Latin Amerika’nın en gelişmiş ülkelerinden Şili’de dün bir anayasa referandumu düzenlendi. Şili halkı, darbe döneminden kalan 1980 tarihli anayasasını tamamen geride bırakıp yeni bir toplumsal sözleşmeyi kabul etmek için sandığa gitti. 3.000 muhalifin ölümünden ve binlerce kişinin işkence görmesinden sorumlu olan diktatör Pinochet döneminden kalan anayasayı geride bırakmak için sandığa gittiği bu anayasa referandumunda sandıkların kurulduğu kamusal mekânlardan biri de başkent Santiago’daki Ulusal Stadyum’du.
Yeni bir anayasa için sandığa giden Şili halkının bu futbol stadyumunda oy kullanmasının sembolik önemi büyüktü. 1973 yılında düzenlediği askeri darbe ile sosyalist lider Salvador Allende’yi iktidardan uzaklaştıran Pinochet liderliğindeki askeri cunta, kurulacak yeni rejim için tehlikeli gördüğü 40.000 kişiyi darbenin ardından bu stadyumda toplamış, stadyumu bir hapishane ve işkence merkezine çevirmişti. Siyasetçiler, solcu sendikacılar, şarkıcılar bu stadyumda katledilmişti.
Stadyum, halkın ve dünyanın gözünde kısa sürede Pinochet rejiminin vahşetinin sembolü haline gelmiş, darbeden iki ay sonra düzenlenen Dünya Kupası elemelerinde Şili ile eşleşen Sovyetler Birliği bu “kanlı” stadyumda oynamayı reddedip maça çıkmamış, turnuvadan elenmeyi göze almıştı.
49 yıl sonra Ulusal Stadyum yine sivillerle dolmuştu. Fakat bu sefer Şili halkının ellerinde kelepçe değil, darbeci cuntanın son kalıntılarını geride bırakmak için sandığa atacakları oy pusulaları vardı.
Darbeci Pinochet
1970 seçimlerinde 62 yaşındaki Salvador Allende, Şili Devlet Başkanı seçildi. Allende, reformist bir sosyalistti. Sosyal adaletin sağlanmasını, ülkedeki gelir eşitsizliğiyle mücadele edilmesini savunuyordu, seçimlerde bu vaatleriyle merkez sağ Hıristiyan Demokratların da desteğini almıştı. Allende, kısa bir sürede sosyal yardımları, memur maaşlarını arttırdı, kamulaştırma politikaları uyguladı, ülkedeki yerli Mapuche halkına geniş destekler verdi, senede 50.000 konut inşa edildi, ders kitapları bedava verildi, büyük bir eğitim seferberliği ilan edildi.
Fakat orta üst sınıflar, iş insanları, KOBİ’ler devletin ekonomideki etkisinden, özel mülkiyet hakkının yeterli yargı denetimi olmadan ihlal edilmesinden rahatsızdı. Zman içerisinde enflasyonun devlet harcamalarının artması nedeniyle %150’lere çıkmasıyla Allende’ye karşı muhalefet arttı. Fakat o güne kadar sistem tarafından yok sayılan orta alt sınıflar, yerliler ve yoksullar sıkı bir Allende destekçisiydi, sosyal yardımların ve maaşların enflasyon oranında arttırılması gibi politikalar nedeniyle memnundular.
ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batı ülkeleri ise Soğuk Savaş’ın gölgesinde sosyalist, fakat Küba’nın aksine demokratik prensipleri uygulayan bir Latin Amerika hükümetinin başarılı olma olasılığından rahatsızdı. Batı ülkeleri Allende’nin başkanlığı boyunca muhalefeti destekledi, Allende karşıtı gösterileri fonladı, mevcut rahatsızlığının artması, darbe olması için çaba harcadı. 3 senenin ardından Hıristiyan Demokratların da desteğini kaybeden Allende, 1973 yılında büyük bir siyasi krizle karşı karşıya kaldı. Allende’nin özel kişilere ait şirketleri ve tarım alanlarını kamulaştırma planlarına hem Anayasa Mahkemesi hem Meclis karşı çıkıyor, Allende ise yeni bir anayasa yaparak bu hukuki ve yasal engelleri aşmaya çalışıyordu.
Allende’nin kurumları aşmak için halk oylamasına başvurma planı suya düştü, halk oylamasını açıklayacağı gün Genelkurmay Başkanı Pinochet liderliğindeki Şili ordusu bir darbe düzenledi. Askerler başkanlık sarayına girince Allende intihar etti. Askeri cunta 40.000 Allende destekçisini tutukladı, ülke yönetimine el koydu ve Pinochet’nin 17 yıl sürecek diktatörlüğü başladı. Batı’nın tam desteğini alan Pinochet, University of Chicago mezunu Amerikalı ekonomist bir danışma ekibiyle Allende reformlarını tersine çevirdi, enflasyonu düşürmek amacıyla devletin ekonomideki rolünü azalttı, özelleştirme politikaları uyguladı, vergileri düşürdü. Pinochet döneminde enflasyon düşse de gelir adaletsizliği yeniden yükselmeye başladı.
“Hayır” ittifakı Pinochet’ye karşı
Pinochet, 15 yıl boyunca ülkeyi demir yumrukla yönetti. Siyasi partiler yasaklandı, muhalefetin medyaya erişimi sıfırlandı, sağcısından solcusuna işkenceleri, zorla kaçırılmaları, yargısız infazları eleştiren herkes rejim tarafından sindirildi. 3.000 insan öldürüldü. Hapishaneleri teker teker dolaşan ve ellerindeki listeyle mahkûmları öldüren özel bir tim kuruldu. 1973 yılından 1988 yılına kadar tek bir devlet başkanı seçimi yapılmadı. Fakat cuntanın yaptığı 1980 anayasasına göre Devlet Başkanı Pinochet’nin 1988 yılından sonra 8 sene daha görev yapması için halk oylaması yapılması gerekiyordu. Pinochet, ekonomik kalkınmadan dolayı halkın desteğini alıp göreve devam edebileceğini düşündü ve bir 8 sekiz sene daha görevde kalmak için referandum düzenleme kararı alındı.
Batı’da artan eleştirileri karşısında Pinochet ve askeri cunta politik partilerin kurulması ve muhalefetin referandum sürecinde günde sabah ve öğle vakitlerinde olmak üzere devlet televizyonda 15 dakika propaganda yapmasına izin verildi.
Pinochet’nin “Evet” cephesi, “Hayır” diyecekleri terörist, bölücü, Allende dönemindeki radikal solcular, özel mülkiyet karşıtları olarak tanımlarken ve reklam içeriklerinde “Hayır” çıkması durumunda yaşanacak şiddet görüntülerini kullanırken, “Hayır” cephesi çok farklı bir reklam kampanyası yürüttü.
“Hayır” cephesi sadece Allende destekçisi solculardan, sosyalistlerden ve komünistlerden oluşmuyordu. Pinochet diktatörlüğünün uygulamaları rejim muhaliflerini genişletmiş; zamanında darbeye destek veren Hıristiyan Demokratlar, merkez sol ve merkez sağcılar muhalefet saflarına geçmiş; dindarlar, liberaller, sağcılar ve muhafazakârlar da “Hayır” vereceklerini açıklamıştı. Merkez sol, merkez sağ, liberal, komünist ve sosyalist partiler, siyasetçiler “Hayır” kampanyasını beraber yürütmek için Demokrasi Koalisyonu’nu kurdular ve ortak kampanya yürüttüler.
Kampanya yönetiminin iki taktiği vardı. İlk olarak, “Hayır” cephesini “radikal solcu” olarak lanse eden askeri cuntanın söylemini etkisizleştirmeye çalıştılar ve kampanya boyunca sağ, muhafazakâr, hem Allende hem Pinochet’ye muhalefet etmiş isimleri görünür kıldılar, ön plana çıkardılar. İkinci olarak da Pinochet’nin “Hayır çıkarsa, kaos çıkar” söylemini aşmak için “Hayır” çıkması durumunda ülkede yaşanacak olumlu gelişmeleri halka somutlamayı amaçladılar. Böylece Pinochet döneminde ağır bir şekilde insan hakları ihlallerine uğramış olan mağdurların yoğun itirazlarına rağmen kampanya ekibi çok renkli ve olumlu bir söylem benimsedi. Reklamlarda mutlu insanlar, palyaçolar, çocuklar ön plana çıkarıldı, “Hayır” sonucu çıkması durumunda ülkenin hızlı bir şekilde demokrasiye geçeceği vurgulandı. Seçim kampanyasında neşeli bir şarkı kullanıldı: “Şili, mutluluk geliyor”. Bu süreçte rejim mağdurları da unutulmadı, işkence görenler, yakınları öldürülenler de kampanya içeriklerinde rol aldı, umut ve öfke dengelenmeye çalışıldı, fakat umut dili baskındı.
Sonunda umut dili kazandı ve halkın %56’sı Pinochet’nin bir 8 yıl daha görevde kalmasını reddetti, referandumda “Hayır” oyu verdi. Pinochet seçim gecesi, sevinç kutlamalarını bahane edip halk sokağa indi gerekçesiyle sonuçları kabul etmemeyi ve askeri sokağa çıkarmayı düşünse de Batı’nın ve kendi ordusu içindeki isimlerin desteğini bulamaması nedeniyle sonuçları kabul etmek zorunda kaldı.
Geçiş dönemi başladı, Pinochet görevi bırakacağını açıkladı ve 1989’da 19 yıl sonra ülkede ilk kez özgür bir başkanlık seçimi gerçekleştirildi. Solcuların, sağcıların, liberallerin, muhafazakârların ortak adayı merkez sağa yakın, fakat 1988 referandumunda Pinochet’yi sert bir şekilde eleştiren Patricio Aywlin oldu. Aywlin, “Hayır” cephesinin desteğini alarak %55 ile Devlet Başkanı seçildi. Pinochet sorunsuz bir şekilde koltuğunu Aywlin’e bıraktı, karşılığında yargılanmama sözü almıştı, geçiş sancısız olacaktı.
Şili’de 17 yılın ardından geçiş dönemi başlamıştı.
Demokrasiye geçiş
Pinochet hâlâ toplumun %40’ının desteğine sahip olması nedeniyle merkez sağ ve sol muhalifler, eski diktatörün yargılanmaması, askerin bir daha yönetime el koymaması için ülkeyi ikiye bölecek politikaların uygulanmaması gerektiğini savundu, birçok cunta mensubu yargılanırken Pinochet sahip olduğu eski devlet başkanı dokunulmazlığı nedeniyle uzun bir süre yargılamaların dışında kaldı. Hatta Pinochet karşıtları yargılanmaması için anayasaya özel bir dokunulmazlık maddesi dahi koydu. Pinochet’nin yargıyla karşı karşıya gelmesine bir Londra ziyareti vesile oldu. 1998 yılında bir ameliyat için Londra’ya gittiğinde İspanya’daki bir yargıç tutuklama emri verdi. Sebep Pinochet döneminde işlenen işkence, yargısız infaz ve zorla kaçırma suçlarıydı. İspanyol yargıcın tutuklama kararı İngiliz polisi tarafından uygulandı ve Pinochet 83 yaşında hastane odasında tutuklandı. Her ne kadar Lordlar Kamarası tarafından 1988’den beri işlenen suçlardan sorumlu tutulsa da ev hapsine alınan Pinochet’ye viski yollayacak kadar kendisini destekleyen eski Başbakan Margaret Thatcher’in baskıları nedeniyle yargılanacağı İspanya’ya iade edilmedi, serbest bırakıldı ve Şili’ye geri döndü.
Londra’da yaşanan süreç, Şili’deki yargıçları da etkiledi, toplu infaz davalarını yürüten savcılar Pinochet’nin de dokunulmazlığının kaldırılması talebinde bulundu. Hapishane hapishane gezen ve siyasi mahkûmları idam eden asker cunta ekibinin yargılandığı Ölüm Timi davasında Pinochet’nin dokunulmazlığı kaldırıldı, hakkında Şili’de ev hapsi kararı verildi, fakat bu karardan 20 gün sonra 91 yaşında hayatını kaybetti.
Pinochet’nin ölümü muhaliflerini sevindirdi, destekçilerini üzdü. Mahkeme yüzü görmeden evinde vefat etmiş, ülkeyi ikiye bölecek bir yargı süreci yaşanmamıştı.
Şili geçmişte yaşanan insan hakları ihlallerini ortaya çıkaracak Hakikat Komisyonları kurdu, askeri cunta görevlileri yargılandı, Allende için yıllar sonra sembolik bir devlet töreni düzenlendi, birçok yasa değişti, anayasa metninde değişiklikler yapıldı.
Yeni’yi kuramamak
Şili’de Pinochet dönemi geride bırakılmış, fakat Pinochet’ye karşı çıkan geniş kesimler yeniyi kurmak konusunda uzlaşamamıştı. Ülkedeki gelir adaletsizliği, %10’u oluşturan Mapuche yerlilerin sorunları devam etti, sosyal devlet uygulamalarını reddeden bir kapitalizm ve Allende dönemindeki hukuku zorlayan kamulaştırma politikalarını uygulayan bir sosyalizm korkusu ikileminde halkın talepleri karşılanamadı.
2011’de Şilili öğrenciler, eğitimde devletin rolünün artması, daha fazla devlet üniversitesinin açılması için sokağa çıktı. Gösterilerde 1800 öğrenci tutuklandı. 8 sene sonra 2019 yılında, hayat pahalılığı ve gelir eşitsizliği nedeniyle Şili halkı tekrar sokağa çıktı. 1988 referandumunun son “Hayır” mitinginden daha kalabalık gösteriler düzenlendi, 3 milyon insan içinde sosyal devlet uygulamalarının yer aldığı yeni bir anayasa talebiyle sokağa çıktı. Bu gösteriler sonucunda sağcı hükümet yeni bir anayasa sürecinin başlayacağını duyurdu.
Gösterilerden iki sene sonra, 2011 protestolarında komünist bir öğrenci lideri, 2019’da ise hükümeti yeni anayasa için ikna eden sol siyasetçilerden biri olan Gabriel Boric, 35 yaşında ülkenin en genç devlet başkanı seçildi. Boric, Allende’nin kızını Savunma Bakanı olarak atadı ve merkez sol politikalar uygulamaya başladı, fakat Şili geleneğini devam ettirerek hükümetinin etkinliği için sağcıların da desteğini aramaya başladı. Boric her ne kadar seçimde başarılı olsa, sağcılarla işbirliği yapmanın yollarını arasa da yeni anayasa süreci o kadar başarılı olamayacaktı.
Yüksek idealler uğruna harcanan fırsat
Şili halkı 2020’de sandığa gitti ve “Yeni bir anayasa yapılsın mı?” sorusunu yanıtladı. Seçime katılım oranı %51’de kaldı ve halkın %78’i yeni bir anayasa yapılması talebinde bulundu. Özel bir anayasa meclisi oluşturulma kararı alındı. Yeni meclis 155 kişiden oluşacak, yarısının kadın olması zorunlu olacak ve uzun yıllar yok sayılmış yerliler için 17 sandalye özel olarak ayrılacaktı. Anayasa Meclisi üyeliği için de özel bir seçim düzenlendi, halkın %41’i sandığa gitti. Seçimleri çoğunlukla sosyal adalet talebini taşıyan ve 2019 gösterilerinde yer almış bağımsız sol, merkez sol isimler kazandı. Bu bağımsız aktivist siyasetçiler, meclise girdi ve sol kanat meclisin 2/3’ünü oluşturdu. Meclis başkanlığına Mapuche yerlisi Elisa Loncon seçildi.
154.000 vatandaşın katıldığı 16.000 halk toplantısı düzenlendi. 980.000 kişi anayasa taleplerini meclise iletti. Halk fikirlerini online olarak ifade etti, mecliste kabul edilen maddeler video aracılığıyla halka basit bir şekilde iletildi.
Anayasa yapım kurallarına göre anayasa taslağının kabulü için meclisin 2/3’ünün desteğini almak gerekiyordu. Sol kanat, meclisin 1/3’ünü oluşturan sağcılara gerek duymadan bir metni mecliste kabul etme ve sonrasında halk oylamasına sunma imkânına sahipti. Sol kanat bu fırsatı kullandı ve sağcıların taleplerini genel olarak dinlemeyerek maksimalist bir metin hazırladı.
Ortaya çıkan metin oldukça kapsamlı ve ilerici bir metindi. 388 adet yeni madde hazırlandı, 200 sayfalık bir metin ortaya çıktı. Şili, “çok uluslu bir ülke” olarak tanımlanıyor, yerlilere kendi yargı sistemlerini kurma imkânı tanınıyordu. Doğanın hakları olduğu kabul ediliyor, hayvanlar özel korumaya alınıyor, su ve maden kaynaklarının özel mülkten çıkarılmasını sağlayacak yeni bir altyapı kuruluyordu. Dinlenme, veri güvenliği, cinsel eğitim gibi konularda halka geniş haklar sağlanıyor, sağlık ve eğitim konusunda sosyal devlet uygulamalarını öngören maddeler ilk kez Şili anayasasına ekleniyordu.
Fakat, anayasa yapım sürecinde sağcıların dışlanması ortaya çıkan metnin halktaki karşılığını zayıflattı. Sağ kesimden metne destek gelmedi, liberaller bu anayasanın kabul edilmesi durumunda yabancı yatırımcının kaçacağını, sol bir hükümetin Allende dönemindeki gibi geniş kamulaştırma politikaları uygulayabileceğini, özel mülklere el koyabileceği endişesini dile getirdi. Özellikle su ve yer altı kaynakları konusundaki hükümler, şirketlerin tepkisini çekti. Kürtajın bir hak olarak tanımlanması, fakat detayların yasama organına bırakılması muhafazakârların “Yeni anayasa sayesinde 8 aylık hamile kadınlar bile kürtaj yaptırabilecek” propagandasını yaymasına fırsat verdi.
Solcuların ve yerlilerin hazırladığı detaylı, ama halkın bir kesiminde karşılık bulamayan anayasa metni, dün (4 Eylül) düzenlenen referandumda halkın %60’nın oyuyla reddedildi. Şilili solcuların ideallerini birebir yansıtan, tavizsiz bir şekilde oluşturulan anayasa metni, toplumun büyük bir çoğunluğunu mutlu etmemişti.
Şimdilik Şili yeni anayasanın nasıl yazılacağını tartışacağı, Pinochet dönemi darbe anayasasını nasıl geride bırakıp güncel sorunlara çözüm arayacağını tartıştığı hararetli günlere “Merhaba” dedi.
Fakat Şili’nin yaşadığı bir süreç anayasa tartışmalarının yaşandığı bütün ülkelere dair dersler içeriyor, daha önce Şili siyasetinden etkilenen, hatta seçim taktiklerini birebir uygulayan Türkiye başta olmak üzere.
Şili sen oyla, Türkiye sen anla
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilen 2017 referandumunda, “Hayır” cephesinin en büyük ilham kaynağı 1988 Şili referandumuydu. Hatırlayanlar olacaktır, Şili’deki “Hayır” kampanyasını anlatan Oscar’a aday gösterilen “No” filmi birçok kişi tarafından izlenmiş, filmdeki taktikler, şarkılar, sloganlar muhalefet tarafından kullanılmıştı. CHP ilk defa parti kimliğini, sloganlarını geri planda tutmuş, Şili’deki “Hayır” cephesine oldukça benzeyen bir taktikle çocukların ön plana çıktığı, renkli bir güneşin olduğu bir kampanya görseli seçmişti. CHP’nin seçim şarkısı insanların dans ettiği “Hayır olur inşallah” adındaki neşeli bir şarkıydı. Bu görsel Şili’deki gökkuşağı taşıyan kampanyaya çok benziyordu.
“Hayır” cephesinin benzerliği sadece Türkçeye çevrilen Şili marşlarında ve kampanya içeriklerinde kalmadı, kampanya sürecine de yansıdı. 2017’de belki Türkiye’nin en renkli kampanya süreci yaşandı, muhalefetin çoğulculuğu bütün referanduma yansıdı. CHP kendisini geride tutuyor, farklı kesimlerin ön plana çıkmasını sağlıyordu. Saadet Partisi “Hayır” cephesine katılıyor, MHP’den istifa eden Meral Akşener ve arkadaşları bütün Türkiye’yi gezerek zor koşullar altında “Hayır” kampanyası yapıyor, bugün gündem olan Mehmet Ali Çelebi dahil Ergenekon mağduru emekli askerler, komutanlar “Hayır diyenler terörist, FETÖ’cü” söylemini etkisiz kılmak için şehir şehir etkinlik düzenliyordu. HDP ve hapiste olan Demirtaş, net bir şekilde “Hayır” kampanyası yürütüyordu.
Ali Bayramoğlu, Etyen Mahçupyan, Fehmi Koru gibi isimler “Hayır” oyu vereceğini açıklıyor, Ahmet Taşgetiren, Yıldıray Oğur, Gülay Göktürk “Evet” oyu verme eğilimi olan kesimlerin okuduğu gazetelerde, yeni hükümet sistemi teklifini eleştiren sert yazılar yazıyor, ne yönde oy kullanacağını açıkça deklare etmese de Abdullah Gül başkanlık sistemini eleştiren açıklamalar yapıyordu.
Orta sınıf muhafazakârların, milliyetçilerin, liberallerin, Kürtlerin, sosyal demokratların, sosyalistlerin, dindarların birbirinden ayrı, fakat ortak mesajlar içeren kampanyası zafer elde edemedi, fakat “Hayır” oyu büyük bir başarı yakalamıştı. İstanbul, Ankara, Denizli, Manisa, Mersin, Adana, Hatay, Diyarbakır gibi büyükşehirlerde, Üsküdar, Eyüp gibi ilçelerde dahi “Hayır” oyu kazanmıştı. Akşener’in ışıkları söndürülen toplantıları, AK Parti’den uzaklaşan kesimlerin sessiz kampanyaları, iktidarı bugüne kadar destekleyen isimlerin eleştirileri sonuç vermiş, muhalefet safları ilk defa bu kadar çeşitlenmişti. Bir nevi bugünkü Altılı Masa’nın temelleri, 2017 referandumunda atılmıştı.
Bu dönüşüm muhalefetin zaferine yol açmadı, “Hayır” %48.6’da kaldı. Bu başarılı kampanyanın zafere dönüşememesinin sebebi yine Şili seçimlerinde yatıyordu. 1988 Şili referandumunda “Hayır” cephesinin kampanyasını yürüten Şilili siyasal iletişimci Francisco Garcia Ferrada, CHP’nin daveti üzerine referandum sürecinde Türkiye’ye gelmiş, çocukların yer aldığı, rengarenk ve olumlu seçim kampanya içeriklerini takdir etmiş, “Hayır” gibi olumsuz bir ifadenin olumlu bir kampanya ile anlatılmasının önemini vurgulamıştı. Fakat bir uyarıda bulunmayı da ihmal etmemişti: “Ben bir haftadır buradayım, ‘Hayır’ oyunun ne önerdiğini anlamış değilim. Eğer bundan emin olmazsanız, ülkeye politik mesaj, hayal üretemezsiniz. Şahısların bize söylediği ‘Hayır oyu verin’ cinsinden. Bizim (Şili’de) yaptığımız ‘mutluluğun ülkeye tekrar döneceği’ şeklindeydi.”
Şili’de muhalefet “Hayır çıkarsa, kaos olur” söylemine karşı” Hayır” çıkması durumunda muhalif kesimlerin ortaklaşa bir şekilde çalışıp ülkeyi demokrasiye taşıyacağını anlatmış, mutlu günlerin geleceğini belirtmişti. Türkiye’de ise muhalefet 2017 referandumunda “Hayır çıkarsa ne olur” sorusuna yeterince yanıt verememiş, ülkenin kaosa sürükleneceği söylemi bu nedenle bazı kesimlerde karşılık bulmuş, özellikle muhalefete oy verme ihtimali olan kesimlerde kopuş hızlı gerçekleşememişti.
İtiraz konusunda net bir şekilde birleşen muhalefet, alternatif göstermek konusunda koordineli hareket edememiş, alternatif arayan seçmenlere ulaşamamıştı.
Dün düzenlenen Şili anayasa referandumu da Türkiye’ye bir mesaj yolluyor. Muhalefet, 2017’nin aksine ilk defa çoğulcu bir şekilde bir araya gelip ülkeye dair “yeni”yi konuşmak için masaya oturuyor. Altılı Masa liberallerin, muhafazakârların, solcuların, milliyetçilerin, sekülerlerin, dindarların, Kürtlerin uzlaşabilme ihtimalini, yeni bir anayasa ortaya koyabilme iradesini taşıma, Türkiye’yi dönüştürme iddiasında.
Şili’de sağcıları, liberalleri, milliyetçileri, muhafazakârları dışlayan bir anayasa metni halkın sadece %40’nın desteğini alabildi. Sol kesimin idealleri, halkın gerçekliğini aşamadı.
Bugün mevcut düzene muhalefette uzlaşan ve ortak bir “yeni” kurma iradesini taşıyan farklı kesimlerin Şili’deki referandum sonuçlarını aklından çıkarmaması gerekiyor. İdeallerden taviz verilmedikçe, farklı kesimlerle ortaklaşa çalışılmadıkça itirazda ortaklık, yeniyi kurmak için yeterli olmuyor, olamaz da.
1988 referandumunda Şili’de kazanan farklılıkların bir arada durmasıydı, 2022’de ise kaybeden uzlaşmayı reddeden, maksimalist, tavizsiz idealist anlayış oldu. Her ülkenin koşulları, halkın özellikleri farklı, fakat oyunun kuralları her yerde aynı.
Tavizsiz idealizm, maksimalist tutum, net kırmızı çizgilerin sonu hep hüsran. Değişim için detaylı bir uzlaşı, demokratik bir iş birliği şart. Şili’de de Türkiye’de de sakin bir şekilde orta şeritten gitmedikçe hedefe ulaşmak pek mümkün değil.