15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin üzerinden altı yıl geçti.
Geride bıraktığı 251 ölü ve çok sayıda yaralıyla, öyle kolay unutulacak türden bir olay değil.
Darbe sürecinde ordu neredeyse yukardan aşağıya ikiye bölünmüş gibiydi. Belki bir kesimi de bir süre için izleyici pozisyona çekilmişti. Polis ağırlıkla iktidarın yanında olsa da, bölünme oraya da epey yansımıştı. Başta yargı olmak üzere, diğer kamu kurumlarının yönetici ve personeli arasında da ayrışma, aşağı yukarı aynı durumdaydı.
Eskiden darbeciler şöyle bir-iki uçak uçurmakla, kışladan birkaç tank çıkarmakla, sağa sola nöbetçi asker koymakla, harp okulu öğrencilerini biraz yürütmekle, radyodan ve televizyondan konsey bildirisi okutmakla yetinirlerdi. Bu kez öyle olmadı; bu topraklarda yaşadığımız bütün modelleri aştılar, Latin Amerika ve Afrika normlarına iyice yaklaştılar. Kan dökmeyi göze almışlardı.
Meclise ‘Demokrasinin Kâbesi’ derdik, onu da bombalamakta tereddüt etmediler. Stratejik olarak gördükleri her yeri tankların ve uçakların hedefi haline getirdiler. Hafızalardan kolay kolay silinmez sahnelerdi.
Babasının çiftliği olsa…
Bildiğimiz gibi, darbeye teşebbüs edenler, AK Parti iktidarının adı konmamış ortağı, dizinin dibinden ayırmadığı Fethullah Gülen ve örgütüydü. Bir zamanlar en tepedekilerin ‘ne istedilerse verdiklerini’ göğüslerini gere gere söyledikleri, devleti ele geçirmeye kitlenmiş, siyasal ihtirası dizginlenemeyen, tarikatımsı bir örgüttü. Önemli önemsiz demeden, devletin bütün kurumlarının kapıları, “bizdendir” denilerek, “din-iman” adına, sonuna kadar bu örgüte açılmıştı.
İnsanın babasının çiftliği olsa bile, birilerine bu kadar fütursuzca teslim edemeyeceği ortadaydı. Kimse fazla inanmasa da, sonradan bunu anladıklarını ima ve iddia eden tavırlar sergilediler. Hatta “Allah affetsin, kandırıldık” sözü, ibretlik ve hüzün verici bir örnek olarak, yakın tarihimizdeki müstesna yerini aldı.
Birçok yönü halen aydınlanmamış bu darbe girişiminin, sonu rejim değişikliğine ve ciddi bir otoriterleşmeye varan hayli ağır sonuçları oldu.
‘Unutturmayacağız’ sözüne ne oldu?
Oluşan siyasal atmosferi fırsat olarak kullanan AK Parti iktidarı anayasayı değiştirdi, demokrasinin en önemli prensibi olan kuvvetler ayrılığını askıya aldı, özgürlükleri kısıtladı, devletle iç içe geçti, faaliyetlerinin hesabı sorulamayan otoriter tek adam rejimini inşa etti.
Şüphesiz, bu darbe hem döktüğü kanla, hem de onu boşa çıkaran halkın direnişiyle hafızalarda derin izler bıraktı.
Darbenin hedefi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti iktidarı, o günü “Demokrasi ve Milli Birlik Günü” ilan etti. Gelecek nesillerin hatırlaması için, bombalanan TBMM’deki kanıtları geleceğe bıraktı, anıtlar dikti, müzeler yaptı, belgeseller ve filmler hazırlattı, kitaplar çıkardı ve toplantılar düzenledi. O ilk günlerin en muteber söylemi “Unutturmayacağız”dı.
Fakat, konu TBMM Araştırma Komisyonu’nun ‘15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi Raporu’na gelince, durum farklılaştı.
Rapora “hükümsüz” demek gerçekleri yok eder mi?
Raporun resmi mahiyet kazanmaması ve Meclis genel kurulunda görüşülmemesi için iktidar, iç tüzüğün ince kanallarında dolaştı, elinden geleni yaptı ve yapıyor.
Öyle ki, TBMM web sitesinde Araştırma Komisyonu’nun 639 sayfa yazıp, basılı olarak zamanın Meclis başkanı İsmail Kahraman’a teslim ettiği rapor için “Komisyon raporu teslim etmedi. Hükümsüzdür” notu yer alıyor.
Bundan sonrasında, o onu dedi, bu bunu dedi faslı var. Beş-altı yıldır da bu sürüyor.
Ancak çoğu yurttaş, eğer AK Parti isteseydi, bu raporun Genel Kurula indirilip pekâlâ görüşme yapılabileceğine inanıyor ve aksi yöndeki gerekçeleri samimiyetsiz buluyor.
İnsan haliyle merak ediyor; yıllardır o darbenin hedefi olduğunu söyleyip, konu hakkında kapsamlı bir mağdur külliyatı oluşturan AK Parti iktidarı, neden iç tüzük gibi şeylere sığınıp, bu kadar önemli bir raporu genel kurula indirmekten sakınır ve yoklar alemine göndermek ister; üstelik raporu yazan komisyonun başkanı ve başkanlık divanının tamamı kendi partisinin milletvekillerinden oluşmuşken…
Meclisteki bütün partilerin oy birliğiyle kurulan “15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu” çalışmalarına 4 Ekim 2016’da başlıyor. Süresi üç ay fakat talep edildiğinde süresi de uzatılabiliyor.
Raporu yokuşa sürmek
Daha ilk sürenin bitmesine 25-26 gün varken, 9 Aralık 2016’da Cumhurbaşkanı Erdoğan “Darbe Komisyonu yapacağı çalışmaları yaptı. Son adımları da atıp raporunu göndermek suretiyle görevini tamamlarsa isabetli olur, diye düşünüyorum” açıklamasıyla dikkat çekti.
Bu gelişmeyi takiben, komisyonun süresi bittiğinde, CHP ve İYİ Parti’li üyelerin uzatma istemlerinin reddedilmesi haliyle kimseyi şaşırtmadı.
12 Temmuz 2017’de raporu basılı olarak zamanın Meclis başkanına teslim eden Komisyonun AK Parti’li başkanı, 26. dönem milletvekili Reşat Petek de, raporun başına gelenlerden pek hoşnut görünmüyor. Çok konuşmuyor ama konuştuğu kadarı yetiyor. “Tekemmül etmiş raporu, basılı olarak Meclis Başkanlığı’na teslim ettik” diyor, TBMM’nin web sayfasındaki “Hükümsüzdür” ifadesini asla kabul etmiyor ve başka da bir şey demiyor. Şimdiki Meclis Başkanı Mustafa Şentop ise iç tüzük maddelerine yaslanmanın konforunu sürdürüyor.
AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin asıl hedefiydiler. Sonrasında, FETÖ mensupları ve taraftarlarının devlet kurumlarından tasfiye edilmeleri için her şeyi yaptılar. Çoğu kişinin açıkça hukuklarının ve özlük haklarını çiğnemesini dahi sıradan vaka haline getirdiler.
Ama sıra Rapor’un Meclis’te görüşülmesi ve resmiyet kazanmasına gelince tavırları değişti. Kamuoyunun içeriğini bilmesinden ve tartışmasından yana olmadıklarını her biçimde gösterdiler. Aralarında dikkat çekici bir yaklaşım farkı doğduğu da görülüyor.
İktidarı korkutan ihtimaller
Bu konuda medyada değişik düşünce ve tezler ileri sürüldü.
Geride kalan son birkaç yıla ve tartışmalara göz attığımda, iktidarın bu raporu yurttaştan kaçırma hesabının altında aşağıdaki nedenlerin olduğunu düşünüyorum.
*Demokratik siyaset zemininde meşru ve denetlenebilir bir varlığı olmayan, dini kisveli tarikatımsı yapıyla AK Parti’nin işbirliği yapması ve onlara devletin bütün kapılarını açması, ister istemez tartışmanın odağına AK Parti’nin kendisini çekmektedir. Bundan kaçmaya çalışmış olmalılar.
*Fetullahçı örgütün devlete olan ilgisi her ne kadar çok daha eskiye dayansa da, TSK, polis, jandarma, yargı gibi silahlı ve silahsız devlet bürokrasisine sızması ağırlıkla AK Parti iktidarı döneminde olmuş. Bu nedenle adım adım yaklaşan darbe girişimi konusunda, ilgili istihbarat kurumları kör ve sağır kalmış ve affedilmez bir istihbarat zaafı oluşmuş. Bunun çıkaracağı ağır faturanın iktidarı ürküttüğü düşünülebilir.
*AK Parti milletvekilleri, parti yönetici ve üyeleri ve belediye yöneticileri arasında söz konusu darbeci örgüt mensuplarının hayli fazla olduğu biliniyor. Aralarında belli bir dönem simbiyotik bir ilişki olduğu söylenebilir. AK Parti’nin rapordaki ifade ve belgelerle bu gerçekliğin tescil edilmesinden kaçındığı söylenebilir.
*AK Parti iktidarının iki önemli bürokratının, eski Genelkurmay başkanı Hulusi Akar ile MİT Başkanı Hakan Fidan’ın darbe girişimiyle ilgili gelişmelerdeki rolleri çok önemli. TSK ve MİT’in darbe öncesinde yeterli bir istihbarat yapıp hükümeti zamanında uyarmadıkları biliniyor. Rapor tartışıldığında bunun ortaya dökülmesi kaçınılmaz olacaktı. Hele darbe günü, Genelkurmay ile MİT arasında cereyan eden trafik ayrı bir alem. Halen sisler içinde, aydınlatılmayı bekliyor. Bu iki başkanın meydan okurcasına komisyona gelmeyip, iki-üç sayfalık harcıalem yazılarla işi idare etmeleri de ayrı bir konu. Rapor Meclis’in önüne geldiğinde bu hususların atlanması mümkün değildi. Doğal olarak toplumda oluşacak tepkiler, hem bu ikili üzerine, hem de AK Parti iktidarına yönelecekti.
*Anayasadaki 18 maddenin değişmesi yoluyla yapılan Anayasa Referandumu’nun 16 Nisan 2017 tarihinde yapılması da önemli sebeplerden biri olmalı. İktidarın bütün dikkati rejimi değiştirme üzerinde toplanmıştı. Bunu aksatacak, dikkatleri dağıtacak ve toplumsal desteğini zaafa uğratacak gelişmelere kapı aralamak istemezdi. Parlamenter sisteme son verip, Türk tipi başkanlık sistemini yerleştirmek için bütün gücüyle yükleniyordu. Halbuki, Darbe Raporu’nun Meclis’te tartışılması ve kamuoyuna yansıması, ters yönden bir rüzgâr estirebilirdi. Daha ilk günlerde başkanlık rejimini sarsabilirdi. Ondan uzak durmayı tercih etmiş olmalılar.
Rapor, muhalefetin eline bakar
Gelinen nokta itibariyle iktidar 15 Temmuz Darbe Girişimi Raporu’nu sumenaltı etmiş durumda. Diğer partiler birçok bakımdan eksik ve hatalı bulsalar da, muhalefet yazdığı şerhi ilave ettirememiş olsa da, belli ki bu 639 sayfalık rapor, AK Parti iktidarda olduğu müddetçe Meclis’te okunamayacak, halka ulaşamayacak ve gerçeklerin üstü örtülmeye devam edilecek.
O zaman, iş muhalefet partilerine, özellikle de CHP’ye düşüyor. İşte yine bir seçim sürecindeyiz. Seçimi kazanmaları halinde meclis genel kurulunda görüşmeye açacakları sözünü verebilirler.
Bu yetmez; CHP, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi TBMM Araştırma Komisyonu Raporu’nu bastırıp dağıtılmasını sağlayabilir. İstiyorsa kendi şerhini de eklesin.
Benim de yöneticileri arasında olduğum küçük bir sol parti, zamanında devlet içindeki çeteleşmeler ve faili meçhul cinayetlerle ilgili, Meclis komisyonunun hazırladığı Faili Meçhul Cinayetler Raporu’nu bastırmış ve dağıtmıştı. Bugün ilgili herkesin kütüphanesinde o rapor var.
Bu kadarını muhalefetten beklemek, bilmem fazla mı?