Ana SayfaGÜNÜN YAZILARINormali anormal olana normalleşme masalları

Normali anormal olana normalleşme masalları

Normal bir ülkede insanların uykuları, “deprem olursa ne yapacağız?” sorularıyla kaçmaz, hayatları boyunca vergi ödedikleri, kurallarına uydukları devletleri onlara çoktan çözüm önerilerini sunmuş, önlemlerini almış, geçmişte yaptığı hataları telafi etmiş, bu hataların sorumluluğunu üstlenmiş, hesabını vermiştir zaten. Yaşadığımız kötülükleri, acıları normalleştirdikçe anormallik normalimiz oldu. Nasıl bir normal sorusunu yanıtlamadan normalleşirsek, tedbirsizlikler, alınmayan önlemler, öngörülemeyen felaketler nedeniyle hayatlarımızın tehlikede olduğu bir “anormalliğe” geri döneceğiz.

6 Şubat’tan beri uyuyamıyorum. Aklıma deprem bölgesindeki görüntüler, feryatlar geliyor. Enkaz altında kalan insanlar, yakınları için vinç, arama kurtarma ekibi arayanlar, hala devam eden depremler, hala yapılan “çadır lazım” çağrıları.

Ardından ister istemez bugüne kadar yokmuş gibi davrandığımız olası İstanbul depremini düşünüyorum. Hepimizin arkadaşlarımızla, ailemizle birbirimize sorduğu o pis sorular: Evimiz yıkılır mı, gerçekten ev kayanın üstünde mi, deprem olursa hemen çıkmaya çalışalım mı, çöküp kapanalım mı, camdan atlarsak ne olur, enkaz altında kalırsam arama kurtarma ekibi ne zaman yetişir?

İşte bunları düşünmeye başladığım anda iliklerime kadar kendimden utanıyorum. 6 Şubat’tan beri afet bölgesinde insanların yaşadığı somut acılar karşısında, bir olasılık için strese girmemden, telaşlanmamdan dolayı kendime öfkeleniyorum. Tanımadığım insanların yasını tutmaya, acısını hissetmeye çalışıyorum. Hiçbir zaman anlayamayacağımı bilerek.

Psikolog bir arkadaşıma göre hepimizin yaşadığı bu olay tipik bir “toplumsal travma”, en yakın dostumun dediğine göre zamanla aşacağımız, birbirimizi iyileştireceğimiz “toplumsal bir yas”. Babama göreyse, dünyevi açıdan elimizden geleni yapıp, tedbirlerimizi alıp, elimizden geldiği kadarıyla afetten etkilenen insanlarla dayanışıp kendimizi Allah’a teslim etmemiz gereken kolektif bir imtihan.

Ne yaşadığımız konusunda en ufak bir fikrim, hislerimin kökeniyle alakalı düşünecek enerjim, böylesine bir felaketin ortasında buna odaklanabilecek yüzüm de yok açıkçası. Fakat kafasını yastığa koyduğu zaman benzer bir iç kavgayı veren tek kişi olmadığıma eminim. Televizyonda filmlerin gösterilmesine, Instagram’a tekrar yemek resimlerinin konmaya başlamasıyla da bu imtihanı/travmayı/yası hızlı bir şekilde aşamayacağımız konusunda emin olduğum gibi.

Bu yüzden farklı kanallardan yapılan bu “normalleşme” çağrılarının hiçbir karşılığı olduğunu düşünmüyorum. Yakınlarını, evlerini, anılarını, şehirlerini kaybeden insanlardan iki hafta içerisinde doğada yürüyüş yapmalarını, müzik dinlemelerini bekleyenler ülkedeki atmosferi Paris’teki kafelerden mi izliyor? Şüphe duymuyor değilim.

Peki ya depreme doğrudan tanık olmayanlar? Onların hızlıca normalleşmesini beklemek de mi abes? Belki değil, doğrudan etkilenmeyen, yakınlarını, evlerini kaybetmeyenlerin bir acısı, yoğun bir yası yok denebilir. Fakat iki haftadır yaşananlardan sonra sizce bir deprem ülkesinin vatandaşlarının başını yastığa huzurla koyması için ortada somut bir neden, güvence var mı? Ya da dün Yıldıray Oğur’un olası bir İstanbul depreminde yaşanabileceklerini anlattığı yazısındaki senaryolar için “asla düşünmedim, aklıma gelmedi” diyebilecek kaç kişiyiz? Dürüst olalım.  (https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/aslinda-bu-izledigimiz-kendi-akibetimizdir-1595604)

Günlerdir tartışılan deprem tedbirlerini, devletin depreme müdahalesini, eleştirileri, “mucize”leri kenara koyalım. Normalleşme söylemini pembe gözlükler, gülen yüzlerle yayanlara daha dürüst bir soru soralım: Bizim normalimiz neydi de normale dönmeye bu kadar heveslisiniz?

Normali, anormal olan bir ülkenin insanlarına normalleşin dediğinizin farkında değil misiniz?

Depremi tamamen unuttuğumuzda konuşabileceğimiz, üzerine düşünebileceğimiz konuların pek normal olduğu söylenemez herhalde: Anayasada açıkça öngörülmemesine rağmen ertelenmesi tartışılan seçimler, lavaş arası patates kızartmasının 80 lira olduğu bir ekonomi, pandemiden sonra tekrar uzaktan eğitim sarmalına giren bir eğitim sistemi, seçim yaklaştıkça gerilen bir siyasi arena.

“Normalleşme” çağrılarının hedefi bu “normal” olamaz herhalde. Hepimiz dünyayı bir şekilde takip ediyoruz, normallik bu değil. Dünyanın hiçbir normal toplumunda insanlar Resmi Gazete’yi her gece kontrol etmiyor, berberde dahi siyaset konuşmuyor, hiçbir normal ülkede bir seçim “kaderimizin seçimi” olmuyor, çünkü siyasi iradenin, devletin insanların hayatlarına müdahalesi sınırlı, alınabilecek siyasi bir karar birilerinin hayatını karartmıyor, karartsa bile siyasi iradenin karşısında yurttaşın çıkarını gözetebilecek, herkese güven veren mahkemeler var, insanların güvendiği, varlığını hissederek mutlu olduğu bir hukuk devleti var.

Normal bir ülkede insanların uykuları, “deprem olursa ne yapacağız?” sorularıyla kaçmaz, hayatları boyunca vergi verdikleri, kurallarına uydukları devletleri onlara çoktan çözüm önerileri sunmuş, önlemlerini almış, geçmişte yaptığı hataları telafi etmiş, bu hataların sorumluluğunu üstlenmiş, hesabını vermiştir zaten. Normal bir ülkede, devletin en büyük varlık sebebi insanların tek başlarına öngöremeyecekleri, tedbir alamayacakları felaketleri görüp, bunları engellemektir. Böyle bir normallikte, zaten hiçbir devletin kendisiyle övünmesine gerek kalmaz, devlete yapılan eleştirilerin pek bir önemi kalmaz. Normal görevlerini yapan bir devleti eleştirmek de normalleşir, çünkü devlet olmanın gerekliliklerini yerine getiren bir devletin özgüveni de fazladır, alınmaz, gücenmez, öfkelenmez. Özgüvenle korur, dinler vatandaşlarını.   

Şahsen ben babamın tavsiyesine uyarak yaşadığım bu tuhaf duyguları, imtihanı da Türkiye’nin böylesine “normal bir ülke” olması için dua ederek aşmaya çalışıyorum. Gece yatmadan önce ettiğim tek dua artık bu. Çocukken yatmadan önce dualarım çok uzundu, teker teker kaybettiğimiz akrabalarımızın adını sayıp rahmet, yaşayanlarımız için sağlık ve huzur dilerdim, bütün maddi, manevi dileklerimi sayardım. En az 10 dakika sürerdi. Artık çok kısa, çünkü bütün bunların olması için gerçekten de Türkiye’nin öncelikle normal bir ülke olması şart. Ne eksik, ne fazla, sadece normal olması yeterli.

Nasıl bir normal sorusunu yanıtlamadan normalleşirsek, tedbirsizlikler, alınmayan önlemler, öngörülemeyen felaketler nedeniyle hayatlarımızın tehlikede olduğu bir “anormalliğe” geri döneceğiz. Bugüne kadar Türkiye’de normalleşme acıların, felaketlerin üzerine yatmak, unutmak, bir daha tekrarlanmamasını umarak hiçbir tedbir almamak oldu. Depremler, askeri darbeler, hukuksuzluklar, yolsuzluklar hepsi zamanı gelince hepimizi şaşırttı, öfkelendirdi, fakat her seferinde normalleştirdik. Hiçbir şey değişmedi. Yaşadığımız kötülükleri, acıları normalleştirdikçe anormallik normalimiz oldu. Hiçbir felaketten ders çıkarmadık, hiçbir ödevi yerine getirmek için çabalamadık.

Şili’de, Japonya’da aynı derecedeki depremlerde az sayıda kişi hayatını kaybederken, 2023 yılında 40 bin insanımız enkaz altında hayatını kaybetti. Binlerce insan evini kaybetti. Bu devirde böylesine bir acı yaşamayı eğer bu kadar kısa bir sürede normalleştirirsek boş yere, bir hiç uğruna ölmeye devam edeceğiz. Anormal normalliğimiz bizi daha da çok boğacak.

Bu nedenle, eğer bugün yapılan bu normalleşme çağrıları tedbirlerin alındığı, insanların normal ülkelerdeki gibi normal yaşadığı, normal öldüğü bir normalliği işaret ediyorsa diyebileceğimiz tek şey “İnşallah” olur, fakat eğer normale dönüşten kasıt alıştığımız anormale dönüşse “Yok teşekkürler, buyurun siz önden” dışında bir sözümüz olmaz, ötesine kimsenin hali, takati de yok zaten. 

- Advertisment -