Ümit Özdağ’ın Mansur Yavaş’ı Zafer Partisi’nin cumhurbaşkanı adayı olarak ilan etmesi üç şekilde açıklanabilir: a) Basitçe, pragmatik bir hamle üzerinden kendisinin ve partisinin adını gündeme sokmak, görünür olmak, b) Şimdilik nedenini bilemeyeceğimiz nedenlerle Mansur Yavaş’ın adaylık şansını dinamitlemek, c) Tedavisi imkânsız bir şuursuzluk içinde ne yaptığını bilememek.
Ben, Özdağ’ın çıkışının a ve b şıklarının bileşiminin bir sonucu olduğunu düşünüyorum, tabii asıl motif ‘b’ olmak kaydıyla… Yani: Özdağ muhtemelen birilerinin adına hareket ederek Yavaş’ın “işini bitirmek” için böyle bir formül bulmuş, formülün yan hasatı olarak da partisinin ve kendisinin adını gündeme sokmuştur.
Özdağ’ın Mansur Yavaş ‘tercihinde’ temel motifin onun adaylığını dinamitlemek olduğunu bilmem izaha gerek var mı (tekrar ediyorum, meğerki bunu bilinçle değil de şuursuzluğundan yapmış olsun). Şu soruyu sormak yeterli olur diye düşünüyorum? Bu çıkıştan sonra Altılı Masanın Mansur Yavaş’ı aday gösterme ihtimali var mıdır?
Biliyoruz ki Yavaş’ı aday gösteren kişi, Altılı Masada hiç ama hiç sevilmemektedir, neredeyse masadakilerin her biriyle kişisel sorunlar yaşamıştır. Yine de diyelim ki Altılı Masa onu aday gösterdi… Muhtemel bir ikinci turu HDP oyları belirleyecek, Yavaş’ın bu partinin tabanına sempatik görünmediğini biliyoruz, şimdi bir de Ümit Özdağ tarafından aday gösterilmiş olma yükü bindi omuzlarına; HDP’liler böyle bir Mansur Yavaş’a oy verir mi?
Mansur Yavaş hadisesiyle birlikte düşünüldüğünde, Millet İttifakı’nın adayının eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç olacağı iddiası da anlamlı görünüyor. Sanki bir el, Erdoğan’ın, karşısında aday olarak görmek istemeyeceği kişileri saha dışına atmak için harekete geçmiş gibi. (Sorabilirsiniz: “Mansur Yavaş’ı anladık da aday olduğu takdirde Haşim Kılıç’ın Erdoğan karşısında güçlü bir aday olacağını nereden çıkartıyorsunuz?” Bu yerinde soru karşısında biraz gerileyip düzeltiyorum: Mansur Yavaş hadisesiyle birlikte düşündüğümüzde, Haşim Kılıç adının ortaya atılması, Erdoğan ve çevresinin tıpkı Yavaş gibi onu da karşısında görmek istemediğini gösteriyor olabilir.)
Mansur Yavaş ve Altılı Masanın kesişim kümesi: Siyasetsizlik
Yavaş’ın adının ortaya atılmasından sonra, onun anketlerde neden hep birinci sırada çıktığına dair yorumlar da yapılmaya başladı. Bu yorumların en dikkate değer olanı, ki ben de katılıyorum bu yoruma, şu:
Yavaş Türkiye’nin gündemindeki siyasi tartışmaların hiçbiri hakkında görüş belirtmiyor. Dış politika, ekonomi, Kürt meselesi, eğitim, yargı, medya, hatta temel insan hakları… Bu ‘nötr’ tutum, bu sükût hali onun adının ‘steril’ kalmasını sağlıyor, bu konularda söz söylese kutuplaşmış toplum kesimlerinden ya birinin ya öbürünün homurtusuyla karşılaşacak. Yavaş’ın yükselen grafiğinin düştüğü tek ânın Boğaziçi Üniversitesi’ndeki rektör tartışmalarında görüş beyan etmesini izlediğini unutmamak lazım…
Bu, Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığının bilinçli bir stratejisi midir, yoksa onun Ankara Belediye başkanı olarak kalma arzusunun bir tezahürü müdür, bilemeyiz.
İki tarz-ı siyasetsizlik: Yavaş’ınkinin nedenini şimdilik bilemiyoruz, Altılı Masanınkini biliyoruz: Korku
Bu, Mansur Yavaş’ın adaylığı tartışmaları üzerine bir yazı değil. Buraya kadar okuduklarınızı, muhalefetin Altılı Masasının da tıpkı Yavaş gibi aynı siyaset dışı pozisyonu sergilediği önermesine sıçramak için yazdım.
Latince ‘festina lente’ diye bir özdeyiş var, ‘yavaşça acele et’ anlamına geliyor. Muhalefetin seçimlere hazırlanma hızına baktığımızda bir ‘festina lente’ bile göremiyoruz; festinasız bir lente hali var sanki. Ayda bir liderlerden birinin ev sahipliğinde toplanılıyor, ‘merak etmeyin, iyiyiz, sağlamız’ anlamında sözler sarf ediliyor ve dağılınıyor.
Seçmenler açısından onların bir arada olması, bu yönde irade beyanında bulunmaları tabii ki önemli, fakat bu irade ancak onların ortak siyasi irade beyanlarıyla birlikte anlamlı olabilir, ki bunu bir türlü göremiyoruz.
Altılı Masadaki partilerin her birinin “partimiz iktidara geldiğinde” diye başlayan lafları onları destekleyen seçmenlerde sadece sinirlilik yaratıyor. Çünkü tek başlarına değil birlikte iktidar olacaklar ve seçmenler onların birlikte ne yapacaklarını görmek istiyor.
Bu yönde en somut sözler, ev sahipliği yaptığı toplantıdan önce DEVA lideri Ali Babacan’dan geldi. Babacan, bu hakikatin farkında olduğunu, bu nedenle liderlerle “yol haritası”nı konuşacaklarını söyledi. Şöyle anlattı “yol haritası”nı Karar’dan Yıldıray Oğur’a verdiği söyleşide:
“Çok çalışmamız lazım. Günü gelince eğer uygulanmasını istiyorsak politikalar konusundaki siyasi mutabakatlar zeminini mutlaka genişletmemiz lazım. Aksi halde gereksiz tartışmalarla zaman geçer. Zaman geçer, bakarız elde bir şey yok. Demokrasiyi savunan partiler seçimi kazandığı zaman demokrasinin vatandaşlar için sonuç üretebildiğini de göstermemiz gerekiyor. Yoksa seçimi kazandık ama Türkiye’yi kaybettik, ne anladık bundan. O zaman Erdoğan giden Merdoğan diye başka bir otoriter lider gelir. Halkta başka bir otoriter lider arayışı olur. Memlekete kötülük olur, hem de dünyadaki demokrasiyi savunanların umutlarını de kırmış oluruz. Ama Türkiye’de iyi bir başarıyı yakalarsak demokrasinin sonuç verdiğini, ülke için refah ürettiğini, güvenlik sağladığını ispat edersek bu dünyadaki bütün demokratları cesaretlendirecek bir sonuç olur. O yüzden seçildikten sonra ‘bunlar yürütemiyorlar, karar alamıyorlar’ gibi bir şey olmamalı. Biz böyle bir şeyi istemeyiz. Onun için hazırlanıyoruz.”
Peki ne oldu? O toplantıda konuşuldu mu bunlar? Konuşulduğuna dair bir açıklama yapılmadı. Duyduğumuz, seçim güvenliği üzerine ortak bir çalışma grubunun kurulacağı; o kadar.
Muhalefete iyi gözle bakan insanların muhalefetten ne beklediği bu kadar açıkken bu beklentinin karşılanacağına dair hiçbir sesin gelmemesi nasıl açıklanabilir?
Bana öyle geliyor ki Mansur Yavaş neden siyaset dışı kalıyorsa muhalefet de aynı nedenle siyaset dışı kalıyor. Yani, ülke meseleleri hakkında ortak ve net açıklamalar yapılması durumunda seçmenlerin bazen bir bölümünün bazen öbür bölümünün sinirleneceğinden korkuluyor. Ve ifade edilemeyen korkuların devrede olduğu her durumda olduğu gibi ipe un seriliyor, iktidar olunduğunda ülkenin hangi politikalarla yönetileceği sorusundan sıyrılmanın bir yolu bulunuyor.
Mansur Yavaş eğer cumhurbaşkanı adayı olmak istiyorsa ve suskunluğu (siyasetsizliği) baştan beri bir taktik olarak belirlemişse, anketlerde kendisine gösterilen teveccühten de anlaşılabileceği gibi bu ‘taktik’ işlemiştir. Baksanıza, “bir cumhurbaşkanı adayı ülkenin temel meseleleri konusunda hiçbir görüş beyan etmiyorsa, onun aday olmaya hakkı olamaz” diyen yok; insanlar sükûta aldırış etmeden “Mansur da Mansur” diye tempo tutmaya devam ediyor.
Fakat tersine, ‘sükût’un (siyasetsizliğin) muhalefet için iyi bir ‘taktik’ olduğu herhalde söylenemez.
“Hele bir Erdoğan’ı gönderelim, sonra kervanı düzeriz…”
Hesap buysa, bu hesapla Erdoğan gönderilemeyebilir; evet, şu korkunç yoksullaşmaya rağmen…