Terim’in oyuncularına plan diye kurguladığı, dik, doğrudan ve üçüncü bölgeyi hedef alan oyun, tanrıların kıskançlık kırbacını şaklattırmadan, hiçbir fani oyuncunun oynayabileceği bir oyun değil. Bu oyunu oynamak için her oyuncunun Nebi Nuh gibi 999 yıllık uzun bir ömrü, Pegasus gibi kastan oluşan kanatları ve yeraltının derinliklerinde bir ömür boyu nefes almadan yaşamaya yetecek tanrısal ciğerleri olmalı. Bütün bunlar yan yana gelmeden, Terim’in oyunculardan talep ettiği oyun oynanamaz. Taraftarın heyecan dolu dediği oyun, aklı dışarıda bırakan basit bir kaotik oyun aslında. Beyin değil kasların dans ettiği bir koşuşturmaca. Beş oyuncuyla sürekli ilerde mevzi almak ve biri ara taşıyıcı dört diğer oyuncuyla, mancınık misali, iyi korunan bir kaleye, dışardan serseri toplar atmak.
İddiasına girerim, bu oyunu dünyanın bütün teknik adamlarına göstersek, söyleyecekleri ilk ve belki tek şey zulüm olur. Ne Guardiola ne Klopp ne de Marcello Bielsa, kendi oyuncularını böylesine gayri insani koşullara terk etmez, onlara bunu reva görmez.
Aslında bu oyunun gerisinde motivasyon olarak hem büyük bir küçümseme hem de büyük bir öfke yer alıyor. Savunma düzenini almış bir takıma bu kadar pervasızca saldırmak ancak rakibi küçümsemek ile izah edilebilir. Sonuçsuz kalan bu akıl dışılıkta ısrar etmek de ancak büyük bir öfkeye işaret eder. Terim öfkeli, çünkü son yıllarda gelişen savunma disiplinlerini aşacak yaratıcı çözümler bulamıyor. Yaratıcı çözümler bulamayınca da kafa kol yararak, doğrudan cepheden saldırıyor. Kırmızı görmüş boğa öfkesini andıran bu duygu, Terim’den oyunculara sirayet ederek, bütün takımı kontrolden çıkarıyor.
Zaten bu yüksek tempo ile oynamak ve hem topu hem de bedeni kontrol etmek mümkün olamaz. Nitekim, birbirini koşullayan nedenler ve sonuçlar gibi, aşırı yorgunluk kontrolsüzlüğe yol açıyor, kontrolsüzlük de pas isabet oranlarını buharlaştırıp işlevsizleştiriyor.
Giresunspor maçında sağdan soldan ortaya kesilen bütün topların, rakip defansın kafasında erimesi tesadüf değildi. Çünkü hiçbir orta hedef gözetmiyordu. Bırakın hedef gözetmesini, topu ceza sahasına sokmak başlı başına başarı olarak algılanıyordu.
Türk futbolunun değişen defansif anlayışı, herkesten önce, kaotik futbola meyleden Terim gibileri sıkıntıya sokuyor. Çünkü savunmacıların hepsi, atletik olarak, hücumculardan daha güçlü ve dayanıklı. Eğer önceden planlanmış bir pas geçiş organizasyonuna dahil olmadan bu savunmayı aşmak amaçlanırsa, bu beden bedene çarpışmadan savunmacılar her seferinde zaferle çıkar.
Terim ne birinci bölgede bir planlama yapıyor, ne de ikinci bölgede. Tersine, birinci bölge ve ikinci bölge üçüncü bölgenin yedek gücüymüş gibi davranıyor. Rakibi pasla eksiltip, alanları çoklu adamla geçmek yerine, Galatasaray ve dolayısıyla Fatih Terim, tıpkı 2. ve 3. Liglerde yapıldığı gibi, uzun vurarak hücumcuları rakip defansla boğuşmaya zorluyor.
Mesela orta sahada tek ayaklı Berkan Kutlu’dan başka bir oyuncunun, geçiş için pozisyon aldığına tanık oldunuz mu? Berkan zaten tek ayaklı bir oyuncu ve o ağzıyla kuş tutsa, aç yavru kartallar gibi top isteyen beş hücumcuya top atamaz; onları besleyip, rakip ceza sahası çeperini de tutamaz.
Çağdaş futbolda orta saha artık geçiş için istasyon görevi görüyor. Ama bu istasyonların bir istikameti ve yol haritası var. Galatasaray orta sahası, kutup yıldızını gören ve dolayısıyla yönüne karar veren o serüvenci gibi davranıyor. Doğru, kutup yıldızı kuzeyi gösterir — ama varmak istediğiniz yer ile sizin aranızdan duran hiçbir engelden söz etmez.
Belli ki Terim her engeli uzun topla çözmeyi düşünüyor. Bir pas dolaşım modeline ihtiyaç duymuyor. Oyunun ikili karakterini reddediyor ve bu karakteri teke düşürüyor. Hücum.