Biz insanlar, kanaat önderi, gazeteci, halk olarak, yönetici kadrolar olarak ileri derecede pragmatik varlıklarız. Dolayısıyla pragmatik yani faydaya odaklanarak yürüyenler, bu bir kazanç sayılırsa, en azından kemiyet açısından her durumda kazanır. Ancak etik, adalet, doğruluk gibi keyfiyette bir kazanca odaklananların kazanması zordur, çünkü insan sermayesini faydacı, niceliksel kazançlar ile sağlar. Aksi olsaydı eğer, ne adaleti hedefleyen hukuka, ne adaletin işlerliğini sağlayan ahlaka, dinler, düşünürler, ideolojiler tarafından bu denli aşırı vurgu yapılmazdı. Ama biz her kesimin dilinde ne görüyoruz; batıla karşı hak, zulme karşı adalet, yanlışa karşı doğru… çünkü içten içe bunların mevcut olmadığı ama bunlara muhtaç olduğumuzu gayet iyi biliyoruz. Elimizde olmayan dilimize pelesenk oluyor.
Türkiye bir seçim geçirdi, sonuç ülkeye hayırlı olsun, sandıktan çıkanları da tebrik etmeli.
Bu sonuçla ilgili herkesin bir fikri ve fikrini ifade etme hakkı olsa da, sonucun neden böyle olduğu konusunda birden çok gerekçe var. Bence mesele, gerekçelerin hakikate isabet edip etmemesi.
CHP’nin tek parti dönemi dışında iktidar olamamasına, uzun yıllar en fazla % 30-% 35 bandına çıkmasına mukabil, eski CHP’den farkı olan yeni CHP, iliklerine kadar pragmatik olanların hesaplarına rağmen, ulusalcı-milliyetçi reflekse sahip, kutuplaştırıcı, otoriterlik yanlısı “bu çarıklılar yine seçimi kazandı” diyerek halkı, iktidarı destekleyen insanları aşağılayan bazı CHP’lilerin dolaylı olarak iktidara oy kazandırmasına rağmen, CHP’nin “din düşmanı” olduğu ezberinden çıkamayanların sayısının az olmamasına rağmen, aşırı kutuplaşmış bir ülkede birleştirici dil kullanmasına rağmen, iktidarın ülkenin ve devletin tüm kaynaklarından seçim için faydalanmasına buna mukabil CHP’ye, SnKılıçdaroğlu’na sadece 30 dakika ve 30 SMS hakkı verilmesine rağmen, pragmatizmin nirvanasında gezdiğimiz günlerde eşitlik, demokrasi demesine rağmen, gazetecilerin kendilerini eleştirebilecek kadar hür olmasına rağmen % 47.82 bandına çıkabilmesi, seçim sonucu olarak kazanamamak olsa da, genel durum itibariyle ne kayıptır ne de hezimettir. SnKılıçdaroğlu’nun seçimi kazanamadığı ortada ancak başarısına hezimet denilmesinin doğru olmadığı da ortada.
Gözlerden kaçmasın şöyle bir durum da var; makul bir biçimde “Bu oylar sadece Kemal Kılıçdaroğlu’nun aldığı oyu göstermiyor zira ortada ittifak, 6’lı Masa, Kürt oyları vardı”denilebilir. Peki, meseleyi şöyle ele alsak; CHP, eski CHP olsaydı, muhafazakar kesimlerle yan yana gelebilir miydi, Kürtlerden oy alabilir miydi? Şu zamana kadar ülkede dindar, Alevi, liberal, Kürt vatandaşlara mesafeli olan CHP’nin artık bu mesafeyi uygun dille kapatması hem Türkiye siyaseti hem de sosyolojisi için daha hayırlı değil mi? Ülkenin neredeyse yarısını ifade eden % 47 içinden bahsettiğim kesimlerin oylarını çekip alırsak ortada yine % 30-35 kalmayacak mı? Şu durum istifayı mı gerektirir, Kemal Bey’in ifadesiyle mücadeleye devam edilmesin mi?
Seçim sonrası, “Kılıçdaroğlu aday olmamalıydı, Kılıçdaroğlu istifa etmeli” ifadeleriyle karşılaştık. Bu anlayışa sahip kişiler için bugün iktidarın sahip olduğu üsluba sahip, ülkenin diğer yarısını dışlayan, pragmatik, öfke dilini kullanan, birleştirici değil kutuplaştırıcı olan bir CHP olsaydı, seçim kazanılırdı. Ama o zaman değişime ihtiyaç olduğunu, değişim istediğini şu ifade eden seçmenin gidebileceği bir alternatif olacak mıydı, bu seçmene haksızlık değil mi? Türkiye’de zaten böyle siyaset yapanlar var, aynısının bir farklısını icat etmeye lüzum yok ki… Ülkenin % 47’si zaten Kılıçdaroğlu öyle olmadığı için onu seçti. Yoksa, tüm seçim kampanyasını kısa vadede kazanç sağlayacak popülist söyleme emanet edecektiyse, hatta inanmadığı şeyleri sırf oy alabilmek için savunacaktıysa değişim istemenin ne gereği vardı? Bunu talep etmek değişim istemek değil, sadece iktidarı ele geçirmek istemektir ki bu da ülkenin neredeyse yarısına tekabül eden muhalefet destekçilerine haksızlık değil midir?
Hayata sadece maddi kazanç açısından bakan, ideal olanı kazanç sağlamayacağı için kolayca terk edenlerin çoğunlukta olduğu bir düzende, siyasetin neredeyse hedefe ulaşmak için her yol mubahtır anlayışının oldukça benimsenmiş olduğu bir zamanda, CHP’li dahi olmayan, SnKılıçdaroğlu ile köşe yazarı-siyasetçi seviyesi dışında ilişki geliştirmeyen, fanatikleşmeyen, hatta ikinci tura yakın kullandığı siyasi söylemi eleştirebilen, pragmatizme karşı etik değerleri önceleyebilen, kaybetme ihtimaline rağmen doğru bu diyebilen az sayıda köşe yazarı, gazeteci, kanaat önderi ve çok sayıda Türkiye vatandaşı var. Ve bu kitlenin varlığından etik kaygılarım nedeniyle umutluyum. Sn Kılıçdaroğlu’nun da kendisine destek veren, kendisinin emeklerini gören ve takdir eden aynı zamanda adalet ölçüsünde yanlış bulduğunda eleştirebilen bu geniş kitle adına, siyasete devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Seçim sonucu gayet net ortada ve bunu yok sayamayız. Bu sonucu yok saymadan ancak etik değerleri öne çıkaran, seçim için değerleri malzeme yapmayanlar için kazanç, başarı sadece seçim sonucuyla ölçülmüyor. Dolayısıyla kendi adıma,“Kılıçdaroğlu istifa etmeli” talebine katılmıyorum. Metroda, sosyal medyada AK Parti seçmenine hakaret edip, halkı aşağılayarak iktidarın oyunu arttırmasına da neden olanların Kılıçdaroğlu’nun emeklerine zarar vermesine gönlüm razı değil. Bu nedenle kısa vadede pragmatik bir kazanç sağlamasa da uzun vadede -en azından şimdilik- Türkiye için bir çeşit normalleşme emaresi sayılabilecek bir biçimde siyaset yapan Kemal Bey’in, CHP’li olmayan kesimleri, CHP’ye oy verecek hale getirmesi siyasi bir figürün ölçülebilen başarısıdır. Hiçbir şey için değilse bile sırf bu nedenden ötürü Kemal Bey, CHP’nin başında kalmalıdır. En azından ben böyle düşünüyorum.