Kürt hareketinin siyasi partileri 1991’den bu yana Türkiye’nin siyasi hayatında ve dengelerinde, belli bir ağırlıkla yer alırlar. İlk partileri HEP’ti. Bu siyasi parti SHP ile ittifak yaparak parlamentoya girdi. Daha sonra bugüne kadar uzanan zaman diliminde birbirini takip eden 11 siyasi partileri oldu. 1995 seçimlerden itibaren 20 yıl boyunca bu siyasi partiler çerçevesinde genel seçimlere bağımsız adaylarla takıldılar. Yüzde 5 ila 6 arasında bir oy oranına sahip oldular.
2014-2015 Genel Seçimleri Kürt siyaseti bakımından iki unsurlu bir kırılma noktası oluşturdu.
İlki, bölge siyasetinden Türkiye siyasetine geçmeleri oldu. Önce, 2014’te, HDP cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir aday gösterdi. Ardından 2015’te genel seçimlere Türkiye genelinde siyasi parti olarak katıldı. İkinci kırılma Kürt partilerinin oy oranı bakımından yaşandı. HDP’nin cumhurbaşkanı adayı Demirtaş 2014’te yüzde 9,7 oy alarak, Kürt partilerinin 5-6 barajını geçti. Bunu, siyasi partilerin aldığı benzer oy oranları takip etti. HDP, 2015 Haziran seçimlerinde yüzde 13, Kasım seçimlerinde yaklaşım yüzde 11, 2018 seçimlerinde ise yaklaşık yüzde 12 oy aldı.
Bu kırılmalar kendiliğinden yaşanmadı. 2005-2015 arası çatışmaların artması, toplumda güvenlik politikalarına kimi tepkiler, siyaset ve çözüm beklentisinin yükselmesi, iktidarın 2005’ten itibaren bu soruna yönelik siyasi çözüm arayışları, girmesi, 2009 Oslo, 2013-15 “Çözüm Süreci” bu yaşananlarda etkili oldu. Beklentiler ve hamleler tek taraflı değildi. Kürt siyasetinde 2013-2015 “Çözüm Süreci” döneminde öne çıkan, birlikte yaşamayı ve barış siyasetini temsil eden Türkiyelileşme söylemi de bunun mümkün kılan unsurlardan birisiydi. HDP’de bu söyleme dayalı politikanın zirvesi Sancar-Buldan döneminde yaşandı. HDP, Türkiye siyasetinin, Türkiye muhalefetinin parçası ve oyun kurucusu olmak, Kürt sorunun çözümü için önce ülkede demokratik zemini oluşturmak, diyalogu zorlamak siyaseti izledi. Altılı Masa kendisine yakın davranmamasına rağmen Cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday çıkarmadı, Kılıçdaroğlu’nu destekledi. Dahası, belki en önemlisi, Kürt sorununun temsilinde, muhataplık meselesinde yasal siyasi partiyi öne çıkararak, siyasi alanı genişletme arayışına girişmesiydi.
Bu dönemin bir diğer özelliği, Kürt sorununa verilen genel anlamda yatıyordu. Bu sorun ülkenin demokratik ilerlemesi veya gerilemesiyle iç içe ele alınıyordu. Siyasi yollar ve çözümün Türkiye’nin demokratikleşmenin, aksi durumun otoriterleşmesinin taşıyıcısı olacağı fikri geniş cevrede kabul görüyordu. Bu çerçevede, Kürt meselesine, Kürt hareketine verilen siyasi anlamın özgül ağırlığı önemliydi.
Ne var ki, 2023 seçimleri HDP bakımından hüsranla bitti. Kürt oyları Kılıçdaroğlu’na seçim kazandırmaya yetmedi. HDP, YSP adıyla katıldığı seçimlerde, ilk kez yüzde 10 oy barajının altına indi ve yüzde 8,82 oy aldı. Dahası Güney Doğu Anadolu bölgesinde katılım düştü.
Bu durumun ciddi sonuçları oldu.
Bu bakımdan iki gözlemimin altını çizmek isterim.
İktidarın, HDP-DEM’i gayri-meşru ilan eden tutumu yanında, muhalefetin bu partiyi yanına yaklaştırmaması, Türkiye ve seçmen genelinde Kürt siyasetinin dışlanabileceği bir muhalefet ve siyaset arenası ihtimalini akıllara soktu. Kürt sorunuyla iç içe kabul edilen Türkiye’nin demokratikleşmesi, seçim kampanyası ve seçim sonuçlarıyla bu algıdan nispeten uzaklaştı. Kürt meselesinin ve Kürt siyasi partisinin siyasi tutumlar ve beklentiler üzerindeki ağırlığı azalmaya yüz tuttu.
2.Buna paralel biçimde DEM’te Kürdi bir eğilim öne çıkmaya başladı. DEP, kendi beklentileri (örneğin kayyumlar meselesi) ve varlığı doğrultusunda faydacı, müzakereci siyaset izleyeceğine dair ipuçları vermeye başladı. Adı açık bir biçimde konmasa da Türkiye’lilik ve ilkesel siyaset buna dayalı ittifak eğilimin güç kaybetmeye başladı. Bu, bazı çevrelerde iddia edildiği bağımsız bir güç politikası anlamının çok ötesine bir durumdur. Partide birbirinden bağımsız güç odaklarının varlığı, örneğin Demirtaş’ın eşinin çıkışları, DEM-Cumhur arası temas ve Kandil bağlantılarının arttan etkisi iddiaları bu muhtemel gelişmeyi destekleyen hususlar.
Bunlara oranla sorulması gereken sorular şunlardır:
2015’te açılan sayfa kapanıyor mu? Eğer öyleyse bunun siyasi ve demokratik bedeli ne olabilir? Kürt hareketinin stratejisini bu çerçevede nasıl okumak gerekir? İktidar ile DEP arasında bir pazarlık mümkün müdür?
Zaman gösterecek…