Joan Manuel Serrat Teresa, Barcelona’da doğmuş genç bir Katalan müzisyendi. Sadece yetenekli bir besteci değil, aynı zamanda İspanya’yı uzun zamandır demir yumrukla yöneten diktatör Franco’nun “tek ulus, tek dil”, “İmparatorluğun dilini konuşun” politikaları kapsamında Katalanca gibi yerel dilleri kamusal alanda yasaklaması, şarkıları, kitapları toplatması, kütüphanelerdeki Katalanca kitapları imha etmesi karşısında anadilini yaşatmak isteyen aktivist bir sanatçıydı. Franco, korkunç katliamlara imza atarak ipleri tek yumrukla ele geçirmesini sağlayan iç savaşın sona erdiği 1939 yılından beri ülkeyi “España: Una, Grande y Libre” (İspanya: Tek, Büyük ve Özgür) söylemiyle yönetiyor, özellikle yerel yönetimlere, azınlıklara ve özerklik taleplerine karşı büyük bir baskı ve inkar politikası güdüyordu. Franco karşıtı sol siyasete eğilimli ve kültürlerine düşkün olan Katalanlar da bu rejimin en büyük mağdurlarındandı.

Franco rejimi özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da demokrasiye geçişin hızlanması sebebiyle uluslararası arenadaki görünürlüğüne ve imajına önem vermiş, Eurovision gibi uluslararası yarışmalara diktatörlük rejimini aklama fırsatı olarak yaklaşmıştı. Bu nedenle özellikle Avrupa’da solun yükseldiği 1968 senesinde Londra’da düzenlenecek olan 13. Eurovision Şarkı Yarışması Franco rejimi için oldukça mühimdi.
Franco rejimi, çok kültürlü ve barış içerisindeki Avrupa’nın kutlandığı bu şarkı yarışmasında önemli bir başarı elde ederek, olağandışı bu askeri diktatörlüğü meşrulaştırabilirdi. Bu nedenle İspanya’nın kamu yayın organı Televisión Española dikkatli bir eleme sürecinin ardından işte bu yetenekli genç Katalan sanatçı Joan Manuel Serrat Teresa’da karar kılmış, kendisine “La La La” adında hareketli bir hafif pop şarkısı verilmişti.

Katalan dilini yasaklayan Franco rejiminin Katalan bir genç tarafından temsil edilmesi çok zekice bir hamleydi. Nitekim Serrat, Katalan dili ve müziğinin korunması için çabalayan aktivist bir muhalifti. Franco rejimi Serrat’ın ülkeyi temsil etmesini “bakın Katalanlar da üst konumlara gelebiliyor” gibi bir propagandaya çevirebilirdi. Fakat genç Katalan müzisyen buna fırsat vermedi, teklifi kabul ettikten sonra şarkıyı anadilinde söylemek istediğini söyledi. Franco rejiminin kuklası kamu yayın kuruluşunun bunu kabul etme şansı yoktu. Böylece Serrat yarışmaya çok az bir zaman kala teklifinin kabul edilmemesi üzerine yarışmadan çekildi, İspanya Meksika’da turda olan genç kadın şarkıcı Massiel’i hemen ülkeye çağırdı. Massiel “La La La” şarkısını iki hafta da öğrenip yarışmaya katıldı ve bir puan farkla 1968 Eurovision Yarışması’nın şampiyonu oldu.

Franco rejimini yarışmada “aklayan” Massiel, bir puan farkla yarışmanın favorisi Birleşik Krallık’ı “Congrulations” şarkısıyla temsil eden Cliff Richard’ı yenmiş, büyük bir sürprize sebep olmuştu. Geçtiğimiz yıllarda İspanya’da çekilen belgesellerde iddia edildiği üzere aslında Franco rejimi yetkilileri, diğer ülkelerin kamu yayın organlarında çalışan jürilerini yakın merceğe almış, popüler olmayan dizilerin telif haklarını satın alıp İspanya’da yayınlatmak gibi rüşvet niteliğinde teklifler vererek kendilerine oy vermeleri için ikna etmiş, Franco rejimine “kültürel bir zafer” sunmak için etik ve ahlaki kuralları ayaklar altına alan “kirli” bir işe girişmişti.
Franco rejiminin bu kirli çabası ise maalesef başarıya ulaşmış, 1969 Eurovision Yarışması İspanya’nın başkenti Madrid’de düzenlenmişti. Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı sonrasında tesis ettiği barış ve kültürel birlikteliği sembolize eden bir şarkı yarışmasının faşist bir diktatörlük tarafından düzenlenmesi ise sadece Nazi geçmişiyle yüzleşmesi nedeniyle Avusturya’nın tepkisini çekmiş ve bir sürü ülke arasından sadece Avusturya Franco rejimini boykot ederek yarışmadan çekilmişti.

Aslında bu pek de şaşırtıcı bir tartışma değildi. Ses tonuyla Eurovision hayranlarının hafızasına kazınan rahmetli sunucu Bülent Özveren’in her halk oylaması açıkladığında Baltık ve Balkan ülkelerinin komşularına yüksek puan vermesine yüksek perdeden tepki gösterdiği üzere Eurovision ilk günden itibaren politik mesaj içeren şarkıların, konuşmaların sahne aldığı “siyasi bir kültür şöleniydi”.

Nitekim 1956 yılında ilk kez düzenlenen Eurovision’da Almanya, toplama kamplarından kurtulan bir Holokost mağduru Alman Yahudi Walter Andreas Schwarz ile yarışmaya katılmış, Schawarz “geçmişin geride bırakılmasıyla” ilgili neşeli bir şarkıyla yeni Almanya’nın dünyaya sunduğu politik mesajı aktarmıştı.
Bu gelenek geçmişten günümüze devam etti. Ajda Pekkan’ın petrol krizine atfettiği “Petrol” şarkısından Ermenistan’ın 1915’in 100. yılı için hazırladığı “Gölgeyle Yüzleş” şarkısına kadar birçok ülke güncel ve tarihi siyasi olaylara atıf yapan, sanatçıların kimlikleriyle özel mesaj veren eserlerle yarışmaya katıldı, halk ve jüri oylamalarında her zaman siyasi gelişmeler ve tarihi yakınlıklar, düşmanlıklar rol oynadı.
Fakat yarışmada hiçbir zaman organizasyonel anlamda büyük bir siyasi tartışma ve kutuplaşmanın içerisinde çekilmedi, siyasi mesajı çok yoğun içeren şarkılar törpülendi, bazen değiştirildi; yarışmayı organize eden Avrupa kamu yayıncıları birliği EBU bir şekilde her seferinde orta yolu bularak geniş katılımlı bir organizasyon düzenlemeyi başardı. Ta ki günümüze değin.
2021 yılında önce kamu yayın organının ısrarla ülkedeki antidemokratik seçimleri protesto eden muhaliflerle dalga geçen siyasi içerikli şarkı iletmesi üzerine Belarus’un ardından 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesi sebebiyle Rusya’nın yarışmadan diskalifiye edilmesi sahnede yaşanan siyasi gerilimi organizasyona taşıdı.
Rusya ve Belarus için jet hızıyla alınan kararın, Gazze’de dünyanın gözü önünde korkunç bir soykırım işleyen İsrail için uygulanmaması ise EBU ve Eurovision’ı sınıfta bıraktı.
Bu hafta EBU İsrail’in büyük bir hırsla yürüttüğü propaganda ve ikna kampanyasına yenik düşerek İsrail’in yarışmadan diskalifiye edilmesini oylamaya sunmadı, böylece İsrail’in işlediği soykırıma rağmen yarışmada kalması için böylece yeşil ışık yaktı, İsrail’in soykırım aklayıcı propagandasını onayladı.
Ne trajik ki zamanında Franco rejimine tepki göstermek için İspanya’ya gitmeyi reddeden ve 2026 Eurovision yarışmasının ev sahibi olan Avusturya, Netanyahu rejimine tepki gösteren vicdanlı Filistin yanlısı Avrupa ülkelerinin boykot ettiği ülke oldu.
İsrail’in uğruna dünyaları yaktığı bir başka beka meselesi
Gazze soykırımının başladığı 2023 yılından beri Eurovision, İsrail için bir beka meselesi. 166 milyondan fazla izleyiciyle dünyanın en büyük televizyon show’u olan Eurovision, Superbowl’dan bile daha büyük bir etkiye sahip. Avustralya’nın bile yoğun kamuoyu baskısı nedeniyle katıldığı yarışma, İsrail için bir “kamusal diplomasi” fırsatı.

İlk günlerden itibaren İsrail, yarışmayı devlet propagandası ve imajı için kullanıyor. Barışın gündemde olduğu günlerde İsrailli bir Arap ve Yahudi şarkıcının (İsrail’i 2009’da temsil eden Yahudi şarkıcı Noa bugün İsrail’i soykırımla suçluyor) “There must be another way” şarkısıyla sevgi mesajı vermesi, İsrail’in ilk kurulduğu günlerde ise “vaadedilmiş topraklar” mesajının şarkılarla iletilmesi özel bir kampanyanın sonucu.

Fakat özellikle 2024 ve 2025 yarışmaları İsrail için çok kritikti. İsrail, 2024’te 7 Ekim saldırısını anlatan bir şarkıyla katıldı, sözler siyasi olduğu için EBU’nun uyarısıyla değiştirildi, İsrail’i temsil eden Eden Golan “Hurricane” (Kasırga) şarkısıyla oldukça politik bir mesaj verdi. İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım İrlanda, Hollanda ve Yunanistan başta olmak üzere birçok ülkeyi temsil eden sanatçının İsrail’e karşı mesaj vermesine vesile oldu, birçok ülke sahneye Filistin’i temsil eden renkler, motiflerle çıktı ve sosyal medyada açıkça İsrail’i eleştirdi.
Buna rağmen İsrail 2024’te halk oylamasında en çok oyu alan ikinci, 2025’te ise 7 Ekim saldırısından sağ kurtulan bir şarkıcının performansıyla halk oylamasında en çok oyu alan ülke oldu. Jüri oylamaları nedeniyle daha geriye düşen İsrail’in yuhalamalara, tepkilere ve gösterilere rağmen böylesine yüksek oy alması hem tepki hem şüphe çekti. Birçok Eurovision hayranı ve bu konularda araştırma yapan gazeteci İsrail’in özellikle İsrail karşıtı ülkelerde yüksek oy almasının sebebinin yürütülen sahte SMS furyasına ve İsrail devlet organlarınca yapılan agresif sosyal medya trol kampanyasına olduğunu söyledi.
İsrail’in Eurovision’a verdiği öneminin kanıtı da bu. İsrail bütün devlet organlarıyla, hatta belki de istihbarat örgütleriyle bu yarışmaya hazırlanıyor, özellikle halk oylamasını etkilemek amacıyla özel olarak çalışıyor. Medya organlarıyla kendilerini eleştiren diğer yarışmacıları yıpratıyor, sosyal medyada “Hamas teröristi” olarak hedef gösteriyor, bakanlar, vekiller, Cumhurbaşkanı başbakanlarıyla tamamen yarışmaya odaklanıyor.
Zira İsrail, Avrupa halkları ve ülkeleri temsil eden sanatçılar nezdinde olumsuz bir algıya sahip olduğunun farkında ve Eurovision’da elde edilen sonuçların düzenlenen her seçimde İsrail karşıtı, Filistin destekçisi partilerin yaşadığı oy artışını telafi edeceğini düşünüyor, en azından Gazze’deki soykırıma yönelik Batı elitlerinin desteğini meşrulaştırmak için bir araç olarak görüyor.

İşin tuhaf yanı İsrail 2026’da Avusturya’da düzenlenecek olan Eurovision’da kalmak için kendisine yönelik yükselen tepkiyi bile araç olarak kullandı. Bizzat İsrail Cumhurbaşkanı Herzog tarafından kurulan bir ekip, EBU’nun karar toplantısı öncesi Avrupa’daki yayın organlarını gezerek propaganda yaptı ve daha etki ve ahlaki bir oylama yapılması, trol yöntemlerin kullanımının yasaklanması gibi kuralların kabul edilmesine yönelik bir teklif sundu; bu teklifin içerisinde bu kuralları kabul eden bütün üye ülkelerin katılımına dair bir düzenleme de vardı. Böylece ekstra bir talep olmadıkça İsrail’in yarattığı etik dışı kurallar ve oylamaya dair şüpheler giderilecek, fakat diskalifiye edilmeyle ilgili bir oylama yapılmayacaktı.
Nitekim plan işe yaradı ve EBU Genel Kurulu oylamaya ilişkin yeni kuralları kabul etti, Türkiye, Cezayir, İspanya gibi ülkelerin taleplerine rağmen İsrail’in yarışmadan diskalifiye edilmesine yönelik gizli bir oylama yapılmasını reddetti. Ve İsrail, Rusya örneğine rağmen yarışmadan atılmadı, en üst düzeydeki devlet görevlilerinden Cumhurbaşkanına birçok yetkili “tarihi bir zafer” olarak bu oylamayı en üst perdeden kutladı.
İsrail diskalifiye olsaydı Almanya ve İtalya yarışmadan çekilecekken, İsrail’in diskalifiye olmaması üzerine İspanya, Hollanda, İrlanda ve Slovenya yarışmadan çekildi. İspanya yarışmaya en çok bütçe katkısı veren ilk beş ülkeden biriyken, Hollanda altıncı. Özellikle İspanyol hayranlar hem saha hem sosyal medyada Eurovision’un en sıkı hayranları. Bu ülkeler sadece katılmama değil aynı zamanda yarışmayı da yayınlamama kararı da aldılar. Yarışma ciddi şekilde en büyük kaoslarından birinin içine savruldu, hem reyting hem gelir kaybetme ihtimali arttı. Büyük ihtimalle diğer ülkelerde de yarışmadan çekilmeme kararı bir kamuoyu baskısı yaratacak, her bir ülkede yeni bir tartışma açacak.
Bu nedenle İsrail daha önce savaşların, kutuplaşmaların başaramadığını başarıp Eurovision’u paramparça etti bile.
Şimdi istediği şarkıyı, istediği siyasi mesajı verebilir; ama dinleyen kaç kişi olacak meçhul.
Sahneyi İsrail’e bırakmak çözüm mü?
Batı’nın özellikle EBU ve Eurovision için tarihi öneme sahip Avrupa Birliği üyesi ülkelerin yarışmayı İsrail nedeniyle boykot etmesi önemli bir hamle. Böylece İsrail doğrudan Batı ittifakında yer alan Avrupalı ülkelerce Gazze’de Trump barışına rağmen “Kuzey Koreleştirilmeye” devam ediyor.
Fakat her şeye rağmen Eurovision sahnesi İsrail ve propagandasına alan açtı. Evet büyük ihtimalle birçok ülkeden sanatçı, hayran İsrail’i protesto etmeye devam edecek ve İsrail her zamanki gibi yarışmayı ikiye bölen tartışmalara sebep olacak. Ama günün sonunda İsrail’in sesi Viyana’dan milyonlarca kişiye yankılanırken Filistin’in sesi birileri taşın altına elini koymadıkça sahneye çıkamayacak.
Bu noktada belki de EBU’nun toplantısına katılarak aktif bir şekilde İsrail’in diskalifiye edilmesini savunan Türkiye ve TRT, Filistin’in sesini dünyaya bu önemli etkinlikte duyurma şansı yakalayabilir. Filistin asıllı bir sanatçının veya bir koronun yer aldığı, siyasi mesaj yasağının yaratıcılıkla zekice delindiği, kamusal propagandanın İsrail’i zedeleyecek şekilde yapıldığı bir şarkı ile yarışmaya dönebilir, Filistin’in sesini taşıyarak İsrail’e sahneden yanıt verecek bir şekilde yarışmayı içeriden zor duruma sokabilir. Belki bunu yarışmaya katılma hakkı olan Cezayir, Lübnan gibi ülkeler de takip edebilir.
İsrail sahneye çıkınca yükselen her yuhalamanın, Türkiye sahneye çıkınca alkışa döneceği kesin. Türkiye yarışmadan çekildiğinden beri Türkiye’nin her eski şarkısının hatırlatılması, küçük bir kesitinin oynatılması veya Sertab Erener’in geçen sene sahneye çıkıp meşhur birincilik şarkısını söylemesi büyük bir coşkuyla karşılanıyor, sosyal medyada herkes Türkiye’nin geri dönmesini istiyor. Bunun Filistin üzerinden sosyal bir mesajla verilmesi Türkiye için benzersiz bir fırsat olabilir.
Evet Eurovision siyasetsiz olmuyor, ama Türkiyesiz de hiç olmuyor.
Özellikle bu sene Türkiye, İsrail’in Eurovision’u yok etmek pahasına kanlı tırnaklarıyla tutunduğu bu mikrofonu elinin tersiyle itmemeli.
Boş bırakılan sahnelerin, kimlerce hevesle doldurulduğu, belki neden bu sahnelerin boş bırakılmayacağının en büyük kanıtıdır.
Kendi derdimizle uğraşmaktan, birbirimize düşmekten dünyaya söyleyecek söz kalmamış olabilir; ama sözlerinin, feryatlarının duyulması için bizim sesimize muhtaç olanlara karşı sorumluluğumuz istesek istemesek de baki.
Yeniden Viyana kapılarına dayanmak şart; bu sefer kılıçla değil, müzikle.













