Lider

Lider olmayı beceremeyecek olduğu halde lidercilik oynayagelmiş bir oyuncudan, lidermiş gibi görünmemeye çaba harcayan bir lider yaratmaya çalışılmış.

Kılıçdaroğlu’nun kampanyasının tasarlandığı odada hayatın hiç de kolay olmadığını tahmin edebiliriz.

Zannımca, “bu millet lider sever kardeşim, ne yapıp edip Kılıçdaroğlu’nu lider gibi göstermenin yolunu bulmalıyız” diyen ezberciler eksik değildir o odada. Hâlbuki milletin lider sevdiği bir efsaneden ibaret. Bir turnuvaya katılan otuz iki takımın otuzu 3-4-3 formasyonuyla oynuyorsa, şampiyon olanın 3-4-3 oynamasından yola çıkarak “futbolda başarı için 3-4-3 şart” demek gibi bir şey, “millet lider sever, lider seçer” demek. Herkesin lidercilik oynadığı bir ortamda seçilmiş olan da lider oluyor bir nevi. Her birimiz sayısız faktörün müessir olduğu bir problemi, seçimdeki tercih problemini çözülebilir kılmak için bir dizi sadeleştirme yapmak zorundayız. Lider de sadeleştirmeye imkân veren faktörlerden biri. Ama mesela, “başında kim olursa olsun altı okun altına mühür basacak” büyükçe bir kesim var. “Altı okun karşısındakiler arasında en büyük kim ise” onu arayan daha da büyük bir kesim var. Böyle de sadeleştirilebiliyor problem, liderlere hiç ilişmeden.

Neyse, Kılıçdaroğlu’nun kampanyasının tasarlandığı odada, defalarca ve muhtelif ortamlarda tekrarlanmaktan başka hiçbir geçerliliği olmayan ezberleri bilgi zanneden birileri de vardır, “Kılıçdaroğlu’nu lider gibi göstermeliyiz” diye tutturmuşlardır. Buna mukabil, duvardaki beyaz tahtaya bir Erdoğan ve bir de Kılıçdaroğlu fotoğrafı iliştirip, “eğer vatandaşa ‘lider seçeceksiniz, lider diye de bunlardan birini seçeceksiniz’ dersek, sizce hangisi tercih edilir” diye soran birileri de vardır o odada. Onlar, yarışı liderlik yarışı olmaktan çıkarmanın bir yolunu aramayı teklif etmiş olmalılar.

Öte yandan, “parlamenter sistemde olsak haklısınız, ama bu sistemde ‘bizim liderimiz kifayetsiz, yerine bir parti —veya başka bir şey—  verelim’ diyemeyiz” diye itiraz edenler olmuştur. Yani “vatandaş lider seçer” ezberciliğinden muaf olsa da, şartların Kılıçdaroğlu’nu lider olarak göstermeyi dayattığını öne sürenler…

Başkaları da vardır herhalde. Mesela Erdoğan’ın özellikle son beş yıldaki performansının kamuoyunda sebep olduğu yılgınlığı tespit eden araştırmalara yaslanarak, “vatandaş tepeden bakan, her konuda konuşan, parmak sallayan birini artık istemiyor” diyenler olmuştur. “Yahu ‘Kılıçdaroğlu’nda liderlik kumaşı yok, onu lidermiş gibi pazarlamaya kalksak ilk dokunuşta kırılır’ diyorsunuz ama adam altılı masayı bir arada tutarak liderliğini tescil ettirdi” diyen yalakalar da eksik değildir.

İtiraf edin ki, zor problem. İhtiyaç ile malzeme arasında bariz bir orantısızlık var. Akşam ziyarete gelecek olanlara varlıklıymış gibi görünmek gerekiyor ama evde un ve yağdan gayrı bir şey yok.

O odadan çıkan karar, öyle görünüyor ki, evinin sade mutfağından bize hitap eden, mütevazı görünmesine ihtimam gösterilmiş, ama bir yandan da bize sözler verip duran bir Kılıçdaroğlu olmuş. Öyle basit sözler de değil üstelik, ağzını açtığında, lafa yüzlerce milyar dolardan başlıyor. Lider olmayı beceremeyecek olduğu halde lidercilik oynayagelmiş bir oyuncudan, lidermiş gibi görünmemeye çaba harcayan bir lider yaratmaya çalışılmış. Denklemin karmaşıklığını, imkânlar ile ihtiyaçlar arasındaki orantısızlığı dikkate alınca, makul bir çözüm gibi de duruyor.

Ben ise, evinin mütevazı mutfağından bize sözler veren, vaatlerde bulunan bir Kılıçdaroğlu yerine, muhtelif kesimlere gitmiş, onları “dinleyen” bir Kılıçdaroğlu’nun daha müessir olacağını düşünüyorum. Erdoğan’ın minderine çıkmamış bir Kılıçdaroğlu’nun… Denebilir ki (o odada muhtemelen denmiştir ki), “önünde sonunda, seçmen elinde oy pusulasıyla sandığa girdiğinde, ikisi aynı minderde olacaklar, seçmen ikisinin fotoğrafının yer aldığı bir pusulaya mühür vuracak”. Evet, öyle olacak ama o pusuladaki Erdoğan fotoğrafının ona bakan insanın zihninde tetikleyeceği şeyler, sadece fotoğrafa bağlı değil. İnsan bakar, fotonlar retinaya çarpar, sayısız reaksiyon gerçekleşir, neticede bir “görme” oluşur. O görme, her durumda, insan beyninin bir kurgusudur. Malzemesinin önemli bir bölümü o fotoğraf dışındaki şeylerden, hatıralardan müteşekkil bir inşadır.

Bu memlekette yaşayan birçok kişi, oy pusulasına yerleştirilmiş genç ve sevimli Erdoğan fotoğrafına baktığında bile, “deftere yazıyoruz” diyen Erdoğan’ın nefret dolu, ürkütücü bakışlarını görüyor. Bazıları da bayrağın arkasına saklanmış, korkak adamı… Tersi de doğru. O ürkütücü Erdoğan’a bakınca bile sevimli bir adam, o korkak Erdoğan’a bakınca bile dünyaya meydan okuyan kahraman görenler var. Dolayısıyla mesele, fotoğrafa bakınca nelerin tetiklenmesini istediğinizde düğümleniyor.

Erdoğan’ı sevimli veya ürkütücü, korkak veya kahraman görmek mümkün. Ama öyle görenler ile böyle görenlerin ortaklaşacağı husus, bence, yalnız, steril, dolayısıyla gerçeklerden kopmuş bir Erdoğan olduğu. Liderlik zaten yalnızlığı gerektirir. Zaten o yüzden Kılıçdaroğlu’nu mutfağında, soyutlanmış bir biçimde sunuyorlar bize, lider gibi görünsün ama —nasıl olacaksa— mütevazı bir lider gibi görünsün diye… Yaylasında maden ocağına veya HES’e direnen, üniversitesinin kantininde akademik imkânların yetersizliğinden yakınan, başı örtülü olarak çalıştığı iş yerinde “senin yerin evin, git çocuk yap” muamelesine maruz kalan insanları dinleyen —ve dolayısıyla bize dinleten— bir Kılıçdaroğlu ise, sadece kendi fotoğrafının zihinde nasıl inşa edileceğini değil, Erdoğan’ın fotoğrafının da nasıl inşa edileceğini belirleyecekti —yalnız ve “uzak” biri olarak.

Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ı ilk turda, ciddi bir farkla yeneceğini düşünüyorum. Yani yapılan ve yanlış olduğunu düşündüğüm tercihin seçim neticesini değiştirmeyeceği kanaatindeyim —olsa olsa farkın daha da büyümesine mani olmuştur. O halde neden bu kadar dert edip, böyle paragraflar boyu yazıyorum? Seçimin benim düşündüğüm gibi bitmesinin Türkiye’nin yakın ve uzak istikbaline dair olağanüstü imkânlar doğuracağını da düşünüyorum. Ancak 15 Mayıs’ta birileri çıkacak ve bize “işte yeni lider bu, lider istiyordunuz inşa ettik” diyecekler. Kılıçdaroğlu bu hikâyeyi beğenecek. Biz o imkânları ıskalayacağız.

2002’de ve 2007’de bambaşka sebeplerle kazandığı seçimlerin kendisinin dehası ve fantezileri sayesinde kazanılmış olduğunu zanneden Erdoğan’ın memleketi getirdiği yer malum. O tarihlerde de Erdoğan’a sempati duymayan biriydim ve Erdoğan’a yakın olan tanıdıklarıma şimdi Kılıçdaroğlu hakkındaki uyarılarıma benzer uyarılar yapmıştım. Endişeliyim. Eğer 2002 ve 2007’nin Erdoğan’ı dizginlenebilseydi, o seçimler Türkiye’nin sahiden de sağaltılmasını sağlayabilirlerdi. Erdoğan ve yalakaları, pekâlâ işe yarayabilecek bir konjonktürü heder ettiler. Şimdi Kılıçdaroğlu’nu mutfağına yerleştirenler de aynı şeye hevesliler. Seçimi, siyaseti, ahaliyi nasıl gördükleri de, seçim sonrasına dair hevesleri de yaptıkları tercihten belli.

- Advertisment -