İskoçlar için hazırlanan oyun planı doğrusu çok alışılagelen, bilindik bir plan değildi. Özellikle planın mimarisi, itiraf etmek gerekirse çok çılgıncaydı. Dikey tek hat üstüne bina edilen bu mimarinin taşıyıcı kolonu hiç kuşkusuz Toni Kroos’tu: duvar ustalarının kullandığı ip misali, en geride Toni Kroos, topa ilk komutu veriyor, o komut İlkay Gündoğan’ın prizmasında kırılıyor ve duruma göre ya Kai Havertz ya da Jamal Musiala ile buluşuyordu.
Toni Kroos, hayatının en düşük temposuyla sadece on metre karelik alanda orkestrasını kusursuzca tek paslarla idare ediyordu.
Orta sahanın neredeyse orta yuvarlağına karargâh kuran Kroos, aldatıcı iki üç kısa yan pastan sonra, ölümcül mimarinin tam merkezine, yönü ve şiddeti çok iyi ayarlanmış, ani paslar çıkarıyor ve mekanizma çalışmaya başlıyordu. Nitekim ilk golden sonra İskoçlar büyük tehlikenin geriden, Kroos’tan geldiğini fark ettiklerinde, bu kez de bu taktiğin tuzak yönüne yem oldular. Nagelsman, planının Toni Kroos ayağını hem bir tuzak hem de sonsuz fırsatlar yaratan bir imkân olarak tasarlamıştı.
Toni Kroos’un oyun alanını daraltmak isteyen İskoçlar, bu hamle ile defansın merkezini ihtiyatsızca, desteksiz bırakmak zorunda kaldılar. Nihayet Nagelsman’ın oyun planı, kendine çok daha elverişli alanlar buluyordu ve arkasından goller geliyordu.
Alman hücumun iki kanadı da aslında gölge savaşı yapıyordu. Kanatlar koridorları kullanmak amacıyla aksiyon almıyor, Toni Kroos’la başlayan delici matkap için, adeta göbek hücumları için yol haritası oluşturmaya çalışıyordu. Böyle bir oyun planıyla %69 topa sahip olma oranıyla bitirmek, kelimenin tam anlamıyla benzeri görülmemiş bir başarıydı.
İskoçların ne olup bittiğine dair bir fikir edindiklerini hiç sanmıyorum, nitekim, ilk yarı boyunca Alman kalesine hiç gidemeyişleri, bu bulmacayı hiç çözemedikleri anlamına geliyor. Liverpool’lu Robertson’a rağmen rakip kaleye hiç gidememeleri, ancak meşgul bir zihin düzeyi ile açıklanabilir. Dikey ve dört oyuncudan oluşan hücum mimarisi, İskoçlara o kadar büyük sorunlar çıkardı ki, hiçbir oyuncu kafasını kaldırıp bir oyun görüşü elde edemedi. Penaltı ve kırmızı karttan sonra İskoçların şansı hiç kalmadı.
Oyunun bütün alanlarını kullanmadan, oyunu rakip yarı sahada oynamak, mucize gibi bir şeydi. Orta sahanın tam ortasında dar bir dikdörtgenle rakip ceza sahasına gitmek, sanırım set oyunlarına yapılan yepyeni bir katkı olmalı. Bu dar alan oyunu, maç kondisyonu için oldukça ekonomik bir performans da yarattı. Belki oyuncular terleme fırsatı bile bulmadan ilk yarıyı bitirdiler.
İkinci yarı artık tam bir show yapma zamanı oldu. Bir oyuncu fazla ile oynamasına rağmen Nagelsman, sanki, bu plan yürümese klasik set oyunlarına dönme sinyali vermedi değil. Umarım Nagelsman bu plan ve mimariye biraz daha ritim ve tempo katar ve bunu geleneksel oyun planı mertebesine terfi ettirir.
Kafamdaki tedirgin edici soru şu; bu plan ve bu mimari, diğer favori takımlar karşısında bu kadar rahat uygulanabilir bir plan ve mimari olabilir mi? Söz gelimi Fransızlara söker mi bu iş? İspanyollara aynı düzlem içinde bir bulmacaya dönüşür mü? Doğrusu fena halde kuşkuluyum.