Türkiye’nin son yıllarda ekonomik olarak çok zor bir dönemden geçtiği sır değil. Her ne kadar “Caddeler otomobilden geçilmiyor, restoranlar ağzına kadar dolu” şeklinde savunmalarla bu durum inkar edilmeye çalışılsa ya da ekonomik zorluk sır muamelesi görse de, her hafta her şeye zam geliyor. Hala ikna olmayanlar için her gün bir başka şekilde artan vergiler, resmi gazetede yayınlanmak suretiyle bu duruma dair inandırıcılığı mümkün kılıyor. Elbette dövizin 30 Türk lirasına dayanmış olması da bir başka ikna edici gösterge.
Durum böyle olunca son seçimlerde bu ekonomik tablonun mimarlarının tekrar seçilmeyeceği, muhalefetin bu durumda seçimi neredeyse kesin olarak kazanacağı konuşuluyordu ancak bu öngörü gerçekleşmedi. Muhalefet her ne kadar “Şu ekonomik problemler içinde bile seçim kazanamadınız” eleştirilerinin muhatabı olsa bile aslında seçmenin ekonomik problemlerin mimarlarına yeniden tevessül etme nedenlerinden biri istikrarsızlıktı. İktidarın yeniden seçilmesinin tek nedeni değil ama nedenlerinden biri de istikrarsız, riskli bir dönemde hiç denemediği bir yönetici yerine, geçmişte rüştünü ispat etmiş bir yöneticiye duyduğu güvendi.
Seçim biteli çok oldu ancak halen seçim sonuçları konuşuluyor; seçim öncesi yerden gökten doğalgaz, petrol fışkırırken seçim sonrası zam yağmaya başlayınca, ekonomi üzerinden iktidar ve destekçilerine “buyurun eserinizi görün” şeklinde mukabele edilirken, iktidarı destekleyen çevreler ve hatta elinde sadece 1-2 poşetle pazar-market alışverişinden dönerken kendisine uzatılan mikrofona ekonomik bir problem olmadığını, iktidarı desteklediğini ve destekleyeceğini söyleyen, zamlardan sadece % 25 gibi cüzi bir miktar yararlanabilen emekli beylerle ilgili analizler yapılmaya devam ediliyor. Temel soru şu; şu durumda bu iktidarı halen nasıl destekleyebiliyorsunuz, hani iktidar kazandığında hepiniz kazanacaktınız ancak her gün maddi ve ona bağlı olarak manevi olarak kayıptasınız…
İktidar; sahip olduğu medya gücü, devletin tüm imkanlarını kendi lehine kullanması, ister muhafazakar ister seküler olsun sermaye sahipleri ile geliştirdiği iyi ilişkiler, dün karşıtı olduğu ama bugün sıkıca sarıldığı Türkiye’nin resmi ideolojisinin taşıyıcısı kişi ve kurumlarla oluşturduğu özdeşlik, milliyetçilik gibi zor günlerde her daim iş gören ideolojik kart gibi seçim sonucuna kendi lehine etki eden birçok tuşa bastı. Tüm bunlar, iktidarın yeniden yönetmek için onay almasında etkiliydi ancak seçim sonucunun tek sebebi de bunlar değildi.
İktidarın, sermaye sahibi ya da imtiyazlılar diyebileceğimiz ekonomik üst sınıfla kazan kazana dayalı ilişkisi, onu kendi zenginleri tarafından tercih edilir kılıyor ama bu kesim seçim sonucu belirleyecek bir oranda değil. Ayrıca bunlar ekonomik yükün altında doğrudan ezilmiyor hatta ekonomik problemi fırsata bile çevirebiliyor.
İktidarı destekleyen bir orta sınıf var, her ne kadar orta sınıf bitti dense de, 5-10 yıl önceki ekonomik bollukta bir ev ve bir araba sahibi olmuş, bu ara kendisine iyi sayılacak şekilde zam yapılan, 40-50 yaş bandında bir kesim var, bunlar için belki ikinci arabayı almak, ev taksitine girmek mümkün değil ama şimdilerde kira da ödemediklerini varsayarsak tek şikayetleri ÖTV zamları olabilir ama doğrudan da zamlardan çok olumsuz etkilenmiyorlar. Bu kesim ekonomik üst sınıftan daha fazla bir orana sahip ama seçim sonucu belirleyecek kadar değil.
Seçim sonucunu belirleyen yekünler, diğer kesimlere oranla daha fazla bir orana sahip olan kesimler ise alt gelir grubuna dahil, emekli ya da asgari ücretlilerden oluşanlar, dar gelirliler, ekonomik problemlerin doğrudan etkilediği, bırakın ev ya da bir araba sahibi olmayı, şu günlerde cep telefonlarını bile değiştiremeyecek durumda olan kesimler… bu kesimlerin emekli olanları yaz günlerini köylerinde ya da sürekli yaşadıkları Anadolu’da zamlardan fazla etkilenmeden, bi de % 25 zam alarak geçiriyor. Yani henüz acı reçeteyi tecrübe etmediler. Asgari ücretli olanlar, dar gelirliler ise, bir yere tatile gidemeyeceğini ya da bugün artık asla lüks olmayan, bir ihtiyaç olan arabaya asla sahip olamayacağını bildiği için, yani kenara üç kuruş koyamayacağı için, o ağzına kadar dolu dediğiniz kafelerde, en insani sosyalleşme ihtiyacı için bir bardak kahveye 60-80 TL arası bir bedel ödeyerek, insani iyi hissetme ihtiyacını karşılıyor. Her ne kadar sosyalleştiği sırada en fazla kurduğu cümle; şu kahve 80 lira ya… diye hayıflanmak olsa da.
Türkiye’de inkar edilemeyecek derecede ekonomik problemler var ve bu yakın zamanda bitecek gibi de değil. Hatta -temenni değil, endişe ifadesiyle söylemek gerekirse- daha zor günler yaklaşıyor zira vatandaşlar orta derece zamlarla ayın sonunu zor şer bir şekilde getiriyor ancak bu gidişin gösterdiği üzere ayın değil haftanın sonunu getirmek bile zorlaşacak. Dolayısıyla ekonomik problemi tüm halk henüz tamamıyla tecrübe etmiş değil, kısmen tecrübe edildi, tümden tecrübe edilince de aynı tavrı mı takınacak orası meçhul.
Tüm bunlar seçim sonucuna dair sorulan sorulara dair birer cevap ama hala bir soru cevaplanmış değil; şu ekonomik durumda bile, ekonomik problemlerden en fazla etkilenen kesim iktidarı desteklemeye devam mı edecek?
Devam edecek.
Çünkü…
Maddi yoksunluğu, yoksulluğu olan kesimlerin maddi halleri bir dönem düzelmiş olsa dahi şimdilerde oldukça bozulmuş durumda ancak onlar kendilerini hiç “bozmuyor”, aynı istikametteler. Bunda şüphesiz, “haline şükret” gibi “sorunlu” bir teselli geleneğinin payı olsa da, asıl pay bu kesimlere maddi yoksulluğun merhemi olarak manevi tedavi sunulması.
Ayasofya’nın ibadete açılması -düzenli namaz kılmayan, hatta Ayasofya’yı hiç ziyaret etmemiş olanlar için bile-, yerli savaş mühimmatı üretmek-satmak, uçak gemisi, araba yapılması, TEKNOFEST, dünya liderleri ile aynı kareye giren bir lidere sahip olmak, milliyetçiliğin gerekli ahlaki bir erdem hatta dini bir vecibe olduğunun ezberletildiği bir millete her tür milliyetçi tavrı sürekli servis etmek, sadece seçim zamanları olsa dahi ülkenin yöneticisi tarafından “görülmek”, kendisini tahkir eden muhalif dile rağmen, çoğu kez gerçek olup olmadığı şüpheli biçimde kendisine övülecek sözler söyleyen bir yönetim, kendisine kötü davranan devlet görevlisi memuru CİMER-BİMER’e şikayet edebilme kudreti -ki en fazla istismar edilen konu-… bunlar, maddi yoksunluk içindeki insanların, manevi bir güç hissederek, maddi yoksunluklarını telafi ettiği, önemsiz görülüp dikkat edilmeyen ancak geniş kitleleri tek bir noktaya yönlendirecek kadar etkili motivasyonlar.
Ekonomi kötüyken, ekonomik olumsuzluklardan en fazla etkilenecek olan kesimleri, tahkir edecek ifadelerin kullanılıp, neredeyse “size çok iyi oldu” şeklindeki yanlış cümlelerin çokça kurulduğu şu günlerde, zaten ekonomik olarak kaybedecek pek fazla bir şeyi olmayan kitleleri tahkir etmek yerine, onları yoksulluğa mahkum etmiş olsalar da, manevi değerler üzerinden övünecek bir şeyler verenler kazanıyor. O kitleler de kazandıklarını düşünüyor. Çünkü, hayatta bari bir kez olsun kazanalım, tesellisi azımsanacak bir şey değil.
İktidarı destekleyen, seçim sonucunun büyük oranda belirleyicisi olan dar gelirli seçmenin, gayet insani ve doğal bir şekilde tatmin eden bu realiteyi kaçırmış olmak, seçim sonuçlarını tam anlamıyla analiz etmeye mani oluyor. Çünkü halen bir yerlerde o dar gelirli insanların “düşünemeyen” kesimler olduğu üstenciliği maalesef yaşamaya devam ediyor. Onunla vedalaşmadan seçim kazanmak, en azından dar gelirlinin oyunu almak zor gibi…
TOGG’a asla binemeyeceğini bilen ama buna rağmen TOGG’un varlığına sevinen kesimleri eleştirmek yerine, maddi yoksunluğun, manevi gurur tabloları ile nasıl telafi edildiğini, gerçeklerden nasıl kopulduğunu, bu illüzyonun şapkadan çıkan son tavşan olduğunu da görmek gerekiyor.