Profesör Dr. Mümtaz Turhan’ın “Garplılaşmanın Neresindeyiz?”(Yağmur Yayınevi, 1958) kitabını, arşivimi karıştırırken buldum. Mümtaz Turhan, ülkemizdeki milliyetçi akımların önem verdiği bir isim. 1967’de basılmış bu kitabın ilk baskısının 1958’de yapıldığı anlaşılıyor. Mümtaz Turhan, eğitimini batı üniversitelerinde tamamlamış, batı medeniyetinin üstünlüklerini ve zaaflarını, oldukça objektif bir bakışla değerlendirebilmiş bir isim.
Günümüzde; Batı düşmanlığı, milliyetçi akımların, ülkücülerin bir kısmının temel siyasi yaklaşımları arasında. Aslında geçmişte, uygarlık, bilgi, ilim gibi konularda daha çok okuyan ve ilgilenen değişik milliyetçi akımlar bulunuyordu. Şimdi ise her ne kadar “yeni ülkücülük” bu konulara yönelik araştırma ve tartışmalar yapmaya çalışıyor olsa da siyasi alandaki ana akım milliyetçilik, çok değişik bir mecraya yöneliyor. Geçenlerde İYİ Parti Başkanı Meral Akşener, milliyetçi bilim insanlarından söz ederken Mümtaz Turhan’ı da sayınca, o dönemin etkili isimlerinden Mümtaz Turhan’ın bu kitabını merakla okudum.
Kültür, uygarlık ve milliyetçilik üzerine söylediklerini paylaşmak istedim: “… Türk maarif sistemi kendine yeter, yani memleketin muhtaç olduğu birinci sınıf ilim ve teknik adamlarını yetiştirebilir bir hale gelinceye kadar mütehassıs zümreyi Avrupa ve Amerika’da yetiştirmek ilk hedefi teşkil etmelidir (s.103).”
“Batılılaşmamalı mıyız?” sorusuna verdiği cevap da günümüz milliyetçileriyle karşılaştırıldığında çok şaşırtıcı: “Bugün bir dünya medeniyeti haline gelen Garp Medeniyeti karşısında Garplılaşmaya ihtiyaç var mıdır, yok mudur gibi bir sual Molier’in komedilerinde tefelsüfü (felsefe yapmayı) seven allamelerin gülünç vaziyetini hatırlatmaktan başka bir şeye yaramaz (s.61).” Turhan, Batılılaşmanın, yalnızca tekniğini ve ilmini almakla yetinmeyi yanlış bulmaktadır.
“Hakikatte Garplılaşmadan eğer sadece eskisinden başka türlü olmak, başka bir şekilde yaşamak ve duymak kastediliyorsa, değil Tanzimat’tan son 50, hatta 30 seneden beri husule gelen değişmeler çok muazzam olmuş cemiyetimizin hiç olmazsa büyük şehirlerinin çehresini tamamen değiştirmiştir (s.57).” Soruyu net soruyor ve cevabını da kendi veriyor: “O halde yukarıda biraz evvel tayin edilen bu hedefe nasıl erişebiliriz? Bu gayenin tahakkuk edebilmesi için şimdiye kadar alışmadığımız bir şekilde cezri (köklü) ve mantıki hareket etmeye, aynı zamanda başlamak ve birbirine muvazi (dengeli) yürümek üzere iki esaslı tedbire ihtiyaç vardır: Bunlardan biri Avrupa’ya külliyetli miktarda çok iyi seçilmiş talebeler göndermektir.
Diğeri de araştırma enstitüleri açmaktır. Zira dava, eğer Türkiye’nin kalkınması ise o ne sadece çarşafın ne birden çok kadınla evlenmenin ortadan kalkması ne de ilk tahsil ile mümkündür. Çünkü bunlar dinden ziyade muayyen iktisadi şartların, yaşayış tarzlarının meydana getirdikleri, netice mahiyetinde ve içtimai hadiselerdir…
Bu itibarla halkın cehaleti, onun batıl itikatları ve hurafeleriyle mücadele etmek onun zihniyetini değiştirmek isteyen münevver işe kendinden başlamalı, ilkin kendi bilgisini artırmalı, ilmi esaslar dahilinde kendi zihniyetini düşünüş tarzını değiştirerek yukarıdaki safsatalara benzer kanaatlerden, batıl itikat ve hurafelerden kurtulmaya çalışmalıdır (s.133).” Milliyetçilerin dikkatine…