kütüphane yakmaya kadar getiriyorsunuz?
Ayçin Hanım, meseleyi içeride anlatamadığından da şikayetçi, haklı, doğru söylüyor. Ancak meseleyi bu şekilde anlatırsak, anlatamamış olmakta bizim de payımız olmaz mı?
Filistin meselesi konusunda en hassas kişi, en doğru adres değilim ama varsa bir hassasiyetim bunun da bu mesele üzerinden hamaset yapılmasını da kapsıyor olduğunu belirtmek isterim.
Bu kadar övülen bir konuşmadaki problemlerden rahatsızlık duymak ve bunu sert biçimde dile getirmek (evet, daha düzgün ifade edebilirdim) bu içerikten daha fazla problemli olmasa gerek, ne dersiniz?
Üzgünüm, muazzam bir hitabet, duyarlı bir insan görünce bu abartıyı doğru bulmuyorum. Konuşması gereken ve konuşulması gereken Filistin iken birilerinin araya girmesine tahammül edemiyorum, bu da benim boykotum.
Ve aslında mesele Ayçin Hanım da değil, kitle ve o kitlenin sorunlu davranış biçimleri.
Bu büyük teveccühün bugüne kadar, konuyla ilgili en sahih bilgileri, en doğru yaklaşımı getiren kişilerden, kadınlardan -o kişilerden biri değilim – esirgenip, magazinsel biçimde söyleyecek olursam, bu fikirler “seküler, sarışın” bir kadın tarafından söylendiğinde kopan alkış yağmuruna ise şaşırmadım.
Çünkü hep böyleydi, ama bir kez daha dindar, muhafazakar, Müslüman… ne derseniz deyin, ülkedeki mütedeyyin kesimin halen seküler kesimler karşısında kendilerini ikinci sınıf hissetmesinin bir göstergesi olarak bu durum elimi kolumu büktü.
Ve bu ne benim başörtülü bir kadın olmamla ne de Ayçin Hocam’ın başörtüsüz olmasıyla değil, doğrudan kitlelerin, uzun süre düzelmeyecek bakış açısıyla ilgili. Ve Filistin hiç şüphesiz bir gün hür olacak ama aynı umudu bu kitle için artık taşımıyorum, aynı kitlenin içinde olan, kendisini o kitleden ayrı görmeyen biri olarak bundan yana da kahroluyorum.
Bir noktadan sonra Filistin diye başlanan yolda varılan yer Kudüs değil, maalesef Filistin endüstrisi olabiliyor. Ve bu noktada Ayçin Hanım’a bir kez daha hak veriyor ve sözlerini büyük bir beğeni ile paylaşmak istiyorum; “Gazze dışında hepimiz işgal edilmiş durumdayız… Bu savaş, insan haysiyetinin yeryüzünü aştığı bir savaştır. Çünkü haysiyetin yeryüzünde ineceği bir yer kalmadı.”