Yuval Noah Harari, İsrailli, tarihçi, akademisyen. Geçtiğimiz günlerde İsrail-Filistin çatışması üzerine Washington Post’ta “The Hamas horror is also a lesson on the price of populism” başlıklı yazısı yayınlandı.
(Serbestiyet’te Hasan Ayer çevirisi ile yazıya ulaşmak mümkün https://serbestiyet.com/haberler/ceviri-i-yuval-noah-harari-hamas-dehseti-populizmin-bedeli-konusunda-da-bir-ders-niteligi-tasiyor-145641/ )
Filistin-İsrail meselesi, çok yakın zamanda da görüldüğü üzere, dünyanın en taraflı bakılan meselelerinden biri olduğu için, Batı merkezli medyada, akademik alanda İsraillilerin ya da batılıların bu meselede sürekli İsrail lehine değil de arada Filistin lehine birkaç kelam ediyor olmaları daha fazla dikkat çekiyor. Çünkü İsrail, anti-semitizme fırsat vermek için fazlaca çaba gösteriyor olsa da anti-semitizm/Yahudi karşıtlığı tasvip edilmeyen bir durum. Ayrıca Batı dediğimiz hem fiziki hem de siyasi anlamı olan bir coğrafyanın insanlarının tamamıyla ABD Dışişleri Bakanı Blinken ya da Avrupa Komisyonu Başkanı Leyen gibi olmadığını bilmek “ötekine yaranmak” için değil, dünyada dil, din, ırk fark etmeksizin insanların ortak doğru ve ortak iyilikte buluşabildiğini görmek ve adaletli olmak için önemli. Bugünlerde her ne kadar haksızlığa karşı duyulan öfke makul olmayı ortadan kaldırsa da insanlığın buna ihtiyaç duyduğu tartışmasız bir gerçek. Sanırım Harari de bu minvalde değerlendiriliyor ve kendisine bu minvalde fikirleri soruyor. Peki, öyle mi?
Harari yazısında, İsrail-Hamas çatışmasında Netanyahu’nun popülist ve kutuplaştırıcı politikalarının olumsuz etkisinden bahsediyor. Yazının ilk satırlarında İsrail ve Filistin arasındaki son çatışmalarla ilgili Holokost benzetmesi yapıldığını görünce, aklınıza Holokost görmüş bir halkın çocuğu bir “entelektüelin” Filistin’e yapılanların da benzer bir katliam olduğundan bahsedileceğini sanıyorsunuz ama nafile; Harari, Hamas’ın son saldırılarını Holokost’a benzetiyor, İsrail’i eleştiriyor ancak sivil katliamları nedeniyle değil, Hamas’ı geri püskürtme konusundaki başarısızlıkları ve Netanyahu’nun kutuplaştırıcı, barışa yaklaşmayan, popülist politikaları nedeniyle. Dolayısıyla muhtaç olduğumuz o adalet merkezli bakışa, “entelektüellerin” bakışında bile rastlamıyoruz.
Harari’yi okuyunca İsrail’in sadece Netanyahu döneminde kötü politikalar izlemiş olduğu zannına kapılabilirsiniz. Oysa Netanyahu öncesinde de bir İsrail vardı, her ne kadar en uzun süre başbakan olmak konusunda Netanyahu rekor kırmış olsa da, Netanyahu öncesinde İsrail’in, Filistin’e yönelik çok sayıda saldırısı mevcuttu. Buna ek olarak, 1982’de Şaron’un başbakan olduğu dönemde Batı Beyrut’taki Sabra ve Şatila Filistin mülteci kampının basılıp, kadın, yaşlı, çocuk yüzlerce Filistinli sivili katlettiği gerçeği en az İsrail’in utanç duvarlarından biri kadar sert biçimde karşınıza çıkar. Harari, bunu bilmiyor olabilir mi, sanmam. Ya da İsrail ve Filistin, “barışa” bir miktar yaklaştığında, barışa yaklaşan Başbakan Rabin’in aşırı sağcı bir İsrailli tarafından suikastla öldürüldüğünü bilmiyor olabilir mi? Hiç sanmam. Ama yine de İsrail’in hikayesini, hikayenin kötü karakteri Netanyahu ile başlatıp bitirmeyi ve Filistin’in hikayelerine sadece Gazze ve Hamas üzerinden bakmayı tercih ediyor. Ne de olsa Harari’ye göre hikaye demek, her şey demek, anlatabildiğiniz hikaye kadar varsınız demek.
Harari’nin bozulduğu gerçeklerden biri de, Hamas’ın saldırıları sonrası, İsrail’in bahsettiği kadar güçlü olmadığının, güvenlik zafiyeti olduğunun ortaya çıkmış olması. Yani, İsrail, Hamas’a anında müdahale etmiş olsaydı pek de bir problem olmayacaktı… Harari’de popülizmin kötü bir yere varışı, Netanyahu’nun İsrail’in karizmasını çizmiş olması, popülizm balonunun patlamış olmasıyla ortaya çıkıyor. Oysa popülizm, katliamları bile meşrulaştıracak bahaneler üretebilecek potansiyel taşıdığı için kötüdür, İsrail’de kötü bir yönetim popülist diye değil.
Harari Türkiye’de ilgi gören bir isim, kitapları oldukça ilgi görüyor. İsrailli bir yazar olması nedeniyle Harari’ye bu ara da ayrıca fazlaca fikrini soran var; biri de CNNTürk. Kendisine haksızlık etmek doğru olmaz ancak CNNTürk’teki açıklamalarının da bir entelektüelden beklenenin çok altında olduğunu görmek üzücü; “Hamas terör örgütü, Netanyahu bir halkı ikiye böldü, iki devletli çözüm gerekir ama bu zor” şeklindeki kalıp İsrail savunmaları ötesine geçen tek cümlesi var; Filistinlilere umut vermeliyiz.
En umut veren “entelektüel bakış” bu ise, gerisinin hastane bombalaması şaşırtıcı olmamalı.
Harari ile insani ortak noktada buluşa bilinecek tek nokta “artan popülizmin oluşturacağı tehlikeler” konusundaki uyarısı olabilir. Zira sadece İsrail değil tüm dünyada artan milliyetçilik, yükselen ırkçılık, oy arttıran aşırı sağcı siyasiler meselesi birer sayısal veri olarak paylaşılıyor ancak bunlar sadece veri değil tehlikenin ayak sesleri. Zİra o popülizm, “vatan millet savunması, artan mülteci krizlerine ‘anlaşılabilir’ toplumsal tepkiler” şeklinde durmuyor, pek ala bir başka milletin katliamlarına dair bir meşrulaştırma aracı da olabiliyor, İsrail başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde olduğu gibi…
Peki, popülizm dışarıda öylece duran somut bir gerçeklik mi? Yoksa kendisini facianın ayak sesleri olarak tanımlayanları dahi fark etmeksizin içine çeken bir karanlık mı? Zannediyorum ikincisi, aksi olsa ne Harari bu denli kendinden bihaber olurdu ne de bu kadar muteber.
Harari’nin en bilinen kitaplarından birisi, Türkçe’ye de “Sapiens: Hayvandan Tanrılara” başlığıyla çevrildi. Kitap, insan türünün “ilkel” dönemden modern dönemlere kadar olan serüvenini ele alıyor. Oldukça kapsamlı ve önemli nokta atışları olan bir kitap olduğu söylenebilir.
Harari kitapta özetin özetiyle şöyle diyor: Hayvandan evrimleşerek ortaya çıkan insan, hayatı tasarlama açısından tanrılaşmıştır. Bunu kapsamlı olarak ifade ederken, homo sapiens’in “ekolojik bir seri katile” dönüşmesinin öyküsünü anlam bütünlüğü içerisinde ele alıyor. Yine kitabın alt başlıklarında, insanın elde ettiği gücü neden insanlığın yararına olacak bir biçimde kullanmadığı sorusuna cevap arıyor.
Sahi niye?
Sorunun cevabını en iyi Harari’nin vereceğini düşünmek mümkün zira Filistin-İsrail meselesinde fazlaca fikir beyanında bulunan bir isim. Ve Harari, İsrail’in Filistinlilere yönelik seri cinayetlerine, muhtemelen ucu kendine dokunduğu için, insanlığın tarihine baktığı kadar dikkatli bakamıyor. Filistin-İsrail meselesini, son dönemin en kanlı şiddetini ele alırken meseleyi Gazze’ye ve Hamas’ın terörist oluşuna indirgemekten fazlasını yapamıyor.
Yakınları soykırımdan kurtulmuş ve o korkutucu öykülerle büyüyen Harari’nin kendi öyküleri dışına çıkamıyor oluşu oldukça anlaşılır ve insani. Ancak o öykülerin dışındakilerin, Filistin duyarlılığı olan az sayıda ülkeden biri olan Türkiye’de, kendisine birkaç Netanyahu eleştirisi sunacak diye teveccüh göstermesi hem de böyle bir dönemde anlaşılabilir gibi değil.
Harari, Sapiens’te, hikayelerin, hikaye anlatıcılığının homo sapiens’i bir arada tutan, iletişimi sağlayan şey olduğunu söylüyor. Ama aynı zamanda aynı coğrafyayı paylaşan İsrailliler ve Filistinlilerin ortak bir hikayesi olmasının önüne kendi hikayesini çok daha baskın bir şekilde koyuyor. Filistinlilere bir umut vermekten başka vaadi yok, kendi hikayelerini yazmalarının önünde bir tarihçi olarak ironik biçimde duruyor.
İsrail’in hastane vurarak 500 kişiyi öldürdüğü saldırıdan sonra, Filistin-İsrail çatışmasının her nüksetmesinde “İsrail’in yanındayız” açıklaması yapan Batı’nın bile sesi kısılmışken, Türkiye kamuoyunda “İsrail, hastane vurmadığını söylüyor” şeklinde açıklamalarla İsrail’i aklamaya çalışanlar hadi neyse de Filistin’e duyarlılığı olanların, insan hakları konusunda hassasiyeti olanların, önüne ardına bakmadan bir Harari efsanesi üretmesindeki handikap nedir? Bu, bilmemekse bu anlaşılır da İsrail’in kendi yazdığı öykülerin içinde yaşıyorlarsa vay halimize!
Harari gibi ısmarlama değil sıfatını hak eden bir entelektüel olan Peter Berger de şöyle diyor; insan kendi ortamının ürünüdür, içinde yaşadığı atmosfer tarafından oluşturulur ancak tamamen de edilgen değildir aynı zamanda kendi dünyasını da inşa eder. Ve Karl Mannheim, bilgi sosyolojisi ile bunu bir adım daha ileri götürerek, entelektüelin kendi toplumunun ürünü olsa da, nesnel olmaya en yakın olan, bir ideolojiye bağlanmadan nesnel düşünebilen olduğunu söyler. El hak doğrudur, bu nedenle mesela entelektüel, popülizmi popülizm zehrini tadıp zehirlenmeden önce kokusundan tanır ve uzak durulması konusunda, kitlelerin önünden giderek onları tehlikeye karşı uyarır. Harari gibi popülizme tükürürken, minik şirin popülizm esintileri kuşanmaz, hadi kendisi kuşandı, onun popülizm tehlikesine dikkat çekenler de o tehlikeden kaçıp başka popülist çıkarımlarda bulunmaz. Aksi halde bırakın Filistin’i, kendi öyküleri bile olmaz. Harari gibilerin ağzından Filistin hikayesi dinledikleri gibi kendi hikayelerini dinlerler.