Aylardan Ramazan değil; ama çocukluğumuzda hiç kaçırmadığımız teravih namazları birden geldi aklıma.
Dile kolay, otuz gün boyunca her gün 33 rekât!
Herkes gibi biz de en hızlı imamın peşine düşerdik. Bizimkinin ismi “Jet Mahmut” du.
İnternette araştırırsanız “Işık hızında teravih namazı kıldıran imam”, “Teravih namazını hızlı kıldıran imam cemaatten dayak yedi” benzeri birçok videoya rastlarsınız.
Cübbeli Ahmet Hoca bundan oldukça etkilenmiş olmalı ki bir video konuşmasını sırf bu konuya ayırmış:
“Yedi dakikada kıldırmış teravihi. Çıkınca da biri bunu iyi bir pataklamış. İyi yapmış diyemem suç olur, mahkemeye mi gidelim? Arap olsa anlamaz; Arap bile Fatiha’yı tanımaz.”
Cübbeli zımnen “İyi ki pataklamış!” dese de yargılanma endişesiyle bunu açık edememiş.
Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı, MKE Ankaragücü-Çaykur Rizespor arasındaki futbol maçının ardından hakem Halil Umut Meler’e saldıran Faruk Koca ve beraberindeki kişiler hakkındaki iddianamenin hazırlandığını duyurdu.
İddianame, Ankara Batı 3. Asliye Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiş.
Beni alâkasız bir şekilde geçmişe götüren işte bu haber…
Yargılamada jet karar
Böylece “jet” kervanımıza bir de “jet savcı” eklemiş olduk.
Jet savcımız 11 Aralık’ta işlenen bir suçun iddianamesini 14 Aralık’ta yani üç gün sonra âdetâ ışık hızıyla hazırlayıvermiş.
Ceza yargılamasında tutuklu işler önceliklidir; eyvallah!
Peki, bütün tutuklu işlere aynı hassasiyet gösteriliyor mu?
Gazeteciler Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Hülya Kılınç, Ferhat Çelik, Aydın Keser ile Murat Ağırel’in MİT görevlisinin cenazesiyle ilgili haberler nedeniyle tutuklu yargılandıkları davanın iddianamesi yaklaşık üç ayda hazırlandı.
Siyasal ve askeri casusluk” iddiasıyla tutuklanan gazeteci Müyesser Yıldız’ın iddianamesi dört aydan fazla bir süreç aldı.
Merkezi Paris’te bulunan Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün 2023 yılı raporuna göre Türkiye’de bu yıl 43 gazeteci tutuklanmış.
Tutuklu gazetecilerin iddianameleri hangi sürelerde hazırlandı bilgimiz dışında.
Ancak üç günde iddianamesi hazırlanan tek bir gazetecinin bile bulunmadığı şüphe götürmez bir gerçek.
“Ben yaptım oldu” mantığıyla nereye kadar?
Bu, sırf gazetecilere yönelik bir olay da değil.
Bir hukukçu olarak meslek yaşantımda sıradan adli bir olayın dahi iddianamesinin üç gün içerisinde, yani böyle bir hızla hazırlandığına tanık olmadım.
İddianamenin nasıl düzenleneceği Ceza Muhakemesi Kanunu’nda açıkça gösterilmiştir.
Öyle “Ben yaptım oldu” mantığıyla bu işler yürümez.
CMK Mad. 170 iddianamede bulunması gereken hususları bir bir sayar.
Bunlardan en önemlileri “yüklenen suç ve uygulanması gereken kanun maddeleri”, “suçun delilleri” ve “yüklenen suçu oluşturan olayların mevcut delillerle ilişkilendirilmesi” dir.
Sırf kamera kaydını izlemekle bu işler olmaz.
Uygulamada kamera kayıtları bir bilirkişiye gönderilerek içindeki görüntü ve seslerin dökümü bir rapor halinde hazırlatılır.
Hastane raporları resmi yazıyla istenir.
Bunun yanında tanık anlatımları da önemlidir.
Suç vasfının tespiti için gerekli görülen her bir tanık davetiye yoluyla dinlenmek üzere çağrılır.
Ayrıca iddianamenin sonuç kısmında, şüphelinin sadece aleyhine olan hususlar değil, lehine olan hususlar da ileri sürülür.
Yukarıda da görüleceği üzere savcının yapacağı bir dizi işlem olup, bunların hazırlanması makul bir süre ister.
Kaldı ki üç günde halledilecek bir süreç değildir bu.
Yoksa çalakalem bir iddianame olur ve iddianame olmaktan çıkar.
Hızın da makul sınırı var
Basından iddianamenin “Kasten Yaralama”, “Tehdit” ve “Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanuna Aykırılık” suçu”ndan düzenlendiğini öğreniyoruz.
Olayda ayrıca hakaret var mı yok mu, bilmiyoruz.
İddianameyi görmemekle birlikte savcının hakkını yemeyelim; belki de yeterli bir iddianamedir.
Ancak şeytan bu kez şu soruyu sorduruyor:
Savcıyı yemeden, içmeden gecesini gündüzüne katıp böyle bir iddianame hazırlamaya sevk eden saik veya saikler nelerdir?
Mesela “iktidar partisinden yaptığı iki dönemlik milletvekilliği”, sahip olduğu “sosyo/ekonomik gücü” veya “sosyal ilişkileri”nin bunda bir etkisi var mıdır?
Çünkü iddianame hazırlanmadan böyle bir olayın failinin nöbetçi Sulh Ceza Hâkimliği’nden itiraz veya tutukluluk incelemesi yoluyla tahliyesi zordur.
Zira karşısında delillerin toplanmaması, delilleri karartma, kaçma şüphesi vs. birçok hukuki gerekçe karşısına engel olarak çıkar.
İddianamenin düzenlenmesi ve failin asıl mahkemesinin belli olmasıyla birlikte bu türden gerekçeler nispeten ortadan kalkar.
Kısacası iddianamenin düzenlenmesi tahliye önündeki en büyük bariyerin aşılması demektir.
Tutuklamanın bir tedbir olduğunu, en son başvurulacak bir hukuki çare olduğunu, ülkemizdeki uygulamaların bu kriterleri taşımadığını da belirtmeden geçmeyelim.
Ancak hukuku, varmış gibi uygularken bile ayrımcılık yapıp birine kaplumbağa, diğerine jet hızını reva görmek kabul edilebilir bir durum değildir.
Hızın da makul bir sınırının bulunduğunu unutmayalım!
Cübbeli Ahmet Hoca demiş ya bu hızla “Arap olsa anlamaz; Arap bile Fatiha’yı tanımaz.”
İlahiyatçı değilim; lakin Hoca haklı sanki…
Ben de Hoca’nın mantığından yola çıkarak diyorum ki:
Ortalama bir hukukçu bile böyle bir iddianameyi anlamaz ve de tanımaz.
Çünkü adama sorarlar;
“Bu ne hız, acelen ne?” diye.