Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIOrtadoğu'da yeni dengeler

Ortadoğu’da yeni dengeler

Diğer taraftan Suriye’nin yeni yönetimi İsrail ile artık savaşmayacağını açıklamakla mantıki bir şey yaptı. 14 yıllık iç savaş sonrasında tabiri caizse dümdüz olan Suriye’nin yeniden imarı için gerekli kaynaklar ancak Batıdan ve bilhassa Körfez ülkelerinden gelebilir. Onlar da artık Orta Doğu’da İsrail ile barışık bir düzen kurulmasını istemektedirler. THY’nin Şam’a geçen hafta başlayan seferlerine İran vatandaşlarının binmesine Suriye makamlarının izin vermemesi değişimin ne kadar büyük olduğunun bir göstergesidir.

Hamas 7 Ekim 2023 tarihinde beklenmedik bir şekilde İsrail’e saldırıp 1200 kişiyi öldürdükten ve 250 rehine aldıktan sonra herhalde İsrail’in Hz. İsa’nın önerdiği şekilde bir yanağına tokat yedikten sonra öbür yanağını çevirmesini beklemiyordu.  Saldırı İsrail’in o zamana kadarki 75 yıllık tarihinde bir günde uğradığı en büyük kayba sebep olmuştur. 

Hamas’ın hesabı bugünkü duruma ulaşmak değildi tabii. Birinci hedef Arap dünyasını ayaklandırıp İsrail’e karşı bir savaşa girmesini sağlamaktı.  Bunun yanında sanırım dört Arap ülkesinin (Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Fas ve Sudan) İsrail ile ilişkilerinin normalleşmesini sağlayan İbrahim Anlaşmalarının başta Suudi Arabistan olmak üzere başka Arap ülkelerine de yayılmasını engellemek de önemli bir amaçtı.  Bu anlaşmalardan ciddi bir şekilde rahatsız olan İran yönetimin Hamas’ı bu saldırıda teşvik ettiğine ilişkin duyumlar zamanında alınmıştı.

Beklenebileceği üzere İsrail’in tepkisi her türlü orantıyı aşacak boyutlara vardı.  Ateşkesin ilan edildiği 19 Ocak 2025 tarihine kadar 47000 Gazze’li Filistinli öldürülmüş, Gazze toprakları yerle bir edilmiş, ancak Hamas’ın beklediği netice alınamamıştır.  Hiçbir Arap ülkesi onun yardımına koşmamış, tersine bir ara İran savaşı genişletmek amacıyla İsrail’e füze saldırısında bulunduğunda Ürdün ve Suudi hava kuvvetleri füzelerin İsrail’e ulaşmasını engellemek için harekete geçmiştir. İsrail’le ilişkilerini bozmamaya geleneksel olarak dikkat eden Mısır Gazze’ye İsrail’in uyguladığı ablukanın delinmemesine yardımcı olmuş, Gazze’den kaçmaya çalışan Filistin’lilerin kendi topraklarına geçmesine izin vermemiştir.  Arap-İsrail ilişkilerini takip etmiş olanlar için bu şaşırtıcı bir gelişme değildir.  Arap devletleri İsrail 1948 yılında kurulduktan sonra her zaman kendi çıkarlarını önceleyip Filistin’lileri umursamamıştır. 1948-1967 yılları arasında Gazze ve Batı Şeria sırasıyla Mısır ve Ürdün işgali altındayken bu topraklara değil bağımsızlık herhangi bir otonomi tanımayı ikisi de düşünmemiştir.  Kara Eylül olarak adlandırılan Ürdün’ün 1970-71 yıllarında Filistin Kurtuluş Örgütüne (FKÖ) karşı yürüttüğü saldırılarda sayıları 2000-25000  arası olduğu tahmin edilen Filistinli (ikinci rakam FKÖ lideri Arafat’ın iddiasıdır) bizzat Ürdün ordusu tarafından katledilmiştir.  

Hamas ile İsrail arasında devam eden amansız savaşın neticesine bakarsak Hamas’ın ve müttefiklerinin şiddetli bir yenilgiye uğradığı, buna karşılık İsrail’in nerede ise tüm amaçlarına ulaştığı sonucuna varmak gerekiyor. Her ikisi de masum sivillerin can kaybına uğramasını önlemeye öncelik vermedi.  Hamas Gazze halkını feda ederek canlı kalkan olarak kullandı.  Netanyahu için ise aralarında çocukların da bulunduğu anlaşılan rehinelerin kurtarılması birinci öncelik değildi. Nitekim 7 Ekim 2023 tarihinde alınan 253 rehinenin sadece 98’inin bugün hayatta olduğu anlaşılıyor. Bir İsraillinin 30 Filistinliye bedel olduğu yapılan anlaşmadan anlaşılıyor zira ateşkes sürdürülebilirse her serbest bırakılan rehineye karşı İsrail hapishanelerinde tuttuğu 30 Filistinli tutukluyu serbest bırakacak. Gerçi geçmişte Hamas’ın beş yıl tuttuğu asker Gilad Şalit’in serbest bırakılmasına karşı İsrail hapiste tuttuğu 1127 Filistinliyi 2011 yılında serbest bırakmıştı.  Filistinli tutukluların değerinin aradan geçen yıllarda arttığını söylemek mümkünse de, tabiatıyla bu şaka kaldıracak bir konu değil.

Hamas kendi teşkilatı açısından da çok büyük darbe aldı.  İsrail suikastları neticesinde liderleri öldürüldü, vurucu gücü büyük ölçüde yok edildi.  Bu darbelerin altından kalkıp kalkamayacağını zaman gösterecek. Şimdiki halde Gazze’nin geleceği tartışıldığında Hamas’ın bunda bir yeri olmayacağı, yönetiminin Batı Şeria’yı da yöneten Filistin devletine veya bazı Arap ülkeleri ile Birleşmiş Milletler tarafından oluşturulacak bir barış gücüne teslim edileceği konuşuluyor.  Hiçbir Arap ülkesinin en azından şimdilik taşın altına elini koymak istemediği görülüyor.  İktidarımız bu role soyunmaya çok hevesli görünüyor ama Hamas’a sağladığı nerede ise koşulsuz destek nedeniyle başta İsrail olmak üzere başka aktörler için kabul edilebilecek bir seçenek olmadığı, en azından şimdilik görülüyor. Zaten ateşkesin ne kadar kalıcı olduğu ve oluşturulan yapının sonuna kadar ayakta tutulup tutulamayacağı da çok açık değil. Hamas için kontrolü geri alma yolu alternatif formüllerin hepsinin reddedilmesinden geçiyor ki bu aslında imkânsız değil.  Ancak herhalde İsrail Hamas’ın yeniden bir vurucu güç sahibi olmasına uygun bir ortam yaratılmasını engellemek için elinden geleni yapacaktır.  Zaten Müslüman Kardeşlerle bağlantısından dolayı Hamas’a antipati besleyen Mısır başta olmak üzere diğer Arap ülkeleri de yeniden güçlenmesini istemeyecektir.  Baş destekçisi İran’ın da Hamas’a askeri malzeme gönderilmesini isteyeceğini sanmıyorum.    

Bununla birlikte İsrail’in esas kazancı Lübnan ve Suriye’de olmuştur diyebiliriz.  Rusya’nın Ukrayna bataklığına batmış olması nedeniyle geleneksel olarak desteklediği Suriye Baas rejimini kendi haline terk etmesi, ayrıca İran’ın da Hizbullah’a verdiği desteği kendine mahsus sebeplerle kesmesi nedeniyle, bir çeşit domino oyunu gibi Hizbullah darbe almış, Esad rejimi devrilmiş ve elli yılı aşkın bir süredir Suriye ve İran baskısı altında olan Lübnan yüzünü tekrar Batıya çevirmiştir. Nerede ise 2,5 yıldır boş olan Cumhurbaşkanlığına Fransa, ABD ve Suudi Arabistan’ın adayı General Avn Hizbullah aradan çekilince rahatlıkla seçilmiştir.  İlk ziyaretçisinin de Fransa Cumhurbaşkanı Macron olması tabiatıyla bir tesadüf değildir.  Yeni Cumhurbaşkanı Avn Hizbullah’ın ayrı bir silahlı güç muhafaza etmesine izin verilmeyeceğini de açıklamıştır.  Bunun tabii ki en büyük yararı Lübnan ile olan hudut bölgeleri yıllardan beri  devamlı olarak Hizbullah füzelerinin tehdidi altında olarak yaşamış olan İsrail’e olacaktır.  İsrail de Lübnan’ın hudut bölgelerindeki Hizbullah altyapısını imha etmeye devam etmektedir.  Bu toplu imha da şimdilik Hizbullah’tan bir tepki almamakta belki de alamamaktadır.

Diğer taraftan Suriye’nin yeni yönetimi İsrail ile artık savaşmayacağını açıklamakla mantıki bir şey yaptı.  14 yıllık iç savaş sonrasında tabiri caizse dümdüz olan Suriye’nin yeniden imarı için gerekli kaynaklar ancak Batıdan ve bilhassa Körfez ülkelerinden gelebilir.  Onlar da artık Orta Doğu’da İsrail ile barışık bir düzen kurulmasını istemektedirler.  Yeni Dışişleri Bakanı Şeybani’nin ilk ülke dışı seyahatlerinin Körfeze, yönetiminin başı Es-Şara’nın da kabul ettiği ilk yetkililer arasında Almanya ile Fransa Dışişleri Bakanları olması da bir tesadüf değildir.   İsrail için yine en büyük kazançlardan biri yeni Orta Doğuda Rusya ile İran’ın en azından uzunca bir süre devre dışı kalmasıdır.  Bu arada THY’nin Şam’a geçen hafta başlayan seferlerine İran vatandaşlarının binmesine Suriye makamlarının izin vermemesi değişimin ne kadar büyük olduğunun bir göstergesidir.

Tabii ülkemiz başta olmak üzere birçok ülkede merak edilen Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM-ICC) tarafından savaş suçlusu ilan edilen Netanyahu’nun gittiği bir ülkede gerçekten tevkif edilip yargılanmak üzere Lahey’e gönderilip gönderilmeyeceğidir.

Gazze’deki katliamın sorumlusunun Netanyahu olduğuna şüphe yok. Savaşı belki daha önce de bitirebilirdi.  Ancak gerçekçi olmak lazım.  UCM yakalama emirlerine uyan ülke pek yoktur.  Kendisi de benzer suçlardan dolayı tevkif emrine tabii olan Putin üstelik UCM’yi kuran Roma Sözleşmesine taraf olan Moğolistan’a birkaç ay önce gittiğinde tevkif edilmedi.  Yakınlarda Hindistan’ı ziyaret edeceği açıklandı.  Orada da tevkif edilme korkusu yok herhalde.  Türkiye’ye ısrarla davet ediliyor ancak bu davetlere açıklanmayan sebeplerle icabet etmiyor.  Gelecek olsa tabiatıyla tutuklanma endişesi olmayacaktır.

Netanyahu’ya gelince Auschwitz toplama kampının kurtuluşunun bugün (27 Ocak)  yapılmakta olan ve Avrupa başta olmak üzere bütün kıtalardan 55 ülkenin kralı, devlet ve hükümet başkanı, veya başka temsilcilerinin katıldığı 80inci yıldönümü törenlerine onun da davet edildiği, gelmeye karar verdiği takdirde tutuklanmayacağının temin edildiği üstelik Roma Sözleşmesine taraf olan Polonya’nın hükümeti tarafından açıklandı. Törene Netanyahu katılmadı ancak Eğitim bakanı başkanlığında bir heyetin gideceği açıklandı.  Bu arada her yıl yapılan bu törenlere AKP’nin ilk yılları dahil ülkemiz Bakan düzeyinde temsil olurken bu sene Varşova Büyükelçisi tarafından dahi katılım olmaması, ülkemizde yükselen antisemitizmin bir işareti olarak görülecektir, ne yazık ki.

Netanyahu’ya dönersek, Trump Beyaz Saraya döndükten kısa bir zaman sonra onun ABD’ye gitmesi bekleniyor. Orada da tutuklanma ihtimali sıfır olmalı.  Kaldı ki ABD Polonya’dan farklı olarak Roma Sözleşmesine taraf bile değil. Zaten davet üzerine veya bir uluslararası toplantıya katılmak için gideceği ülkenin gerekli teminatı vermesi zorunlu olacaktır.   Gittiği yerlerde muhakkak aleyhte gösteriler, basında yazılı saldırılar olabilir.  Ancak İsrail buna alışıktır ve özellikle Netanyahu böyle şeyleri umursamaz.  Zaten onun için başlıca önemli ülkeler ABD ve Almanya’dır. Her ikisi de Hamas savaşı boyunca desteklerini esirgemediler.  Ateşkesten sonra normale dönülmesi çok vakit almayacak, korkarım Filistinlerin 47000 ölüsü de boşuna verilmiş bir kayıp olacaktır.

Ülkemiz Gazze savaşına resmi ağızdan en ağır tepkiyi gösteren ülkeler arasındadır.  İktidarımızın pek sevdiği Müslüman Kardeşlerin bir yan kuruluşu olan Hamas’a verilen ölçüsüz desteğin bir neticesi de bu olmuştur.  Gerçi İsrail’le ticaretin normal şekillerde ancak Filistin’e yapılıyormuş gibi devam ettiği açıklanan rakamlardan anlaşılıyor.  Filistin’in ne hava ve deniz limanı, ne de İsrail’den bağımsız karayolu bağlantısı olması zaten yapılan ihracatın aslında İsrail’e gittiğinin göstergesidir. Diplomatik ilişkiler de sürmektedir.  İsrail’in Ankara Büyükelçiliği ve İstanbul Başkonsolosluğu bir süre kapalı kaldıktan sonra olağanüstü güvenlik tedbirleri altında da olsa tekrar açıldı.  Civarlarında gösteri yapılmasına izin verilmediği anlaşılıyor.  Türkiye de Tel Aviv Büyükelçiliğini kapatmadı, Büyükelçisini geri çağırdı ancak görevine son vermedi. Ülkemizde saydamlık bulunmadığı için usulcacık geri gitmiş olabileceği akla gelmektedir. Her hal ve karda görevinin devam etmesi her an geri gitmesi imkanının muhafaza edilmesinin arzu edildiğini gösteriyor.  Zira yeni büyükelçi ataması ancak İsrail makamlarının onayı ve bir takım yazışmalarla mümkün olacaktır.  Belli ki o yola gidilmek istenmiyor.

Orta Doğu’daki yeni dengelere duygusal olmadan serin kanlı bir şekilde bakmak gerekiyor. İsrail bu denge değişikliğinden kazançlı çıkan başlıca ülkedir.  Kimisine göre Orta Doğu’nun yeni süper gücüdür. Trump ile birlikte Suudi Arabistan’la yakınlaşması başlayacaktır. Suudi lideri Prens Muhammet bin Salman’ın Filistin ile ilgili bazı şartlar öne sürmesi bekleniyor. Her hal ve karda İbrahim anlaşması tipi bir anlaşmaya gidecek yolda kolay bir şekilde ilerlenemeyecektir.  Ancak lafının dahi edilmesi anlamlıdır.

Bu durumda iktidarımızın alıştığımız şekilde 180 derece bir dönüş yapıp İsrail’le ilişkileri normalleştirmesi bence gerekiyordur.  Bunu yapmazsak bölgeden dışlanmamız, en önemlisi İsrail’in Suriye Kürtleriyle ilişkilerini daha da geliştirmesi kaçınılmaz olacaktır.  Maddi imkanlarımızın sınırlı olması nedeniyle Suriye’nin imarında şirketlerimiz ancak taşeron rolü oynayabilir. Bu da finansör ülkelerle iyi ilişki, ortak hedef gerektirir.  Onlar da haliyle İsrail ile normalleşmenin bölge istikrarı için gerekli olduğunu öne sürecek, bunu iktidar kabul etmezse pastadan pay almasına izin vermeyeceklerdir.                   

Ve tabii Trump gelir gelmez İsrail lehine birbirinden daha ürkütücü adımlar atmıştır.  Ayrı bir yazının konusunu teşkil eden bu kararları alan Trump’un iktidarımıza da İsrail konusunda ağır baskılar yapması çok muhtemeldir.  Bu baskılar gelmeden iktidar bu adımları atsa şüphesiz kendisi ve ülkemiz için çok iyi olacaktır.

- Advertisment -