Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIİktidarın “Bana hak, sana değil” pratikleri

İktidarın “Bana hak, sana değil” pratikleri

Yaşadığımız her felakete “kader” deyip Yaradan’a fatura ediyorsunuz. Akabinde bu yetmezmiş gibi bir de “helallik” istiyorsunuz. Ana muhalefet lideri 28 Şubat konusunda “Bu meseleleri sistematik bir yolla çözdüğümüz zaman devlet mağdurlarla helalleşmiş olacak” dediğinde ise küplere biniyorsunuz. Bu “helalleşme” kavramı neden hep sizin tekelinizde? (…) İktidarın bugün muhalefete yönelttiği eleştiriler, geçmişteki kendi söylemleridir.

Fıkra odur ki, adamın biri Kurban Bayramı’nda keseceği danayı evinin damına çıkarmaya çalışıyormuş. Bunu gören komşusu “Neden danayı dama çıkarıyorsun?” demiş. Adam “Bıçak damda,” diye cevap vermiş. Komşusu “Bıçağı damdan indirsene!” deyince, bizimki bir an düşünmüş ve “O da olur” demiş.

Empatiyi rafa kaldırmak, hiç kimseye tahammül göstermemek, herkesi kendi inancı ve ideolojisi etrafında toplamaya çalışmak, kendi doğrularını adeta birer “nas” olarak dayatmak… Kısacası hayatı zora sokmak sırf bu coğrafyaya özgü olsa gerek.

“O da olur” demek bu coğrafyada bu kadar mı zor?

Şahsen, hayatı zora sokma olgusunda bir hukukçu olarak boşanma davaları ile politik mücadeleler arasında hep doğrudan bir benzerlik kurmuşumdur.

Kadın/Erkek, 40 yıllık kocasının/karısının açmış olduğu boşanma davasında söze aynen şöyle girer: “Avukat Bey, kocamın donuna kadar almanızı istiyorum/karıma kılımı dahi bırakmayın!” Siz ise “don alma”/ “kıl dahi bırakmama” yetkiniz ve de göreviniz olmamasına rağmen “Hallederiz” demek zorundasınız. Zira yaklaşan kasırganın şiddetinden nasiplenmemeniz için böyle bir yöntemi uygulamanız kaçınılmazdır. Sanki 40 yıl aynı yastığa baş koyulmamış, tenler tene değince nefesler kesilmemiş, gözler birbiriyle buluşunca sanki hiç derinliklere dalınmamışçasına oluşan bir kin ve nefrettir bu.

Politik hayat da aynen böyle… Seçimler yaklaştıkça cenk meydanlarında kılıç şakırtılarından geçilmiyor. Sanki yüzyıllardır aynı havayı, aynı kültürü, aynı kaderi paylaşmamış rastlantısal bir güruhmuş gibi davranıyoruz birbirimize. Yıllarca aynı safta bulunmuş bir siyasetçinin parti değiştirmesiyle bile durum tıpkı boşanma davasındaki ayrılıklara dönüşür. Hele ki iktidar cenahı seçimi kaybetme endişesini yaşamaya görsün. Bel altı vuruşlar bile kendinden utanır hale gelir. Hâlbuki bugün muhalefete yönelttikleri eleştiriler, geçmişteki kendi söylemleridir.

İsterseniz ironik bir şekilde iktidara seslenmek suretiyle ülkemizdeki güncel örneklerle devam edelim. (Muhalefete şimdilik kıyak geçelim.)

Mesela, geçmişte partinize ve liderinize en galiz hakaretlerde bulunanları gün geldi, genel başkan yardımcısı ve hatta bakan yaptınız. Ancak bu kişilerin sizlere katılması, yapılan hakaretleri ortadan kaldırmadı.

Ancak, muhalefetin hakaret teşkil etmeyen eleştirilerine bile tahammülünüz yok. Belki onlardan size yine katılanlar olacaktır. (Son transferiniz Mehmet Ali Çelebi’yi hatırlatalım.)

Peki, böyle bir kabul karşısında partinizden ayrılan eski dava arkadaşlarınıza karşı gösterdiğiniz “hiddeti” ve bazen de “şiddeti” nereye sığdıracaksınız?

Bir sabah uyandık ki kırmızı hilalli çadırlarımız satılmış. Hâlbuki biz çocukluğumuzda çizdiğimiz her çadıra özenle o amblemi kondurmuştuk.

Muhalefetin bu konudaki eleştirilerini dikkate bile almadınız. Muhalefeti bırakın; en azından “Bir hilal uğruna yâ Râb!” diye haykırdığınız değerler için bir istifa bu kadar mı zordu?

Malumunuz, Tarım Bakanınız “Sel canımızı aldı; ama toprak suya kavuştu” dedi. Buna siz bile “gaf ötesi” dersiniz.

Muhalefet çıkıp “Toprak suya kavuşmadı, toprak cana doydu; ama bir siz bir türlü doymadınız” derse hangi sıfatla veya kime küseceksiniz?

Deprem evlerini bir yılda bitireceğiz diyorsunuz. Aslında bunun mümkün olmadığının, amacınızın oy devşirmek olduğunun siz de farkındasınız. Tabii bunu devlet sorumluluğu şeklinde soslayıp sunmak da ayrı bir maharet ister.

Muhalefet ise biz daha erken yapacağız dediğinde neden öfkeleniyorsunuz? Onlar bu mahareti sayenizde biraz daha geliştirmiş olamaz mı? Sonuçta hepsi de gerçeklikten uzak birer soyut söylem değil mi?

Mesela iktidarınızın ilk zamanları organize suç örgütleriyle mücadeleniz takdire şayandı. Sonradan bunlara, özellikle de liderlerine hukuken ve fiilen yol verip önlerini açtığınızda hangi derin gerekçeye sığındınız? Bunu gündeme getirenleri “Soros çocuğu,” “Operasyon çocuğu” diye suçlarken hangi derin sese kulak verdiniz?

Sizde sonradan oluşan bu “derinlik temayülü” karşı tarafın merakını celp etmiş olamaz mı?

Yaşadığımız her felakete “kader” deyip Yaradan’a fatura ediyorsunuz. Akabinde, bu yetmezmiş gibi bir de “helallik” istiyorsunuz. Ana muhalefet lideri 28 Şubat konusunda “Bu meseleleri sistematik bir yolla çözdüğümüz zaman devlet mağdurlarla helalleşmiş olacak” dediğinde ise küplere biniyorsunuz.

Bu “helalleşme” kavramı neden hep sizin tekelinizde sahi?

Mursi’nin ölümüne neden olan Sisi’ye lanetler okudunuz. Bu lanet şimdilerde zorunlu bir sevgiye dönüşmüş durumda. Gerekçeniz şu oldu: “Ülke menfaati her şeyin üstündedir.”

“Kardeşim” diye başlayıp “katil”e evirdiğiniz Esed şimdilerde “ülke menfaati” kontenjanından muhalefete “Dostum Putin” vari samimi gelmiş olamaz mı? Böyle bir düşünce sizi neden daraltıyor?

Hatırlayalım, Maliye Bakanınız dolar 10 TL olacak diyenlerle ekranlar önünde açıkça dalga geçmişti. Dolar 20 TL’ye dayanınca “N’apalım,” deyip küresel kriz mazeretine sığındınız.

Muhalefet ise biz tekrar doları 3 TL’ye indireceğiz diyor. İndirir mi indirmez mi bilinmez.

Diyelim indiremediler. “Küresel kriz” onları da vurmuş olamaz mı?

Siz iktidar olarak; PKK’yı dağdan indirmek için çözüm süreci başlattınız. Oldukça riskli bir yaklaşımdı bu. Sonunda beklenen oldu ve PKK’yı tekrar dağa göndermek zorunda kaldınız. Ancak iş göndermekle kalmadı. Ne yazık ki bu uğurda hem siyasi hem de toplumsal zeminde kolay unutulmayacak ağır bedeller ödendi, ödettirildi!

Gerekçe olarak sadece “kandırıldık” dediniz.

Seçim çalışmalarının hızlandığı şu günlerde, muhalefet sizden daha az risk alarak PKK yerine HDP’ye göz kırptı. Ardından siz de HÜDA PAR’a selam çaktınız!

Sonuç ne olur bilmiyorum. En kötüsü onlar da sizi emsal gösterip “kandırıldık” diyecek.

Öyle ya, kandırılma olgusu neden sadece size hak olsun?

Askeri vesayeti yenmek için FETÖ ile işbirliği yaptınız. Geç de olsa niyetlerini anlayınca veya menfaat ilişkiniz sona erince birbirinizin en amansız düşmanı kesildiniz. Bu olayda da ülke oldukça ağır bedeller ödedi.

Siz bir kez daha “kandırıldık” gerekçesine sığındınız.

Muhalefet ise, şöyle veya böyle, sizin FETÖ ile mücadelenizi samimi bulmadı. Zira içinizdekilere veya gücü olanlara dokunmadığınız, sadece tabandakileri ezdiğiniz düşünüldü. “Biz iktidar olunca bu adaletsizliği gidereceğiz” dediler. Bu yaklaşım sırf sizi yenmek amaçlı da olabilir; çünkü bu taktiği sizden öğrendiler.

Sonuç burada da ne olur, nasıl olur, yine bilmiyorum. En nihayetinde “Biz, sizden daha çok kandırıldık,” diyemezler mi?

İktidar olarak sürekli “Bunlar beceremez” diyorsunuz! Olabilir. Belki de beceremeyecekler. Onlar da sizin beceriksizliğinizden dem vuruyor. Sizinkisi gerçekleşmiş bir eylem; ancak onlarınki az da olsa umut vadeden bir iddia. Neden onlara da bir fırsat verilmesin istiyorsunuz?

İktidar olarak metal yorgunluğunu iyi bilirsiniz. Evet, yorgunsunuz… Onlarsa sürtünme katsayılarının sıfır olduğunu iddia ediyor. Haklısınız, belki de muhalefetin metal kalitesi oldukça düşüktür. Halk bu kaliteyi ölçmeyi göze alırsa aynı hiddeti veya şiddeti onlara da mı göstereceksiniz?

İktidar olarak kendi varlığınızı beka meselesine endekslediniz. Öncesinde üç, sonrasında beş birbirine benzemez, bir anda yol arkadaşı oldunuz.

Muhalefet ise asıl sizin varlığınızı bir beka sorunu olarak gördü ve bu yol arkadaşlığını daha da genişleterek bu sayıyı şimdilik altıya ve hatta yediye çıkardı.

Sorun ne? Acaba sırf rakama mı takıldınız, yoksa basit bir kıskançlık mı bu?

İktidar olarak ana muhalefet partisi liderine “Bir koyunu dahi güdemez” diyorsunuz.

Onlar ise sizin güttüğünüz koyun sürülerinin tamamının telef olduğunu iddia ediyor.

Bu durumda “koyunu hiç gütmemek” daha erdemli bir davranış olmaz mı?

Sonuç; eğer bu dananın kesilmesi şartsa, bari “Bıçağı damdan indirin” derim.

______________

Ramazan Bulut: 1962 Elazığ doğumlu. Asker kökenli hukukçu. 1984-2004 yılları arasında TSK’da hukukçu subay olarak görev yaptıktan sonra emekliye ayrıldı. Ergenekon, Balyoz, MİT tırları gibi asker kökenli davalarda avukatlık yaptı. Halen İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapıyor.

- Advertisment -