Hukukçu değilim. Olmadığım gibi, amatörce bir ilgim bile yok. Ama hukuka hukukî değil, siyasî bir gözle baktığım için, anlamının ne olduğunu bildiğimi sanıyorum.
En temel anlamda, hukuk önemli değildir. Toplum, yasalar değiştirilerek değiştirilmez. Değişmeye yüz tutan bir toplumun değişmesini yasalar engelleyemez.
Toplumsal gelişmeler hukukun ve yasaların çizdiği sınırlar içinde gerçekleşmez. Tam tersine, hukuk ve yasalar toplumsal gelişmeleri izleyerek değişir. Hukuk topluma ayak uydurur, toplum hukuka değil. Büyük, kitlesel hareketler hukukla hiç ilgilenmez, yasaların ne dediği umurlarında bile olmaz.
Zülfiyâra dokunmayayım, Türkiye’den değil başka yerden örnek vereyim. Mısır’da 2011’de Tahrir Meydanı’nda toplanmak yasaktı. Gösteri yapmak yasaktı. Grev yapmak yasaktı. Mübarek hakkında ileri geri konuşmak yasaktı. Hemen hemen her şey yasaktı. Kime ne? Ne fark etti? “Ah pardon, buraya gelip Mübarek’in kuklasını elektrik direğinden sallandırmak çok yasadışı bir şey oldu; ay ben hemen eve döneyim” diyen oldu mu?
Hayır. Her yerde her zaman olanlar oldu. Mevcut yasalar toplumdaki güçler dengesini yansıtıyordu. Denge değişince, anayasa ve yasalar anlamsız hâle geldi.
Batı’dan da bir örnek vereyim. İngiltere’de 1971’de yeni bir sendika yasasına karşı sendikalar bir dizi grev yapar. Beş dok işçisi gözaltına alınır, cezaevine tıkılır. Mahkeme sürerken, binlerce dok işçisi cezaevini sarar, arka arkaya çeşitli sendikalar grev kararı almaya başlar. Beş işçinin ağır ceza yiyeceğine kesin gözüyle bakılmaktayken, Kraliyet Başsavcısı 19. yüzyıldan kalma, kimsenin o güne kadar duymadığı bir yasaya dayanarak davaya müdahale eder ve işçiler beraat ettirilip serbest bırakılır. Hükümetin geçirmek istediği yeni sendika yasası sessizce rafa kaldırılır.
Uzun lafın kısası, hukuk değil, hukukun nasıl geliştiğini belirleyen gerçek güçlerdir belirleyici olan. “En temel anlamda, hukuk önemli değildir” dememin nedeni bu. Ama en temel olmayan bir anlamda da önemsiz değildir hukuk.
Evet, hukuk egemen sınıfın egemenliğini koruyan düzenlemelerden ibarettir. Ama hukuk diye bir çerçevenin olması, egemenlerin toplumu canları çektiği gibi değil, bir çerçeveye uyarak yönetmek zorunda olması, yönetilenlerin yüzyıllarca verdiği mücadelelerle kazanılmıştır. Ve bu kazanımları savunmak gerekir.
“Bunların hepsinin talimatlarını da verdik”
Hukuktan söz etmemin nedeni, tahmin etmişsinizdir, Ekrem İmamoğlu’yla ilgili hukuksuzluk.
Bu hukuksuzluğun Altılı Masa’ya, cumhurbaşkanı adaylığı meselesine filan etkileri pek ilgilendirmiyor beni. Hukuksuzluğun kendisi ilgilendiriyor.
İmamoğlu’na yapılan hukuksuzluk hayal meyal hatırladığım bir başka hukuksuzluğu getirdi aklıma. İnternette aradım, buldum.
T24’ün 19 Ocak 2020 tarihli haberine göre, Korgeneral Metin İyidil 15 Temmuz darbesinin ardından yargılanmış, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yemiş. İstinaf başvurusu sonucunda beraat etmiş, serbest bırakılmış. Hemen ardından tekrar tutuklanmış.
“FETÖ yargılamalarında aynı sanığa bir mahkeme ömür boyu hapis verirken başka bir mahkemenin beraat vermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusunu Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle cevaplamış:
“Yargı camiamız için gerçekten çok çok üzücü bir adım olmuştur. İlginç olan şey şu: Tabii bunların hepsinin talimatlarını da verdik, yani kararı veren kişi veya kişilerin de FETÖ’cü olması bu işin nerelere vardığını gösteriyor. Bunun arkasında daha ne gibi oyunlar olabileceğini de çok açık ve net gösteriyor. Düşünün, müebbet hapse mahkûm olmuş bir kişi, kalkıp hemen beraat ettirme veyahut da tahliyesini verme gibi bir yola bir mahkeme nasıl gidebiliyor?”
Şimdi, ben bu korgeneralin FETÖ’cü mü, Ergenekoncu mu, başka bir şey mi olduğunu bilemem; hiç fikrim yok. General olduğuna göre, iyi bir adam değildir herhalde, ama yasal açıdan suçlu olup olmadığını bilmiyorum. Bilmem de gerekmiyor zaten.
Başta dedim ya, hukukçu değilim, Anayasa’dan filan da anlamam. Ama okuduğuma göre, Anayasa’nın 138. maddesi şöyleymiş: “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”
Cumhurbaşkanı’nın yukarıda alıntıladığım sözleri, ayıptır söylemesi, birazcık “tavsiye ve telkin” gibi geliyor bana. Hatta bu sözler “yargı camiamızı” fırçalamak şeklinde bile yorumlanabilir belki.
Diyelim ki bu, benim hukuktan anlamıyor olmamdan kaynaklanan hatalı bir yorum. Peki, Cumhurbaşkanı’nın “Tabii bunların hepsinin talimatlarını da verdik” sözlerini nasıl anlamak gerekir? Acemiliğimden olabilir, ama “talimat verdim” diyor gibime geldi.
Belki de Anayasa’yı yanlış yorumluyorum, “Talimat veremez” ifadesinin karmaşık ve muğlak dilini yanlış anlıyorum. Fazla düz bir mantık mı kullanıyorum acaba? Hukuk dilinde “Talimat veremez” sözleri, “İsterse verebilir, ne var ki bunda?” şeklinde mi okunmalıdır?
Hukuk gibi anlamadığım konularda ahkâm kesmeyi bırakıp bir ricayla bitirmek istiyorum.
Hayatımda sadece bir kez CHP’ye oy verdim. Tekrarlattırılan İstanbul belediye başkanı seçiminde “Bu kadarına da çüş artık, bu hukuksuzluğa izin vermemek gerek” deyip İmamoğlu’na oy vermek zorunda kaldım. Normal koşullarda böyle bir adama oy değil selam bile vereceğim kuşkuludur.
Tüm yargı mensup ve kurumlarından rica ediyorum: Adamı mağdur duruma düşürüyorsunuz, yukarıdan talimat alıp hukuku yok sayıyorsunuz, ikinci kez CHP’ye oy vermek zorunda bırakacaksınız beni. Yapmayın, Allah rızası için!