Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKutsal Taliban Cumhuriyeti’nde, Damızlık Kızın Öyküsü

Kutsal Taliban Cumhuriyeti’nde, Damızlık Kızın Öyküsü

Yukarıda solda kapağını gördüğünüz “The Handmaid’s Tale,” Margaret Atwood’un 1985’te yayınlanan distopik romanı. Türkçeye “Damızlık Kızın Öyküsü” diye çevrildi. Belki çok uzak olmayan bir gelecekte, ABD yıkılmış. Yerine, Gilead Cumhuriyeti adında, alabildiğine ataerkil, totaliter bir düzen kurulmuş. “Komutanlar” diye bir hâkim sınıf (veya kast) oluşmuş. Normal, insanî kadın-erkek ilişkileri diye bir şey kalmamış. Kadınlar köleleştirilmiş. Âşık olup da sevişmek, sevginin bir ifadesi ve sonucu olarak sevişmek yasak. Cinsel ilişkinin tek amacı, (asla duygulanmaksızın ve zevk almaksızın) çocuk yapmak. Bu hizmeti de “komutanlar” sınıfına, İngilizce orijinalinde “handmaids” denen, sözlük karşılığı hizmetçi veya nedime (belki cariye) olabilecek, kuşkusuz “damızlık kızlar” çevirisi cuk oturan bir köle-kadınlar zümresi sunuyor.

[27-28 Aralık 2022] Gilead sözcüğü Tevrat’tan geliyor. Şeria nehrinin doğusunda bir yöre. Bugün Ürdün’ün kuzeybatısında kalıyor. Dolayısıyla Gilead Cumhuriyeti, Kutsal Kitaplara atıf yoluyla, sırf isim olarak dahi derhal, sırtını dine dayayan bir diktatörlüğü çağrıştırıyor. Ayrıntılarda, örneğin, kadınların sokağa tek renk (kırmızı) burka ve peçe ile çıkması zorunlu. (IŞİD’de de cariyelik vardı. Tek renk ise siyahtı kuşkusuz.) Romanda bütün bunları Gilead Cumhuriyeti yıkıldıktan sonra öğreniyoruz. Özgürlük ve demokrasi geri geliyor. Bir yerden, o handmaid’lerden, damızlık kızlardan birinin tutmuş olduğu bir günlük çıkıyor. Kendi öyküsünü anlatıyor. Sonra bütün o Gilead dönemi hakkında bir tarih kongresi toplanıyor ve bu günlük de inceleniyor, tartışılıyor. Bildiri sunanlardan biri bize tarihçiliğin “yargılamak değil anlamak” (verstehen) ilkesini bile hatırlatıyor.

Günümüzde dünyanın herhangi bir yerinde var mı böyle bir distopya? Gilead Cumhuriyeti’nin bir benzeri? Var tabii. Gözümüzün önünde: Taliban yönetiminde Afganistan. Yukarıda sağda, kutsal Taliban Cumhuriyeti’nin “komutanlar” sınıfından birini görüyorsunuz. İyi bakın. Bu adam veriyor hemen bütün kararları, ülkesinin kadınları hakkında. Mulavi Nida Muhammed Nadim. Gerçekten de komutan; bilfiil savaşmış yıllar boyu. Rejimin en sert ve sıkı kadrolarından. Ekim başlarından bu yana Eğitim Bakanı. 2021 Ağustos ayında iktidara gelen Taliban’ın aslında üçüncü eğitim bakanı. Başlangıçtaki boş hayaller hilâfına, ılımlılaşacaklarına giderek katılaşıyor, büsbütün vahşileşiyorlar zaman içinde. Etrafa ilim, irfan ve hikmet incileri saçıyorlar.

İlki, şu gördüğünüz Şeyh Molvi Nurullah Münir’di. 7-20 Eylül 2021 arasında sadece iki hafta görevde kaldı, ama hem 6 Eylül 2021 tarihli aşağıdaki resimde gördüğünüz gibi,

üniversitedeki sınıfların ortasına perde çektirip kadın ve erkek öğrencileri ayırdı, hem de iki gün sonra, 8 Eylül’de ilginç bir demeç verdi genel olarak yüksek öğrenim hakkında. “Bugün artık doktora diplomasının, yüksek lisans diplomasının değeri kalmadı. Bakın iktidardaki mollalalara, Talibana. Görüyorsunuz ki doktoraları, yüksek lisansları, hattâ lise mezuniyetleri bile yok. Ama en büyük onlar” buyurdu.

Az kalsın gülecektim. Derken, bir zamanlar bizim, solcuların ve özellikle biz Maocuların “burjuva bilimi”ne ve “burjuva aydınları”na karşı açtığımız “proleterleşme” kampanyalarını; hele Mamak 28. Tümen yıllarımızda, kendi Mollamızın, kendi Ayetullahımızın “gelecekte, sosyalizmde böyle ayrı ayrı bilimler olmayacak; ne gerek var; Marksizm yeter, hepsini kapsıyor” diye attığı nutukları hatırladım. İçimi öfkenin yanında bir de hüzün kapladı.

Şu yukarıdaki resim de Mevlevi Habibullah Ağa; Nurullah Münir’in ardından, Taliban’ın 21 Eylül 2021’de atanan ikinci eğitim bakanı. Örgütün pek ortalıkta gözükmeyen en yüksek lideri Hibatullah Ahundzade’nin yakın çevresine, iktidarın iç halkasına mensup. Göreve gelmesinin hemen ertesinde, 22 Eylül (2021) Çarşamba günü şöyle demiş, neler yapmayı tasarladığını soran Fransız Haber Ajansı (AFP) muhabirine: “Biz kendi kendimize herhangi bir plan yapamayız. Bu değildir bizim usulümüz. Bunun yerine, ben yüce liderimizin vereceği talimata göre hareket edeceğim.” Reisçilik dediğin böyle olur. Öte yandan AFP bundan sonra başka kaynaklara da başvurmuş Taliban’ın üst kademelerinden. “Ilımlı”lardan olduğu anlaşılan bir kıdemli kadro, asla ismi geçmemek kaydıyla kendilerine, Habibullah Ağa’nın ilkokula dahi gitmediğini, muhtemelen okuma yazma bilmediğini, bakan olmasının ise kızlara orta öğrenim yolunun tekrar açılması umudunun çökmesi anlamına geldiğini söylemiş.

Gelelim, Afganistan İslâm Emirliği’nin üçüncü ve son eğitim bakanına, yani üç aydır bu görevde olduğunu söylediğimiz “komutan” Nida Muhammed Nadim’e. Yukarıda da belirttiğim gibi, Taliban’ın askerî komutanları ve “kurtardığı” topraklardaki bölge valilerinden. İlk Taliban rejiminin 2001’de yıkılmasından sonra, Batı müdahalesinin gölgesinde serpilen bütün laik eğitim kurumları ve uygulamalarının kökünü kazımaya yeminli. Bu da çok tipik bir kutuplaşma tabii: bir yanda dışarıdan, yabancı müdahalesiyle gelen, dolayısıyla emperyalizmle özdeşleştirilen modernite unsurları. Diğer yanda, anti-emperyalizm adına, yerli ve millîdir diye, bizim kimliğimizdir diye, bizim medeniyetimizdir diye, geriliğe ve daha daha geriliğe sarılmak. Taliban (ve IŞİD ve El Kaide) tümüyle bu zaten. Bu çelişkide, Taliban Afganistanı’nın üçüncü eğitim bakanının nerede durduğuna da en ufak bir kuşku yok. En son kadınlara üniversite kapısını tümüyle kapatma kararını ve gerekçesini Serbestiyet’in 24 Aralık tarihli haberinden okuyoruz:

Bakan önce bu kararın geçici bir yasak olduğunu, üniversite ve ilkokul müfredatının şeriata ve Taliban’ın bakış açısına göre düzenlenmesine, İslamda kadının konumuna uygun bir hale getirilmesine kadar süreceğini söyledi, mevcut eğitim koşullarının fuhuşa teşvik ettiğini öne sürdü: “Bu karar tesettüre riayet edilmediği, kadınların il il gezip yurtlarda kaldığı ve okumalarına gerek olmayan bölümlerde eğitim aldığı, şeriat dışı müfredat uygulandığı, birçok üniversitede fuhuşun önünü açan karma eğitime yer verildiği için alındı. Bu karara karşı çıkmak İslama isyandır, cezası bellidir.”

Bakan açıklamasının devamında Türkiye’deki İslam uygulamasını eleştirdi: “Hiç kimse Kur’an’da ve hadislerde modern bilim okumanın gerekli olduğuna dair bir ibare gösteremez. Biz Türkiye ve Suudi Arabistan gibi değil, saf İslam istiyoruz. Allah bize güç verdi, hiç kimseden korkmuyoruz, şeriatı en güzel şekilde uygulayacağız. İslamda kadının konumu bellidir, bundan fazlası verilemez. Bugün kadınların eğitim almasını savunanlar, yarın hırsızlığı, zinayı, tesettürü [tesettürü kaldırmayı olacak – HB], alkol içmeyi, fuhuşu da savunur. İslam kadınların eğitimini kabul etmiyor, fuhuşu engellemeyi buyuruyor. Kadın erkeğin tarlasıdır; erkeğe hizmet zorunlu, eğitim değil.”

İslâma isyan dediğinde, bu, irtida anlamına geliyor, mürtedliğin “belli” dediği cezası ise ölüm. Kadınların okuma talebi, ya da kadınların okumasında ısrar, idamla cezalandırılabilecek bir suç haline geliyor.

Bu, sonuç. Fakat şu mantığa da bakar mısınız. (1) Kadın okursa, eğitim görürse, hırsızlık, zina, fuhuş vb de zincirleme gelirmiş. Çorap söküğü gibi gidermiş birbiri peşi sıra. Yani tersten söylersek, hırsızlık, zina, fuhuş vb eğitim görmek ile iltisaklıymış meğer. Totalitarizm nedir? Totalitarizm budur işte; böyle toptancı mantık(sızlık)larla başlar. Bugün en küçük bir itiraz belirtirsen, soluğu karşı-devrimin, sömürgecilerin, şeytanların, revizyonizmin, burjuvazinin, CIA’nin kucağında alırsın. Dolayısıyla kafanı şimdiden koparıverelim. Bir zamanlar: “Bu karara karşı çıkmak anti-Sovyetizmdir; işçi sınıfına, proletaryanın öncü partisine, Marksizme, sosyalizme isyandır, cezası bellidir.” Şimdi: “Bu karara karşı çıkmak İslâma isyandır, cezası bellidir.” İran mollalarının mahkemeleri de aynı gerekçeyle hüküm veriyor zaten: “Allaha karşı gelmiştir.”

(2) Peki, totalitarizm budur da, ya ahlâksızlık nedir? Ahlâktan da dem vurup duruyorlar; bütün bunları ahlâk koruyuculuğu adına yapıyorlar. Ama, işte bakın, ahlâksızlık ta kendileri. Tam bu aslında. İnsanlığın yarısını medana getiren kadınlara bakıp, erkeğin şehvetini karşılayacak bedenlerden başka bir şey görmemek. Her yönüyle insan değil, insanlığını kabul edilip insanca davranılması gereken bireyler değil (bunları, bu kadar âşikâr gerçekleri ve evrensel insanlık normlarını böyle yazmak bile tuhaf geliyor şimdi), sadece birer seks objesi görmek. Kadınları tek tipleştirmek, dümdüz etmek, erkeklerin zevkinin üzerinde tekel kurulacak nesneleri olarak.

(3) Bir de şu var: Kutsal Kitaplar (veya her türlü hukuk) neyi emreder, neyi yasaklar? Yapılabileceği belirtilmemişse yasak mıdır, yoksa yasak olduğu belirtilmemiş her şey serbest midir? Bu konuda da, akıl yürütme tarzı olarak, insanlık bir yana, Taliban diğer yana. Neymiş; Kur’anda ve hadislerde modern bilim okumanın gerekli olduğuna dair bir şey yokmuş. Kadının eğitimi diye bir şey de yokmuş. Öyleyse, emredilmediğine göre yasaklanabilirmiş. Böyle çalışıyor kafaları. Bu kadar korkunç bir dogmatizmin, fanatizmin içindeler. Toplum, en küçük ayrıntısına kadar, Asr-ı Saadet’te olduğu gibi kalacak. Orada donacak. Başka hiçbir adım atmayacak.

Bunlar, bu Talibancılar (ve IŞİD’ciler ve El Kaideciler) dünyanın hem en korkunç kadın düşmanları, hem de en korkunç, en pis, en ahlâksız takiyyecileri; tek ayak üstünde sürekli yalan söylüyorlar, dünyayı aldatmacasına. Taliban Ağustos 2021’de iktidara gelirken ne ılımlılık vaatlerinde bulundu; Türkiye’de de, kimler nasıl inandı, inanmak istedi bütün bunlara; görüşebiliriz, görüşebilirim diye demeçler de verildi, bu meyanda. Sonrasında, hızlı ve fütursuz bir tırmanış geldi: intikamcılık; cadı avları (kadın yargıçlar, savcılar, avukatlar); ardından, genel olarak çemberin daralması, bütün hak ve özgürlükler, ama bilhassa da kadınlar etrafında. Ve şimdi: kızların, kadınların okuması, kamusal alana çıkması, meslek sahibi olması, çalışması – hepsi yasaklanıyor, çünkü sadece “erkeğe hizmet” zorunlu. Bundan mek parmak ötesi zina, fuhuş, İslâma isyan sayılıyor.

Fakat enteresandır, Tükiye’deki bazı çevrelerde geçen yılki hayaller (veya inanmış gibi yapma çabaları) hâlâ sürüyor. Bu sefer de alelacele olmadık krediler açanlar var Taliban’a. Nida Muhammed Nadim, bu geçici bir önlemdir, sınıf yetersizliği var, müfredata uyulmuyor, bunları halledip üniversiteleri tekrar açabiliriz kadınlara gibi şeyler de söylemiş ya, Kur’an’da yok ve fuhşa teşvik argümanlarının yanı sıra? Aman aman, ne kadar doğruymuş bunlar; ne kadar hak vermek, asla üsttenci davranmamak, daha dostça bir tavırla yardımına koşmak gerekirmiş Taliban’ın. Örneğin Afganistan’da kızların eğitimi sorunu acaba nasıl çözülebilirmiş; bu konuda ne önerilebilirmiş Taliban’a? Böyle yazanların ya kendileri çok saf, ya da başka herkesi çok saf sanıyorlar. Nurullah Münir’lerin, Habibullah Ağa’ların, Nida Muhammed Nadim’lerin kadınların okuması açısından neyi tolere edebileceği çok açık. Eninde sonunda izin verecekleri eğitim, şeriat eğitimi. Oradan da ilk öğretim için kadın öğretmen yetiştirecekler. Kadınlar için ayrı üniversiteler kursalar, onlar da sadece din hocası mezun etmeye yarayacak. Hukuk? Tıp? Mühendislik? Asla istemiyorlar böyle şeyleri. Temel sorun kadınların kendi ayakları üzerinde duramaması. Meslek sahibi olmamaları, hayatlarını kazanmamaları. Erkek (baba, koca, ağabey, hattâ küçük kardeş) otoritesinden bağımsız olmamaları. Kamusal alana çıkmamaları. Çünkü “erkeğe hizmet” bunu gerektiriyor.

Ben bu yazıyı yazarken, son anda bir haber daha geldi. Nida Muhammed Nadim bir de “Üzerimize atom bombası da atsalar kadınların eğitimden men edilmesinden geri adım atmayacağız” demiş. Sıkıntı yaratmış, sosyal medyanın bir kesiminde. Doğru mu? Bunu neden yazıyorsunuz? Nedir bu acele? [Çevrildiği kaynağı kastederek] Suudi Arabistan medyasına nasıl bu kadar güvenebiliyoruz? Ve benzeri apolojetik yorumlar almış başını gidiyor.

1970’lerin ikinci yarısında şöyle bir durum vardı Türkiye’de: merkez sağ ile aşırı sağ, merkez sol ile aşırı sol arasında ideolojik örtüşmeler, yakınlıklar, sempati bağları söz konusuydu. Süleyman Demirel’in liderliğindeki AP’nin sağ kanadı MHP’yle bu şekilde bitişiyor, Bülent Ecevit’in liderliğindeki CHP’nin sol kanadını ise TKP benzer bir etki altında tutuyordu.

Demirel bu yüzden (bu ortamda) “Bana milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyebiliyordu, Ülkücüler sürekli cinayet işlerken. Şimdi de benzer ilişkiler, örtüşmeler var gibi, ana akım Sünnilik ile çeşitli tarikat ve cemaatler arasında. Ve dolayısıyla Türkiye ile diğer bazı İslâm ülkeleri arasında. Taliban’ın ideolojik kökenlerinde, adını Halid Bağdadî’den alan Halidîlik var. Halidîlik, Nakşiliğin (Nakşibendiliğin) 19. yüzyılda vücut bulan bir kolu. Türkiye’de İsmailağa Cemaati, Menzilciler, Süleymancılar ve benzerleri de Halidîlikten geliyor. Belki de bu matristen, Talibanı dahi içine alan ve mazur gören, orasından burasından savunmaya çalışan bir sempati ve dostluk hâlesi yayılıyor.

Öyle veya böyle; ortada çok temel bir gerçeklik var. İster laik, ister dindar, birçok erkek çok ama çok korkuyor kadınların bağımsızlığı ve özgürlüğünden. Geçenlerde değindiğim Basic Instinct (Temel İçgüdü) filmine de yansıyan bir Basic Fear (Temel Korku) söz konusu. Bu içsel korkudur ki ataerkil düşünce ve gerekçelerin farklı varyantlarını besliyor. Bazı Müslüman erkek kesimlerinde bu, kadınları güya ahlâksızlığa karşı din üzerinden koruma altında tutmaya dönüşüyor.

Kökeninde, fiktif Gilead Cumhuriyeti’ne ve Damızlık Kızın Öyküsü’ne yansıyan, kadınlar üzerinde aynı mutlak mülkiyet, tahakküm, tekel, hegemonya hırsı yatıyor.

- Advertisment -