5 ve 8 Ağustos’ta kaleme aldığım iki yazıda 2002’deki Hablemitoğlu cinayetini planlayıp gerçekleştirenlerin Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın (ÖKK) en seçkin birimi olan Muharebe Arama Kurtarma’ya (MAK) bağlı subaylar olduğunun ortaya çıkmasından ve MAK komutanı Levent Göktaş’ın firarından sonra bazı gazeteciler ve polis şefleri tarafından dile getirilen bir tezi ele almıştım. Bu tez sahiplerine göre, evet, tetiği onlar çekmiş olabilirdi, fakat bu, uzun zamandır iddia ettikleri gibi olayın bir ‘FETÖ cinayeti’ olduğu gerçeğini değiştirmezdi. Demek ki ‘FETÖ’ onları taşeron olarak kullanmış, cinayeti o yolla işlemişti.
Peki, ‘ulusalcının ulusalcıyı öldürdüğü’ bir cinayette tetiği çektirenin her ikisinin de düşmanı olan ‘FETÖ’ olduğu iddiası, 2015’e kadar üzerine ölü toprağı serpilen, 2015’ten sonra yeniden açılan soruşturma dosyasında neye dayanarak ileri sürülüyordu? Bu iddia bir varsayıma dayanıyordu: Hablemitoğlu, ölümünden önce Gülen cemaatini hedef alan Köstebek adlı bir kitap yazmıştı, kitap yayımlanmadan önce öldürüldüğüne göre fail cemaat olmalıydı. Bu varsayım da Gülencilerin önemli isimlerinden Mustafa Özcan ile cemaate yakın olduğu söylenen eski MİT mensubu Enver Altaylı’nın cinayetten önce Hablemitoğlu’yla görüşmek istediği bilgisine dayandırılıyordu.
İlk iki yazıda, tetiği çekenlerin kimliklerinin belli olmasından önce yine de ‘cinayeti FETÖ işlemiş olabilir’ tezinin öne sürülebileceğini, fakat tetikçilerin MAK subayları olduğunun ortaya çıkmasından sonra aynı iddiayı öne sürmenin inandırıcı olmadığını yazmıştım.
Bu yazının konusuna geçmeden önce ‘Hablemitoğlu bir FETÖ cinayeti’ tezinin taşıdığı üç büyük çelişkiyi bir daha özetlemek, sorularımı hatırlatmak istiyorum (ardından bu yazının konusu olan dördüncü soruya-çelişkiye geleceğim).
Birincisi: Gülen örgütü, stratejisini devlete sızma ve adım adım devleti ele geçirme stratejisi üzerine kurmuş bir örgüt. Böyle bir örgütün hem de daha palazlanma aşamasında bütün stratejiyi havaya uçuracak gürültülü cinayetler kurgulaması makul mü?
İkincisi: Cinayeti ‘FETÖ’nün işlediğini öne sürenlerin dayandığı en önemli argümanlardan biri, cinayet dosyasına taa 2015’e kadar dokunulmamış olması… Çünkü, deniyor, iktidarın ortağı Gülenciler polisteki ve yargıdaki güçlerini kullanarak dosyayı küllendirdiler.
Bu, kendi kendini berhava eden tuhaf bir iddia… Çünkü cinayetin işlendiği 2002’de ve sonraki (en azından) 5-6 yıl içinde polis ve yargı (özellikle yargı) ‘eski rejim’in tasallutu altındaydı. Ki o yargı ülkenin yarısının oyunu almış bir partiyi bile kapatmaya kalkacak kadar güçlüydü.
Konu hakkında kaleme alınan yazılarda bu ‘ayrıntı’ nedense atlanıyor. Fakat aynı yazılarda bir yandan da basit bir cinayette bile ilk yapılacak işler listesinde olan rutin işlemlerin dahi yapılmadığı anlatılıyor (HTS kayıtlarını, boş kovanları dosyaya koymak gibi). Aralık 2002’de, cinayeti aydınlatma sorumluluğu olan polis müdürleri ve savcıların tamamı ‘eski rejim’in adamlarıydı ve bugün hepsi ‘FETÖ’nün yeminli düşmanları. Fakat buna rağmen dosyanın üstü örtülmüştü.
Üçüncüsü: Üçüncü büyük çelişki de işte yukarıda değindiğim, tetikçilerin belli olmasından; öldürenle öldürülenin aynı ideolojik düşünceyi paylaştıklarının ortaya çıkmasından sonra da ‘FETÖ cinayeti’ iddiasının sürdürülmesi…
Peki, ÖKK subayları ile ‘FETÖ’yü cinayet kardeşliğinde buluşturan şey neydi? Ya da Hanefi Avcı’nın kelimeleriyle sorarsak; nasıl oluyor da ulusalcı (ÖKK) ulusalcıyı (Hablemitoğlu) ulusalcı düşmanının (‘FETÖ’nün) yararına öldürebiliyordu?
Tez sahipleri bu soruyu ya görmezden geliyor ya da cevap verir(miş) gibi yapıyor.
Mesela konuyu yakından izleyen ve T24’teki konuya dair dizinin de imzacılarından olan Gökçer Tahincioğlu, ‘FETÖ’-ÖKK ittifakı gibi ‘tuhaf’ şeylerin olabileceğini tarihimizden bir örnekle açıklıyor, orada olan burada da olmuşa getiriyordu:
“Bütün bu soruların yanıtlarını tam anlamıyla bulabilmek ancak bir Susurluk’la mümkün. Ancak Susurluk öncesinde olduğu gibi, kimin kiminle nasıl iş tuttuğunu, düşman görünenlerin nasıl ortak hareket ettiklerini, insanların nasıl öldürüldüğünü, tehdit edildiğini anlamak olanaksız değil.”
‘FETÖ uzmanı’ eski emniyet müdürü: “Subaylar cinayeti para karşılığında işledi”
Verdiği ifadeyle soruşturma dosyasını değiştiren Nuri Gökhan Bozkır’la Urayna’da ilk röportajı gerçekleştiren gazeteci Toygun Atilla (o zaman Hürriyet muhabiri, bugün OdaTV genel yayın yönetmeni) geçtiğimiz hafta ‘FETÖ uzmanı’ olarak takdim ettiği eski bir emniyet müdürüyle (Fatih Eryılmaz) yaptığı sohbetin videosunu yayımladı. Toygun Atilla, sorularına geçmeden önce hatırlattı: Fatih Eryılmaz’la tetikçilerin belli olmasından önce iki söyleşi daha yapmıştı ve şimdi ortaya çıkan yeni durum karşısında bir söyleşi daha yapma ihtiyacı duyuyordu. Çünkü (kendi sözleriyle), bugüne kadar cinayeti ‘FETÖ’cülerin işlediğine dair bir kanaat vardı fakat şimdi ortaya tuhaf tetikçiler çıkmıştı. Açıkçası, kendisi Levent Göktaş ile Fethullah Gülen’i yan yana getirmekte zorlanıyordu. İşte bu durumu açıklaması için ‘FETÖ’ uzmanı Fatih Eryılmaz’la konuşma ihtiyacı duymuştu.
Eryılmaz, önce izleyicilerin ilk iki videoyu da izlemelerini istedi, orada cinayeti neden ‘FETÖ’nün işlediğini anlattığını hatırlattı. Peki tetikçiler ortaya çıktıktan sonra da aynı fikirde miydi? Elbette! Peki nasıl açıklıyordu bunu? Videonun özetlendiği OdaTV haberinden okuyalım:
“Enver Altaylı, Nuri Gökhan Bozkır ve Mustafa Levent Göktaş’ın profillerinin benzer olduğunun altını çizen Fatih Eryılmaz, her üçünün de ‘para’ zaaflarının bulunduğunu, FETÖ’nün de bu üç eski subayı bu zaaflarından ötürü kendilerine bağlamış olabileceğini ve cinayetleri bu motivasyon ile işletmiş olabileceklerini ifade etti.”
İnanan inansın: Genelkurmay’ın en seçme biriminin ulusalcı subayları para karşılığında 2002’de Gülenciler için cinayet işlemiş.
Şimdi işin bu yanını kapatıyorum ve bu videodaki başka bir diyalog üzerinden başlıktaki soruya dönüyorum.
Şöyleydi soru: Levent Göktaş ‘FETÖ’nün tetikçisiyse devlet içinde bu devirde onu kim, neden, nasıl koruyor?
Bu soruyu, malum analiz sahiplerinin tamamının fikir birliği içinde olduğu bir tespitten; Levent Göktaş’ın “yakalanamadığı” değil, “yakalanmadığı” tespitinden kotardığımı bir daha hatırlatayım.
Bu tespitlerin hemen davet ettiği soru açık: Bu bir ‘FETÖ cinayeti’yse ve firarda olan Levent Göktaş ‘FETÖ’nün tetikçisi’ ise ona kimler devlet içinde bu kadar güçlü bir koruma ağı sağlamaktadır?
Toygun Atilla, konuğunu bu konuda sıkıştırdı biraz. Eski emniyet müdürü, önce MAK’çıların kaçma-kurtulma eğitimi aldıklarını hatırlattı. Toygun Atilla, yine de karşısında MİT’inden emniyetine devasa bir karşı kuvvet olduğu düşünüldüğünde bu yeteneğin fazla bir işe yaramayabileceğini ima edince, Fatih Eryılmaz Levent Göktaş’ın konumundaki bir kişinin bu kadar yıl içinde devlet içinde kurduğu güçlü ilişkileri hatırlatarak karşıladı bu hamleyi. Fakat argümanının temel iddiasıyla nasıl bir çelişki içinde olduğunun farkında değildi: Levent Göktaş ‘yıllar içinde’ herhalde ‘FETÖ tetikçisi’ olarak değil, ulusalcı bir asker olarak sağlamıştı bu ilişkileri. E, peki şimdi onun ‘FETÖ tetikçisi’ olarak suçlanıp firar etmesinden sonra kimler tarafından korunuyordu?
Bu soru da yukarıda anlattığım üç soru gibi cevabını bekliyor…
Bunlara cevap vermeden hâlâ ve ısrarla “Hablemitoğlu bir FETÖ-ÖKK-MAK cinayeti” tezinde ısrar edenler bilinçli ya da bilinçsiz, büyük bir manipülasyonun parçası olarak davranıyor.