İnsan evrimden muaf olabilir mi?

Evrim tartışmalarını ele aldığım yazı dizimizin bugünkü bölümünde evrim tartışmasının kalbine odaklanacağız. İnsanlar diğer canlılarla ortak ataya sahip midir? Diğer bir deyişle diğer canlılarla akraba olduğumuz söylenebilir mi? Bu soruya cevap aramadan önce tartışma bağlamı içindeki yerine bakmakla başlayayım.

Evrimi reddeden dostların çoğunun bunu dini bir motivasyon ile yaptığı rahatlıkla görülebilir. Nitekim evrim aleyhinde yazılan ister yerli ister yabancı çoğu kitapta dini metinlerden alıntılara rastlamak mümkündür. Daha önceki yazılarımda ifade ettiğim gibi yaratılış ile evrimi karşı karşıya getirmek kategori hatasıdır (Bakınız: https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/evrim-ve-yaratilis-gerginligine-dair-yanlis-ve-tehlikeler-158373/). Ancak çoğu dindar kişi evrimin bazı temel iddiaları ile Kuran metni arasında gerginlik görür. Bu gerginliğin merkezinde Hz. Adem kıssası ve insanlık durumu yatar. Mutasyon, doğal seçilim, türlerin değişimi ya da türden türe değişime karşı çıkan dindarlar olsa da bu kavramların hiçbiri dini metinlerde geçmez. Dolayısı ile dini bir çerçeveden bu kavramlara saldırmak pek mümkün değildir (elbette mutasyonların “rastgele olması” ya da doğal seçilimin felsefi düzlemde dini iddialarla çeliştiğini söyleyenler olacaktır. Buna başka bir yazıda göz atacağım. Ama bu kavramların dini metinlerle bir çelişme durumları yoktur).

Evrim kuramı tek bir paket değildir. İçinde yüzlerce iddia ve mekanizma içerir. Bunların büyük çoğunluğu dini metinlerde bulunamayacak ve felsefi boyutta çelişemeyecek şeyler içerir. Ancak Lakatosçu terimle evrimin özünde yer alan bir iddia olan Ortak Ata Tezi insanların zihnindeki insanın dini yaratılış modeli ile potansiyel olarak gerginlik yaşar. Ortak Ata Tezi’ne göre tüm canlılar (insanlar da dahil) bağımsız olarak ortaya çıkmamıştır. Diğer bir deyişle yaşam formları, ayrı ve birbiriyle bağlantısız kökenlerle değil, dallanan bir aile ağacıyla birbirine bağlıdır. Her canlı diğerleri ile akrabadır. Daha yakın türler birbiri ile daha yakın akrabadır. Buna göre insanlar kurt, kartal ya da gülle akrabadır. Yaygın yanlış algının aksine insanlar modern maymunlardan türememiştir, onlarla yakın akrabadır (5-8 milyon yıl kadar uzak ata aracılığı ile). Bu tez yine yaygın inanışın aksine insanın “sadece bir hayvan” olduğunu göstermez. Elbette ki insan biyolojik olarak hayvandır (evrime inanmasak bile böyledir). Ancak kişinin biyolojik yapısı ve kökeni onun ahlaki ya da manevi değerini belirlemez. İnsan aynı zamanda toplumsal, rasyonel ve bana göre manevi varlıktır. Evrimin bu yönlere atıf yapmadan insanın ve toplumun tüm yönlerinin (biyoloji ötesi olan şeyleri yani) açıklayıp açıklayamayacağı tartışmalıdır. Bu bilimin ötesine geçip konuyu tartışmayı gerektirir (belki bir yazıda bu konuyu tartışırız). Dolayısı ile ortak ata tezi felsefi boyutta dinlerle çatışmaz. 

Ama iş metin boyutuna geldiğinde durum değişir. Kuran’ın literal okuması tüm insanların Hz. Adem’in soyundan geldiğini, Hz. Adem’in babasız bir şekilde dünyaya geldiğini, hatta belki de doğrudan topraktan ortaya çıktığını ima eder. Çoğu insan bu imaların insanların diğer canlılarla akraba olduğu tezi ile çeliştiği kanaatindedir. Kanaatimce bu zorunlu bir çelişki değildir ve bunu başka bir yazıda ayrıntılı biçimde ele alacağım (konuyu ele aldığım akademik makalem için bakınız: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2033946).

Bundan dolayı konuya hâkim çoğu din adamı ortak ata tezinden insanı çıkararak evrimi kabul edebileceğimizi söyler. Yasir Kadhi bunun meşhur bir örneğidir. Bu tezin ülkemizde makul bir savunusu için şu videoya göz atabilirsiniz: https://youtu.be/sgk7D-RMCKc.

Elbette ki İslam geleneğinde (özellikle de Eşari-Maturidi Kelam geleneğinde) dini metnin literal anlamının akıl ve gözlemle çelişmesi durumunda, akli gerekçe ya da gözlem reddedilmez. Kuranın literal okumasından mesela Allah’ın zaman-mekânda olduğu ya da uzuvları olduğu çıkarılabilir. Nitekim böyle sonuçlar savunanlar olmuştur. Ama bu çıkarım akılla çeliştiği için çoğunluk tarafından reddedilir ve ayetler yeniden yorumlanır. Buna tevil denir. Aynı şey gözlem için de geçerlidir. Kurandan kalbin düşünce merkezi olduğu da çıkaranlar olmuştur. Ancak modern nöroloji bilimi karşısında en gelenekçi çevrelerde bile beynin düşünce organı olduğunu söylemek Kurani metinle çelişik olarak yorumlanmaz. Peki ortak ata tezi neden farklı olarak ele alınıyor? Kanaatimce bunun tarihsel, psikolojik ve sosyolojik gerekçeleri var (ve zaten dediğim gibi kanaatimce tevil olmaksızın bile ortak ata tezi kuranla çelişmez). Ancak akli olarak sunulan gerekçe insanın diğer canlılarla akraba olduğu iddiasının gözlemsel ve akli olarak makul olmadığı ve dolayısı ile tevile gidemeyeceğimizdir. Sonuçta insan türünün diğer canlılarla akraba olduğunu doğrudan gözlemleyemiyoruz değil mi? Hal böyle iken neden akrabalık iddiasını kabul edelim? Şimdi bu yazının konusu olan bu soruya dönelim. İnsanı yaşam ağacından ayırabilir miyiz?

Genetik bilimi ve ebeveynlik 

Bilimde ve gündelik hayatta gözlem yerine geçen ciddi kanıtlar vardır. Bunlardan belki en önemlisi DNA’nın keşfi ile gelişen genetik biliminin sunduğu imkanlardır. Genetik biliminin, Müslüman alimler tarafından da kabul edilen, önemli bir uygulaması ataları tespit etmekte kullanılmasıdır. Geçmişte ebeveynlik tespiti sadece doğrudan gözlem ve şahitlik ile yapılabilirdi. Bugün genetik bize çok daha güçlü bir metot sunar.  Modern ebeveynlik testi çocuk ile olası ebeveynin DNA’sının küçük, iyi tanımlanmış bölgelerini karşılaştırarak çalışır. Test edilen her bölgede, çocuk her bir biyolojik ebeveynle bir genetik belirteci paylaşmalıdır. Tabi bu olasılıksaldır. Bu eşleşme modeli birçok bölgede tutarlı bir şekilde ortaya çıktığında, laboratuvarlar ebeveynlik olasılığını hesaplar. Olasılık %99,9 olarak tespit edildiğinde mahkemeler kesin bir şekilde ebeveynlik iddiasını kabul eder. Bu görgü tanıklığı ya da diğer tüm verilerden üstün kabul edilir. Benzerliğin tesadüf olması olasılığı astronomik olarak düşüktür. 

Ancak genetik bize sadece yakın akrabalarımız hakkında bilgi vermez. Uzak akrabalarımız hakkında da bilgi verir. Bunu birkaç farklı yöntemle yapar. Bu yöntemler bizim diğer primatlarla akraba olduğumuzu makul şüpheye yer bırakmaksızın ortaya koymaktadır. Hem de istatistiki olarak yukarıda herkesin kabul ettiği ebeveynlik testlerinden daha güçlü bir şekilde. Gelin bu verilere bakalım. Kolaylık olması için sadece İnsan ile Şempanze’nin akrabalığına bakacağız.

Ortak viral “Yara İzleri” 

Retrovirüsler, genetik materyalleri olan RNA’yı DNA’ya dönüştürerek hücreleri enfekte eden ve ardından bu DNA’yı konakçının genomuna (yani canlının tüm genetik talimatlarını içeren devasa kütüphanesine) yerleştiren virüslerdir. Çoğu enfeksiyon sadece vücut hücrelerini etkiler ve zamanla kaybolur. Ancak nadir durumlarda bir retrovirüs, üreme hücresini (sperm veya yumurta) enfekte eder. Bu durumda, viral sekans (dizi) genomda kalıtsal bir “yara izi” haline gelir ve bu tüm torunlara aktarılabilir. Bu kalıtsal viral kalıntılara Endojen Retrovirüsler (ERV’ler) denir. Bunlara bakarak kişilerin uzak akrabalıklarını tespit edebiliriz. 

Bu diziler insan genomunun yaklaşık %8’ini oluşturur. Sayma yöntemine bağlı olarak değişmekle birlikte, insan genomu yaklaşık 98.000 tanımlanabilir ERV öğesi ve yüz binlerce daha geniş LTR (virüsün başlangıç ve bitişini işaretleyen uzun tekrar dizileri) kopyası içerir.

Önemli olan nokta şudur, insanlar ve şempanzeler, bu eklemelerin çok büyük bir kısmını genomlarında tam olarak aynı karşılık gelen konumlarda, yani ortolog lokuslarda (farklı türlerin DNA haritasındaki birebir örtüşen adreslerde; teknik tabir kullanalım havamız olsun) paylaşır. Yapılan genom karşılaştırmaları, türlerin ayrılmasından bu yana her bir soya özgü sadece onlarca ila birkaç yüz yeni ekleme olduğunu, geri kalan devasa çoğunluğun ortak ataların popülasyonunda zaten mevcut olduğunu gösterir.

Çok teknik olduysa basit bir fotokopi benzetmesi yardımcı olacaktır. İki öğrenciyi (adları İnsan ve Şempanze olsun) düşünün. Her ikisi de 1000 sayfalık ders notunu birbirinden bağımsız olarak yazdığını iddia ediyor. Ancak notları incelediğinizde, 342. sayfanın 12. satırında, tamamen aynı yerde garip bir kahve lekesi fark ediyoruz. Tesadüf olabilir mi? Belki. Ama sayfaları çevirdikçe düzinelerce başka sayfada da tam olarak aynı yerlerde benzer lekeler buluyoruz. Artık bir noktada sonra vicdan tesadüf açıklamasını kabul edemez (öğrenci oldukları ve ben akademisyen olduğum için değil elbette). Gözlemin en iyi açıklaması, her iki notun da bu lekeleri zaten üzerinde barındıran ortak bir orijinal kaynağa dayandığı ve ondan kopyalandığıdır. 

Ele aldığımız biyolojik olgu bu durumla aynıdır. Retrovirüsler geniş genomik bölgeleri tercih eder ancak entegrasyon milimetrik hassasiyette değildir. Sadece zayıf sekans tercihleri vardır ve belirli bir nükleotide (DNA zincirini oluşturan milyarlarca harften tek bir tanesine) tam olarak hedefleme yapmazlar. Dolayısıyla, virüsün yerleşmeyi sevdiği “sıcak noktalar” olduğunu cömertçe varsaysak bile, iki bağımsız soyun aynı viral eklemeyi aynı DNA konumunda elde etme şansı, her bir bölge için kabaca on milyonda bir civarındadır. Bu model birçok bağımsız noktada tekrarlandığında olasılık daha da azalır. Dolayısı ile insan ve şempanze DNA’sındaki bu “yara izlerinin” ad-hoc olmayan (yani durumu kurtarmak için sonradan uydurulmamış) tek bir açıklaması vardır. Ortak ata. Bu paylaşılan genomik “izler”, insan-şempanze ayrışmasından önce yaşamış bir popülasyondan miras alınmıştır. Yani iki tür akrabadır.  Üstelik bu sonuç %99,9 kesinlik sunan yukarıda ele aldığımız akrabalık testinden milyarlarca kere daha güçlüdür. Ancak tek genetik veri bu değildir.

Ortak genetik “Yazım Hataları”

Psödogen, yapısal olarak normal bir gene benzeyen, ancak üzerinde taşıdığı çeşitli “genetik hasarlar” nedeniyle orijinal protein kodlama işlevini yitirmiş bir DNA parçasıdır. Eskiden bu bölgeler için “çöp” veya “ölü” gibi ifadeler kullanılsa da günümüzde bazı psödogenlerin hala kopyalanabildiği (transkripsiyon) ve hatta genetik düzenlemede roller üstlenebildiği bilinmektedir. Ancak temel özellikleri bu genlerin artık asıl ilk görevlerini yerine getirmedikleridir. Hasarlar arasında; protein üretimini vaktinden önce bitiren erken dur kodonları (bunlar cümle ortasına konup cümleyi tamamlamadan bitiren noktalar gibidir), okuma çerçevesini bozan kaymalar veya ekleme bölgesi hasarları bulunur. İnsan genomu bu nitelikte yaklaşık 20.000 psödogen içerir.

Bu orijinal işlevini yitirmiş genler, ortak ata için kritik kanıtlardır. Ancak buradaki asıl kanıt sadece “bozuk genlerin varlığı” değildir. Asıl kanıt, bu genlerin karşılık gelen konumlarda (ortolog lokuslarda, çok sevdiğim bir tabir kullanmak zorundaydım), aynı hasarlarla duruyor olmasıdır. Çalışan bir geni bozmanın milyonlarca farklı yolu varken, iki bağımsız soyun aynı geni aynı şekilde bozması beklenmez. Ancak karşılaştırmalı genomik genellikle bunun tersini ortaya çıkarır. Çoğu zaman aynı gen, aynı karşılık gelen genomik konumda aynı şekilde bozulmuştur.

Örnek olarak, çoğu canlıda ürik asidi parçalayan ancak insanlarda işlevsiz olan Ürikaz (UOX) genini ele alalım. Bu gen, sadece bizde değil, şempanzelerde de bozuktur. Detaylara baktığımızda her iki tür de genin 33. sırasında (kodon 33) aynı “erken dur” mutasyonunu taşır. Ancak kanıtımız burada durmaz. İnsanlar ve şempanzeler bu ortak hataya ek olarak, 187. sırada (kodon 187) ikinci bir mutasyonu ve genin birleştirme bölgesinde (splice-acceptor site) ortak bir hasarı daha paylaşırlar.

Daha karmaşık bir örnek ise embriyonik kök hücrelerde rol oynayan NANOG genidir. İnsan genomunda bu genin tek bir işlevsel hali varken, genomun farklı yerlerine dağılmış 11 adet psödogeni bulunur. Burada çok önemli bir detay vardır. İnsan genomundaki bu 11 kopyadan, insanlara özgü olan NANOGP8 hariç diğerlerinin tamamı, şempanze genomundaki karşılık gelen (ortolog) konumlarda mevcuttur. Yani iki tür de bu genin işlenmiş kopyalarını kütüphanelerinin neredeyse aynı raflarında saklamaktadır.

Benzer şekilde, C vitamini sentezini sağlayan GULO geni de sadece insanlarda değil, diğer primatlarda da işlevini yitirmiştir. Bu canlılar, GULO geninde rastgele hatalar değil, paylaşılan ortak ekzonik mutasyonlar (genin anlamlı parçalarındaki ortak bozulmalar) taşırlar.

Bu durumu açıklamak için yukarıda ele aldığımız fotokopi analojisine dönelim. İki öğrencinin 1000 sayfalık ders notlarını birbirinden habersiz ve bağımsız yazdıklarını iddia ettiklerini düşünün. Normalde yazım hatalarının rastgele dağılması gerekir. Ancak her iki notta da hem 33. sayfadaki cümlenin ortasında aynı yazım hatası, hem 187. sayfada aynı kelime bozukluğu, hem de paragraf yapısında aynı kayma varsa, bu durum “bağımsız yazarlık” iddiasını çürütür. Belli ki bu metinler birbirinin kopyasıdır. 

Milyonlarca harf içinde, aynı genin, aynı genomik adreste, aynı spesifik hatalarla bozulmuş olması, “şans” ile açıklanamaz. Bu ortak psödogenler, sadece birer benzerlik değil, tarihsel birer kayıttır. Bu genler, türler birbirinden ayrılmadan önce ortak atanın popülasyonundayken işlevini yitirmiş ve bu “miras”, olduğu gibi torunlarına aktarılmıştır. Bu da yine mahkemede kullanılan ebeveynlik testlerinden daha güçlüdür. Hala ikna olmadınız mı? Bir tane daha genetik veriye bakalım o zaman.

Genetik aile albümü (iç içe geçmiş hiyerarşi)

Biyologlar canlıların Genetik Aile Ağacını (Filogenetik Ağaç) oluştururken, sadece fosillere veya anatomik benzerliklere dayanmazlar.  Doğrudan en güvenilir kaynağa, yani DNA dizilerine bakarlar. Buradaki temel mantık basittir. Bir popülasyon ikiye bölünüp birbirinden uzaklaştıkça, her iki grupta da zamanla kendine özgü yeni mutasyonlar birikir. Bu nedenle, daha yakın bir zamanda ortak atadan ayrılmış soylar, daha uzak akrabalarına kıyasla, birbirleriyle daha fazla “türetilmiş genetik değişiklik” paylaşırlar. Yani, atadan ayrıldıktan sonra kazanılan yenilikler, o soyun imzasını oluşturur.

İnsanları, şempanzeleri, gorilleri ve diğer primatları genomun binlerce farklı bölgesinde karşılaştırdığımızda, karşımıza sürekli aynı “İç İçe Geçmiş Hiyerarşi” (Nested Hierarchy) çıkar. Bu hiyerarşik düzende; ilk olarak insanlar ve şempanzeler en yakın akraba grubu, yani adeta “birinci derece kuzeni” oluşturur. Bu ikili gruba, bir adım dışarıdan “ikinci derece kuzen” statüsünde goriller katılır. Daha geniş bir çerçeveden bakıldığında ise bu üçlüye “üçüncü derece kuzen” olarak orangutanlar eklenir. Bu böyle devam eder.

Burada kritik olan nokta sadece “benzerlik” değildir; asıl kanıt yapısal benzerliktir. Yani, bazı genetik değişiklikler (mutasyonlar) sadece insan ve şempanzede bulunur. Diğerleri insan, şempanze ve gorilde ortaktır. Başka bir set ise tüm primatlarda ortaktır. Bu, tıpkı matruşka bebekleri gibi iç içe geçmiş bir kümeleme modelidir. Bu model, ortak atanın öngördüğü en güçlü kanıttır; çünkü bu paylaşılan özellikler, tarihin farklı noktalarında atalardan miras kalmış “katmanlar” olarak açıklanır.

Bu durumu anlamak için ders notu analojimizi biraz geliştirmemiz gerekecek. Elimizde kökenini bilmediğiniz çok sayıda ders notu olduğunu ve kimin kimden kopya çektiğini bulmaya çalıştığınızı hayal edin. Ali ve Veli’nin notlarını incelediğinizde, sadece bu ikisine özgü 50 tane spesifik yazım hatası bulursanız, onların en son kopyalanan “kardeş” nüshalar olduğunu anlarsınız. Ancak incelemeyi derinleştirip Ali, Veli ve bir de Can’ın notlarına baktığınızda, bu üçünün de paylaştığı ama diğer sınıflarda olmayan 30 farklı eski hata daha bulursanız, hikâye netleşir. Bu durum, Can’ın notlarının, Ali ve Veli’nin türediği daha eski bir versiyondan geldiğini gösterir. Hataların bu katmanlı dağılımı, size notların kronolojik tarihçesini verir. Can notları kopyalamış ve 30 hata yapmıştır. Tabi onun notlarına bakan biri kendisine kopyalarken bu 30 hatayı da taşımıştır. Bu yeni kopyaya bakıp kopyalayan herkes o 30 hatayı taşıyacaktır. Ali ve Veli’de o hatalar olduğuna göre onlar belli ki böyle bir kopyadan faydalanmış. Ancak onlarda ek aynı yerde 50 yeni hata olması onların daha sonraki bir kopyadan faydalandıklarını gösterir. Ve ikisi de ortak bir kopyadan faydalanmıştır.

Eğer bu öğrenciler notları birbirinden bağımsız yazmış olsalardı, yani bağımsız kökenlere sahip olsalardı, binlerce sayfa boyunca böyle istikrarlı bir hiyerarşi göremezdiniz. Bir sayfada Ali ile Veli benzerken, diğer sayfada Ali ile Can benzer olurdu; ortaya tutarlı bir ağaç değil, çelişkili bir karmaşa çıkardı. Biyolojide sayısız bağımsız genetik veri setinin, tekrar tekrar aynı hiyerarşik ağaçta birleşmesi, bu yüzden çok güçlüdür. Bağımsız modeller, neden genomun her yerinde uyumsuz ve rastgele gruplamalar yerine, ısrarla bu “iç içe geçmiş düzenli ağaç modelinin” çıktığını açıklayamaz. En güçlü ve tek makul açıklama tüm canlıların bir ağacın parçası olduğu, hepsinin bir ortak atası olduğudur. 

Çok uzadı farkındayım ama bir klasik örneği daha vermeden yazıyı bitiremem. 

Kayıp kromozomun gizemi 

Biyolojik bir problemle başlayalım. İnsanlar hücrelerinde 46 kromozoma sahipken, yaşayan en yakın akrabalarımız olan şempanzeler ve diğer primatlar 48 kromozoma sahiptir. Eğer evrimsel biyolojinin iddia ettiği gibi bu türlerle ortak bir atadan geliyorsak, bu matematiksel uyumsuzluk nasıl açıklanabilir? Evrim karşıtları bu durumu evrimi eleştirmek için kullanırlardı (hala da kullananlar var). Bu anomali gibi görünen şey aslında dikkatli bakıldığında ortak ataya destek veren bir kanıta dönüşür. Çözüm biyolojik bir “birleşme” (füzyon) olayıdır.

Ortak ata tezine göre insan soyuna giden yolda bir noktada, atalarımıza ait iki ayrı kromozom uç uca yapışarak tek bir dev kromozomu oluşturmuş olmalıdır. Bugün biz buna İnsan Kromozomu 2 diyoruz. Ancak bu sadece bir varsayım değildir. Birleşmenin izleri kolayca görülebilir.

İlk kanıt Telomerlerde gizlidir. Telomerler, kromozomların uçlarında bulunan ve onları koruyan tekrarlı DNA dizileridir. Bunları ayakkabı bağcıklarının ucundaki açılmayı önleyen plastik parçalara benzetebiliriz. Normalde bu parçalar sadece kromozomun en uçlarında bulunur. Ancak iki kromozom uç uca yapışırsa, bu koruyucu uçların birleşme noktasında, yani yeni kromozomun tam göbeğinde kalmasını beklersiniz. İnsan Kromozomu 2’yi incelediğimizde, tam da tahmin edilen birleşme yerinde bu “iç telomer kalıntılarını” buluruz.

İkinci kanıt Sentromerlerdir. Bunlar, hücre bölünmesi sırasında kromozomların tutulup çekildiği “tutunma” noktalarıdır ve her kromozomda normalde sadece bir tane bulunur. İki kromozom birleşirse, yeni yapıda iki tutunma noktası olması gerekir. Ancak iki aktif tutunma noktası hücre bölünmesinde kaos yaratıp kromozomu yırtacağı için, birinin zamanla inaktif hale gelmesi gerekir. İnsan Kromozomu 2 tam olarak bu tabloyu sunar. Çalışan, aktif bir sentromerin yanında, işlevini yitirmiş ve fosilleşmiş ikinci bir “hayalet sentromer” daha bulunur. Ayrıca gen haritasına baktığımızda, şempanzelerin 2A ve 2B olarak adlandırılan iki ayrı kromozomunu alıp uç uca eklediğimizde, gen diziliminin İnsan Kromozomu 2 ile birebir, harita benzeri bir hassasiyetle örtüştüğünü görürüz.

Bu durumu yine bir analoji ile açıklayalım. Şempanze genomunu, belirli bir ders kitabının iki ayrı cilt halinde (Cilt 1 ve Cilt 2) basıldığı bir kütüphane gibi düşünün. İnsan kütüphanesinde ise aynı içerik mevcuttur, ancak bu iki kitap tek bir kalın cilt halinde birleştirilmiştir. Kitabı elinize alıp incelediğinizde, iki cildin yapıştırıldığı o “dikiş izini” (telomer kalıntıları) ve ikinci cildin artık işlevsiz kalan eski sırt etiketinin soluk izini (hayalet sentromer) sayfanın ortasında hala görebilirsiniz.

Kromozom füzyon modeli bu yüzden çok güçlüdür. Bu sadece “insanlar primatlara benzer” demekle kalmaz. Ortak ataya dair çok spesifik ve riskli bir tahminde bulunur. İnsanın bağımsız ortaya çıktığı durumda neden kromozomun içinde böyle parçalar olduğunun ise yine ad-hoc olmayan bir izahını vermek pek mümkün gözükmemektedir.

Tüm bu verileri bir arada değerlendirdiğimizde, tablo netleşmektedir. Bu kanıtların her biri tek başına güçlüdür. Bir araya geldiklerinde ise inkâr etmesi çok zor bir tablo ortaya koyarlar. Bu tablo basit bir gözlemden olasılık olarak çok daha güçlüdür. Dolayısı ile gözlemsel verilerden daha zayıf bir veri olarak değerlendirilemez. İnsan yaşamın büyük aile ağacının bir parçasıdır. Kalkıp da bu verileri İslamla karşı karşıya getirmek, ya da bu verilere inananları dinsizlikle suçlamak kanaatimce (Gazali’nin tam da bu bağlamda kullandığı ifade ile) İslama karşı işlenecek büyük bir suçtur. Elbette ki evrim tartışmasına giren çoğu din adamı ne yazık ki bu verilere sahip olabilecek bilim okur yazarlığına sahip değildir. Buna rağmen bu kadar iddialı konuşmaları ne yazık ki üzücü ve düşündürücü. 

Darwin yaşadığı zamanda genetik bilimi daha doğmamıştı. Genetik evrim kuramı için bağımsız bir test alanı sundu ve evrim bu testi güçlenerek aştı. Daha da ilginci bugün çoğu evrim karşıtı insanın beslendiği evanjelist kitapların önemli bir kısmı buradaki verilere temel olan ve insan genomunun okunmasını içeren “Human Genom Project”in bitmesinden önce yazıldı. Proje 2003 Nisan’ında bitti. Nitekim Behe gibi biyolojik verileri takip eden çok sayıda akıllı tasarımcı bugün bu veriler karşısında ortak ata tezine saldırmaz. Onlar doğal seçilime itiraz eder. Ama insanın diğer canlılarla akraba olduğunu kabul ederler. Diğer taraftan genetik veriler ortak ata tezine destek vermekle kalmadı. “Ani yaratılış programı” için yeni sorunlar çıkardı. Ona da sonraki yazıda bakacağız. Ondan sonra da dönüp konunun teolojik boyutuna bilimsel veriler çerçevesinde yeniden bakacağız.  

Kapatmadan burada anlattığım verileri detaylı ve epey anlaşılır bir şekilde okumak isteyenler için okuma önerisi de vereyim: Finlay, Graeme. Human Evolution: Genes, Genealogies and Phylogenies. Cambridge: Cambridge University Press, 2013. 

Önceki İçerikSabah gazetesi: “Habertürk’te taciz iddiaları yönetime iletildi, yönetim üstünü kapattı”
Sonraki İçerikErdoğan, Ahmet Kaya şarkısı söyledi, süreç mesajları verdi: “Çalışmaları süratlendirdik. Mağaralar boşaldı, silahlar yakıldı, yakılıyor.”