Seçim sonrası bu ilk yazı birkaç gün gecikmeli bir seçim analizi.
31 Mart seçimlerinin benim merceğimle Türk siyasetine, ülkedeki toplum-siyaset ilişkisine dair önemli sonuçları şunlar:
1.Bu seçimler serbest seçmen davranışının öne çıkmasına tanıklık yapmıştır. Siyasi partilerin varsayılı kimi seçmenleri kendi partisinin adaylarına oy vermemiş, verili kimliğinin dışında “farklı” ve “bireysel” bir tercih yapmıştır. Partileri aşan bu seçmen davranışı tablosu, ne kadar kalıcı olacağı ve genel seçimlerde tekerrür edip etmeyeceği bilinmemekle birlikte, Türk siyaseti için önemli bir gelişmedir. Yaşanan durum, esas olarak, toplumdan gelen ve siyaseti yönlendirmeye dönük bir dalgaya işaret etmektedir.
2. Yerel seçimler, bu anlamda, CHP’nin siyasetiyle seçmeni kendisine çektiği seçimler değil, farklı muhalif seçmen gruplarının umut ve beklentiyle ona doğru gittiği seçimler olmuştur. Durum, bir bakıma son genel ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalif siyasi partilerin başarısızlığını, seçmenin telafi etme, siyasete ağırlığını koyma çabasıdır.
3. Seçmenin bu davranışı ülkedeki verili kimlik-birey ilişkisini de esnetmiştir. Seçmen aidiyetinin zaman zaman önünde geçen siyasi tercih ve beklentilerle, kimlik kalelerinde gedikler açmıştır. Seçim öncesi DPI için yaptığım bir çalışmada belirttiğim gibi: “Kadim kültürel kırılmalar, hemen her zaman toplumsal ve siyasal farklılaşmalarının zemini oluşturmakla birlikte, aldıkları biçimler ve öne çıkardıkları hassasiyetlerle bir dönemden diğer döneme değişkenlik taşırlar. Genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri bu açıdan değerlendirildiğinde siyasal davranış, beklenti ve güdülerde kültürden siyasala, mikrodan makroya doğru bir kaymadan ya da yaşanmakta olan bir kaymanın pekişmesinden söz edilebilir. Ana zemini oluşturan kadim kültürel kimlikler, bugün itibariyle kültür ve yaşam biçimi savaşlarından çok, birbirinden farklı siyasi tasavvurları, siyasi düzen beklentilerini, ideal toplum formlarını beslemekte, toplumsal enerji bu noktalara sürüklenmektedir…” Yerel seçim sonuçları bu tabloyu bir kez daha teyit etmiştir. Bununla birlikte, “CHP’nin seçim kazanması, AK Parti’nin kalelerini yıkması yerel seçimler dışında, ülkenin yönetimiyle ilgili bir genel seçimde tekrar edecek midir” sorusu ortada durmaktadır.
4. Yukarıdaki tespitler CHP’nin yüzde 38’e varan başarısını ortadan kaldırmaz. Her şeyden önce bu sonuçla moral üstünlük muhalefete geçmiş, demokrasiye dönüş umutları yeşertmiştir. Ancak asıl sınav şu andan itibaren başlayacaktır. CHP, kendisine akan desteği kucaklayacak mıdır, ona uygun siyaset üretebilecek midir? Siyaseti kimliklere ve pozisyon almaya endeksleyen takıntılarından uzaklaşıp merkeze yerleşebilecek midir? Türkiye’nin geleceği biraz da bu sorulara verilecek yanıta bağlıdır. Kılıçdaroğlu’yla başlayan merkeze yürüme çabası, İmamoğlu gibi birden çok değer sistemini bünyesinde temsil eden adayların varlığı bu kapıyı açmışken, seçmenin bu partiye gelmesi CHP ve Türkiye için önemli bir fırsattır.
5. Son husus AK Parti’nin zemin kabıyla ilgilidir. Zemin kaybı her anlamda (aslında oy oranlarının uzun süredir gösterdiği üzere) muhakkaktır. Yerel seçimlerde AK Parti’nin güçlü oldğuu yerlerde katılımın düşmesi, AK Parti’nin İstanbul’da 9 puan gerilemesi, bu partinin seçmenindeki memnuniyetsizliği göstermektedir. İktidar partisi, iddialarının hilafına yeni Türkiye’nin dinamiklerinin oluştuğu merkezleri de kaybetmeye başlamıştır. Bu durum oy oranları ötesi kritik husustur. Hatem Ete bu tespiti, Medyascope’taki seçim analizinde şu sözlerle yapıyordu: “AK Parti’nin en önemli sorunu yeni sosyolojiyi kaybediyor olmasıdır, büyük şehirleri ve merkez ilçeleri kaybetmesi AK Parti’nin geleceği tüketmeye başladığına dair işaretlerdir. Türkiye’nin geleceğini etkileyecek ana dinamiklerin oluştuğu yerleri kaybedip ve Anadolu ve taşraya çekilmesi anlamlıdır”. Şüphe yok ki, bu durum sosyolojik bakımdan önemlidir.
Ancak genel değil, yerel bir seçim yaşandığı da hep akılda tutulmalıdır.
Seçim sonrası ilk tespitler ilk işte böyle..