Anlatıldığı kadarıyla Tanrı insanı yaratınca, melekler Tanrı’yı protesto etti: “Böyle bir teröristi neden yaratıyorsun?” diye. Haklıydılar, insan inzibat ihtiyacı duyulacak serseri bir varlıktı. Meleklerin robot ordusu zaten her görevi yapıyordu. İnsan kan dökecek, kaza yapacak, günah işleyecekti. Emniyet kemerleri otomatik olarak bağlı olan kainatdaşların bu itirazı anlamlıydı. Ama Tanrı da haklıydı. Tanrı’nın bilip meleklerin anlayamayacağı bir tarafı vardı insanın. Farklı bir potansiyeli vardı. Nesne de olabilen bir özne idi insan. Geri dönebilen bir otonom parça evrene salıverilecekti. İnsanın varlığa salıverilmesi ile tarih başladı.
Parça’nın bütünlenme ihtiyacı insanı her zaman topaçlanmaya götürdü. Cemaatler, tarikatler, çeteler halinde görüldü insan. Sadece rüyalarda (fantasmagorik bir varlık olarak) tek başına görülebildi insan: Robinson Crusoe yahut Hayy İbn Yakzan (belki de onlardan ilham ile ıssız bir adaya düşen Tom Hanks).
İnsanın medeni bir varlık olması (yani toplumsal, politik, rasyonel vesaire olması) insanın antropolojik bir gerçeği idi. İnsanın sosyalliği aczinin (sınırlılıklarının) ve fakrının (ihtiyaçlarının) bir sonucuydu. İnsanın gerçekleşmesi ancak toplumsallık ile mümkündü. İnsan bütünleşebilen bir parça idi. Hem eklemlenerek bütüne ulaşıyordu hem de parça iken bütünlük (külliyet) kesbedebiliyordu.
Kendisi gibi cumhuriyetçi karıncalar ve arılara bakarken insanın biraz da kendini görmesi bu yüzdendir. Fakat insan karıncalardan bir karınca, arılardan bir arı, sürüden bir hayvan olmayı kendine yakıştıramadığı için de bir an önce sürüden ayrılmak ister. Kendini kendi kendine hükmeden otonom bir kraliçe sayar. Yahut kendini kendi kendine yeten bir kral gibi düşünmek ister. Gerçekte insan bütün olabilen bir parça olarak bunların ikisi birdendir.
Tarih boyunca insanların ekserisi avamdır. İnsan hayatının da önemli bir kısmı rutin olmak anlamında toplumsal olarak belirlenmiştir. Adını nasıl koyarsanız koyun: Halk, kitleler, yığınlar, vatandaş… Çoğunluğun her zaman navigasyon cihazlarına (öğretmen, GPS, tur rehberi vs) ıhtiyacı vardır. Bu irşad (olgunlaştırma) ve hidayet (doğru yolu gösterme) operasyonlarını çeşitli doğal ve yapay zekalar üstlenir. Bunların bazısı samimi bazısı şarlatandır. Tıpkı siyasette vatan-millet-Sakarya diyenlerin çok azının samimi, pek çoğunun sahtekar olması gibi. Mesela Apple’ın kadın sesli hocası Siri ekseriyetle dürüst bir mürşiddir ama Cüppeli Şarlatan Hoca aynı şekilde dürüst olmayabilir. Trafikte çalışmayan veya yanıltan GPS cihazına veya apaçık saçmalayan bir tarikat hocasına küfürler etmek onların lağvedilebileceği anlamına gelmiyor. Onların eleştirinin en radikalini hakediyor olması bile bu gerçeği değiştirmiyor.
Kitlelerin şeyh, mentor, hoca, guru ihtiyacı vardır. Pek az insan hakkıyla infirad (bireyleşme) yaşayıp kendi kendine yetme illüzyonunu ayakta tutabilir. İnsan, olabildiği ölçüde bireyleşmekle mükelleftir. İnsaniyetimiz bireyselleşebildiğimiz ölçüde değer kazanır. Ancak bu bizim hep ve her zaman bir parça olduğumuz gerçeğinden koptuğu an yanlış bir noktadayız demektir. O yüzden mutlak bir bireyselleşme mümkün olmadığı gibi mutlak bir özgürlük de insan için mümkün değildir. Doğası parça olmak olan bir varlığın özgürlüğü ancak bütünlük kazanmakladır. Kimilerinin sınıf veya sınıfsızlık ısrarı, kimilerinin iman ısrarı, kimilerinin yurttaşlık yükümlülükleri hep bu sırdandır. İnsanın yarısı ancak uçup kaçabiliyor. Diğer yarısı topluma ve maziye saplanmıştır. Bu saplanmışlığı bir bataklık veya bir emniyet kemeri olarak görmek mümkün.
Aydınlanmacı bireyciliğin naif bir beklentisi var. Hatta iki tane var: Birincisi insanların özgür olabileceğine dair kes(k)in kanaat. İkincisi, her insanın özgür olması gerektiğine dair normatif buyurganlık. Bunların ikisi de yarım veya eksik doğrulardır. İnsanın varoluşsal doğası, tamamen özgür olmasının önünde bir engeldir. Özgürlüğü biz ancak bir dolayım ile ediniriz. Ve çok azımız bunu başarır. Bir ideal olarak özgürleşme evrensel bir arzu olsa da pratikte insanın özgürlüğü nadiren vuku bulur. Normatif olarak evrensel bir norm olduğunda bile insanın özgürlüğü pratikte bir anomalidir.
İnsan toplumda insan olabiliyor. Boşlukta kayıp bir parça olmamak için çoğu kez gidip bir istasyona eklemlenir. Tarikatler, kulüpler, localar, cemaatler, çeteler, dayanışma grupları birer insanlararası uzay istasyonunudur. Kapsülün hayatta ve yörüngede kalması için istasyona eklemlenmesi gerekiyor. Şüphe ve kopukluk anlamında özgürlük bile en sonunda doğru bir yerlere yapışmak içindir. Yoksa vesvese suretinde hastalık şeklini alır.
Bu ihtiyaç populer kültürde çeşitli şekillerde kendisini belli eder. Masal anlatan dede, şifa dağıtan kocakarı, bilim anlatan uzman hep aynı ihtiyacın mahluklarıdır. Sırtını tıbba, tarih bilgisine, bilimselliğe dayayan ninni anlatıcıları (Canan Karatay, İlber Ortaylı veya Celal Şengür) yahut Allah’ın ve Peygamberin kutsallığına/dokunulmazlığına sırtını dayayarak dini manevi kıssa ve menkıbeleri anlatan (çoğu sakallı) din hocaları… Bunların hepsi aynı temel insani ihtiyaca (kesinlik, anlatı ve teslimiyet ihtiyacına) cevap veren servis sağlayıcılarıdır. Mexico City’de aidiyet sorunu yaşayan gençlerin çetedeki teslimiyet ve itaatte teselli ve istikrar bulan benlik arayışı ile bir cemaat veya tarikatte sükunet ve emniyet bulan gençlerin ortak bir tarafı var. Hayatın anlamlanması gerekiyor. Benliğin tanınması ve onaylanması gerekiyor. İnsan herşey olabilir ama hiçbirşey olmak istemez.
Pek bilinmese de Aydınlanma ile sosyoloji bilimi birbirlerini pek sevmezler. Çünkü Aydınlanma geleneğe düşmanlık etmekteki haklılığının kibriyle tam bir körlük içindedir. Siyasi ve dini otoritelere savaş açmış bir kurtuluş savaşçısıdır Aydınlanma militanlığı. Töreye ve otoriteye itiraz eden, dini ve siyasi saltanata savaş açmış bir kahramanın kendini pir û pak saymaması için hiç bir neden yoktur. Hayaller kurar. Herkes özgür olsa, heryerde akıl hakim olsa hiçbir sorunumuz kalmaz diye düşünür. İnsanı bağlayan bağlardan boşanmasını insanın özgürleşmesi olarak anlar ve insanin özgürleşmesini en yüksek değer sayar. Bu tür bir bağlardan boşanmanın (özgürleşmenin) ne tür problemler doğuracağına dair hiç bir fikri yoktur. İnsana fazlasıyla güvenecek kadar kibirlidir. Çünkü insanı tam olarak anlamamıştır. Bütün bu cehaletin arkasında aklın evrensel ve bireysel bir mesele olduğunu sanması yatar. Halbuki akıl sosyal bir mahluktur. Zira akıl, arkeolojik bir kazıyla yeniden veya tedricen açığa çıkartılan bir yitik hikmet nesnesi değil, ancak secerevi bir nispetle diyalojik bir süreçle inşa edilen bir içtihat çabasıdır. Bu içgörüden mahrum her Aydınlanma çabası sadece ve sadece bir yeni zaman putperestliği olarak tecelli edecektir. Nitekim, yirminci yüzyılın özellikle ikinci yarısında, insanlık ondokuzuncu yüzyılda inşaatı tamamlanan bu putun radikalizm ve körlükleri ile yüzleşmek zorunda kaldı. Bir haddini bilme hamlesi olarak postmodernizm bu anlamda Aydınlanmanın aşırılıklarından bir istiğfar çabası idi.
Aydınlanmacılığın gazına gelenler eski bağların iki anlamıyla “tutuculuğuna” karşı olmayı büyük bir meziyet sayarlar. Sosyoloji ise insanın eski bağlardan boşanması sonrası toplum denilen yeni bedende cüz olma sürecini anlamaya çalıştığı ölçüde Aydınlanmanın o çocukça sevincine ortak olamazdı. Çünkü eski bağlardan boşanan insan yeni bağlarla tekrar yekdiğerine bağlanmıştır. Toplum denen yeni bedeni ve bireyin ondaki yerini anlamaya çalışan her sosyoloji ustası mutlaka bazı sıkıntılara (yabancılaşma, anomi, köksüzlük) işaret ile insanın gerçekte özgürleşmesinin neredeyse imkansızlığına dikkat çekmiştir. Bu bireyci özgürleşmenin sathiliğine tepki gösterip ya bir toplum toptan bir beden olarak özgürleşecek ya da özgürlükten bahis edemeyiz diyen sosyoloji şeyhleri bile çıkmıştır.
Görüldüğü gibi akla ve bireye tutunan bir mesihyen özgürleşme söylemi olarak Aydınlanma bugün itibariyle bir ergen ideolojisi mesabesindedir. Tüm bu söylenenlerden insanın eski bağlardan özgürleşmemesi gerektiği, tahakkümün ortadan kaldırılmaması gerektiği, akla karşıtlık yahut bireyin bireyleşme hakkına itiraz çıkmaz. Sadece Aydınlanmadaki bu hararetli akılcılık ve bireyciliğin fikren ciddiye alınamayacak kadar çocukça olduğu sonucu çıkar.