Türkiye asla mutabakata varamayacağı yeni bir tartışma konusu buldu: Köpekleri ne yapacağız? Kısırlaştırma, yerinde bakım, barınaklara taşıma, aşılama, rehabilitasyon, itlaf ya da sahiplenme… Bu sözcükleri ayrı sıralarda dizip makul bir çözüm olabilirmiş gibi konuşuyoruz.
Bir yanda halk sağlığı, hijyen ve başıboş hayvanların şehir hayatında neden olduğu riskler dile getiriliyor. Öte yanda, köpeklerin öldürülmesine insanların gönül el vermiyor.
Sosyal medya bu meselede bir öneri çöplüğü haline gelmiş durumda… Halbuki memleketin alışık olduğumuz gerçeklerinden süzdüğümüzde, bu önerilerin hiçbirinin işlemeyeceğini görmek zor değil.
Öncelikle en medeni çözümü ele alalım: Köpeklerin rehabilite edildiği tertemiz barınakların kurulduğu, kendilerine yeterli alanın sağlandığı, burada uzman kadrolar tarafından bakıldığı, nazikçe kısırlaştırıldığı, tedavi edildiği, beslendiği, sahiplendirildiği…
Ne ütopya, değil mi? Bu özelliklerde barınakları kurmayı başarsak, herhalde köpeklerden önce insanlar dolar.
Doğruya doğru… Ne belediyelerin ne de gönüllülerin böyle bir ütopyayı organize etmeyi becereceğini sanmıyorum. Belediyeler maalesef böyle meselelerde son derece verimsiz çalıştıklarını geçen yıllar boyunca defalarca ispat etti. “Çiple, aşıla, kısırlaştır, yerine bırak” şeklinde özetleyebileceğimiz çözüm de, barınak işletmenin zorluklarından kaçınmak içindi.
Gönüllülerin sayısı da sanılandan çok daha az. Ha, sosyal medyada söylenip birilerini tahkir etmekle yetinenleri gönüllü saymıyorum elbette… Barınaklarda gönüllü çalışmayı kaç kişi isteyecek? Pet Shop’lardan cins bir köpek satın almak yerine barınaktaki soyu sopu belirsiz gariban çomarı sahiplenmeye kaç kişi gönül indirecek?
Deprem güçlendirmesi bekleyen okul binaları varken ütopik barınak tesislerine bütçe ayırmak da – kızacaksınız ama – bana da makul gelmiyor. Peki ne yapılacak?
Şikayetlerin çok olduğu bölgelerde belediyeler hayvanları toplayıp kent çeperlerine bırakıvermiş. Buralarda hayvanlar açlıktan birbirini yemiş, çeteleşmiş, sanayi sitelerine ve yakınlardaki yoksul mahallelere inmiş. Yani başıboş köpek sorunu yoksul insanlara havale edilmiş. Öfke birikmiş, tahammül kalmamış.
Şimdi bir köpek çetesini yerinden alsak, kısırlaştırsak ve yerine bıraksak bu iş çözülecek mi? Sokaklarda köpek görmek istemeyen insanlara beş yıl daha sabredin demek mümkün mü? Ayrıca bu insanları sorunun beş yılda çözüleceğine nasıl ikna edeceğiz? Hayvanseverler barınakların umdukları standartlarda işletileceğine ikna olmuyor; başıboş hayvanları sokaklarda görmek istemeyenler kısırlaştırmanın doğru dürüst uygulanacağına nasıl ikna olacak?
Pekiyi, herkesin köpekleri sevmesini ummak mümkün mü? Sosyal medyada kimileri “Bana da havladılar, ama şöyle yaklaştım, böyle davrandım, dostça karşılık verdiler…” türü öğütler sıralıyor. Haliyle bu söyleneni köpekleri benimsemiş, içtenlikle seven kişiler yapabilir. Herkesin harcı değil…
O halde köpekleri sokaklarda istemeyen, bunun için gerekirse itlaf gibi ağır çözümler bekleyenler merhametsiz mi? Bu sorunun karşılığını sevmeyeceksiniz ama açık yüreklilikle söyleyeceğim. Hayır, merhametsiz değiller. Hayvanlar karşısında tutumumuz iki yüzlüdür. Bunu kabul edelim. Sıçanlar, hamam böcekleri ya da sivrisinekleri hayvandan bile saymayız. Çoğumuz için kurtulunması gereken fazlalıklardır. Çiftlik hayvanlarının etlerini yer, sütlerini içer, hatta bu canlıları veganlara göre esaret koşullarında yıllarca semirtiriz. Hatta bir hastalık ya da verimsizlik durumu oluştuğunda hepsini itlaf ederiz.
Diğer bir deyişle, “Canlara kıymayalım” dememiz özünde anlamlı değildir. Canlara kıyarız. Yaşamak için bile değil, belli bir lezzete erişmek, bir çeşit gastronomi kültüründen pay almak için ihtiyacımızdan fazlasının bile canına kıyarız. Hatta sahiplendiğimiz hayvanın iyi beslenmesi için başka hayvanların canına kıyılmasından rahatsızlık duymayız. Nihayetinde, köpek maması da ıspanaktan üretilmiyor.
Radikal vegan topluluklar en azından bu ikiyüzlülüğün farkına varmıştır. Ama veganların önerileriyle bir hayat kurmak mümkün mü? Ayrı bir tartışma; yine de bir köşede dursun. Belki tekniğin imkanları öyle bir geleceği sağlayabilecek…
Pekiyi, bazı hayvanlara tanıdığımız bu ayrıcalığın kökü nedir? Koyunu öldürülmesi mümkün, hattâ elzem bir canlı olarak tanımlarken, köpek niçin kimilerimiz için dost sayıla gelmiştir? Yanıtı basit: Kültür. Köpekleri zamanında insanlar bir yarar umarak evcilleştirdi. Evcilleşen tüm canlılarda olduğu gibi, doğada kendi başına hayatını sürdüremeyecek ve insana bağımlı bir tür ortaya çıktı.
Hatta zamanla bu türün çeşitlemelerinin yaratıldığı bir endüstri doğdu. Köpek – ve aslında diğer evcil hayvanlar – belli bir tarihten sonra kısıtlı uygulama alanları dışında ihtiyaç olmaktan çıktı. Bugün insanlar büyük ölçüde eğlenmek için köpek ya da kedi sahipleniyor. Evlerinde bir sıcaklık arıyorlar; sokakta gördükleri bir canlıya merhamet ediyor, ya da evet, pahalı bir türü parklarda gezdirip hava atmak istiyorlar.
Bodrum ya da Marmaris gibi ilçeler insanların sadece tatilde gezdirmek için getirip sonrasında ormana bıraktığı köpeklerle dolu. İnsanoğlu çiğ süt emmiş.
Açıkçası, sırf keyfimiz için bir hayvanı yapay seçilimle geliştirmek, üretmek ve görünüşüne göre sevip korumak zalimce değil mi?
Bu sorunun çözümü için yönetmelik ya da yasalarda değişiklikler önerilebilir. Sonu yok… Açıkçası itlaf da çözüm olabilir mi? Emin değilim. İtlafa kapı açan bir yasa çıksa bu operasyon nasıl yönetilecek? Köpek sayısı şikayet edilen kadar yüksekse – ki bana kalırsa, imkanları kısıtlı hayvan dernekleri dahil kimse bu sayımı adamakıllı yapamıyor – itlaf için bile büyük bir seferberlik olması gerek…
Kendi adıma şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim: Toplum yararına olduğu sürece köpekleri ya da başka hayvanları öldürmenin merhametsizlik, zulüm veya cinayet olduğu görüşünde değilim. Hayvanları zaten öldürüyoruz. “Ama onlar zaten beslenmek için…” gibi kibar gerekçelerle… Yalnız köpekleri itlaf etmeye kalktığımızda buna içtenlikle üzülecek çok insan var, o insanların hakkını gözetmek durumundayız.
Ama bu meselede asıl sorun tarafları bir ortak karar almaya ikna etmek. Bir taraf köpeklerin sokaklardan kesin olarak toplanmasını istiyor. İtlaf, barınak çözüm ne olacaksa… Geçmişteki kısırlaştırma planı da adam gibi uygulanmadığından, şikayetçi kesimi ikna etmek zor görünüyor. Öteki taraf köpeklerin toplanmasının facia olacağı görüşünde, çünkü geçmişteki barınak deneyimi ortada. İtlaf konusunu ise düşünmek bile istemiyorlar.
Toplum bir ortak karara varabilir mi? Şimdilik birbirlerine hakaret etmekle meşguller. Karşılarındakini cani ya da itperest olarak yaftalayıp küfürleşiyorlar. Belki bu mesele Survivor’da çözülebilir; olmaz mı?
Aslında karşımızda hayvan sorunundan öte toplumsal bir sınav var. Taraflar birbirini dinleyebilecek mi? Tam ikna olmasalar bile makul bir çözümde buluşabilecek mi?
Bu, tam anlamıyla toplumun devletsiz çözebileceği bir sorun… Bence sorunun çözümünde gönüllülerin ne kadar aktif olacağı, ne kadar istekli, sorumlu ve ilgili davranacağı belirleyici olacak. Sahiplenme, bakım ve sokakların güvenliği konusunda somut anlamda ortaya koydukları irade sonucu belirleyecek.
Gerçi işi gücü bırakıp sadece bununla uğraşsalar bile Türkiye’deki bir avuç “hakiki” hayvansever ne yapabilir? Bilmiyorum.
Yoksa belediyelere kalırsa, birkaç sosyal medya paylaşımına yetecek kadar içerik üretip sessizce kenara çekilecekler. Sokaklarda köpek sayısı tahammülfersa bir hal alınca da sürek avı başlayacak.