2001 yılıydı, Kemal Alemdaroğlu ikinci kez İstanbul Üniversitesi rektörlüğüne adaydı. İlhan Selçuk telefon etti: “Oral, Kemal Alemdaroğlu bizi İstanbul Üniversitesi’nin Baltalimanı tesislerinde öğle yemeğine davet ediyor.” Durakladım, “Abi ben onun davetine gitmek istemiyorum” dedim.
İlhan Selçuk “Tamam o zaman daveti ben veriyorum. Yarın öğleyin Cankurtaran’da Armada Otel’e benim davetlim olarak geleceksin.” Alemdaroğlu ve ekibiyle, Cumhuriyet yazarları Hikmet Çetinkaya, Aydın Engin, Yalçın Doğan, Orhan Bursalı, Ali Sirmen yemeğe oturduk. İlhan Selçuk davet sahibi olarak bize döndü, “Kemal Bey’e istediğinizi sorabilirsiniz” dedi. İlk önce Yalçın Doğan konuştu, Alemdaroğlu’nu eleştirdi. Ardından Aydın Engin, Hikmet Çetinkaya, Orhan Bursalı görüşlerini söyledi. Hepsi eleştiriciydi.
Ortalık zaman zaman geriliyor İlhan Selçuk araya girip yatıştırıyordu. Ben de Alemdaroğlu’nun Bülent Tanör’ü suçlayan sözlerini masaya getirdim. Profesör Bülent Tanör yakın arkadaşımdı. “Siz ‘Hürriyet gazetesine Bülent Tanör’le ilgili daha söyleyeceklerim var’ dediniz mi?” diye sordum. Alemdaroğlu, “Evet onları ben söyledim” diye cevap verdi. “O zaman sakıncası yoksa nedir Bülent Tanör’le ilgili bildikleriniz?” diye ısrar ettim.“Onu, 12 Eylül’den sonra, üniversite senatosu Diyarbakır’a sürgüne gönderdi” karşılığını verdi. “Başka?” diyerek sorumu sürdürdüm. “Ayrıca 1971 yılında Trakya’da İşçi Köylü gazetesi satarken yakalanıp gözaltına alındı.”
40 yıl önceki haksız bir gözaltıyı gündeme getirince kendimi tutamadım: “İşçi Köylü, yasal bir gazeteydi. Belli ki bu bilgileri size MİT vermiş. MİT raporlarına bu kadar itibar ediyorsanız, İlhan Selçuk başta olmak üzere karşınızdaki Cumhuriyet gazetesi yazarları hakkında da ciltler dolusu MİT raporu vardır, onları da getirebilirdiniz.” İlhan Selçuk “Gerilim çıkarmayın, bu soruyu geçiyorum” dedi. Masadan kalkarken, Alemdaroğlu arkamızdan bağırıyordu, rektörlük seçimini hatırlatarak “Bu rektörlük seçiminin ardından ya İstiklal Marşı çalınacak ya da onların PKK marşı…”
Cumhuriyet Gazetesi’nde 16 yıl aralıksız çalıştım.
Bir iki küçük müdahale dışında bir engelle karşılaşmadım. Kürt meselesini bugün savunduğum gibi savunuyordum. Abdullah Öcalan ve Kemal Burkay’la yaptığım röportajlar 15’er gün boyunca gazetede yer aldı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında izlenen bazı siyasetlere eleştirilerimi her koşulda ifade ettim. Okurların bazıları bu yazıları eleştirdi, bir grup daha da ileri giderek yazmamızı istemedi. İlhan Selçuk bu dönemde gazetenin tek hakimiydi. Gazete yönetimi, solun farklı renklerinin, değişik çizgilerin varlığını basın ve ifade özgürlüğünün bir parçası olarak gördü. Gazetenin hitap ettiği kitleyi mümkün olduğunca geniş tutmaktan yanaydı.
Bazı görüşleri yasaklamak isteyen tutumları da doğru bulmuyorlardı. Ben ve Aydın Engin haftada 6 gün yazıyorduk. Genelkurmay’dan gelen bizim gazeteden çıkarılmamızı isteyen telefonlara İlhan Selçuk’un cevabı o günkü çizgiyi ifade ediyor: İlhan Selçuk askerlere “Siz işinize bakın, gazetecilik bizim işimiz” demişti. Gazeteyi darbecilik kulvarına çekmek isteyenler Cumhuriyet’e o dönemde egemen olamadılar. Nitekim İlhan Selçuk ölmeden önce hukuken gazetenin yönetimini ulusalcılara değil liberal solculara bıraktı. Cumhuriyet’in o dönemdeki rolünü anlamak için bu küçük anıyı paylaşıyorum.