Arşivimden bulduğum bir kaç belgenin Türkiyelilik tartışmalarında ufuk açıcı olduğunu düşünüyorum. Sebebi şu: Türk mü Türkiyeli mi tartışmaları siyasi düzlemde yapılmadan önce de Türk kelimesi yanısıra Türkiyeli de kullanıyor ve anlaşıldığı kadarıyla da sıradan görülüyordu. Yani bugün yüklenen siyasi mana yüklenmiyordu: İstanbul’a Kostantiniye demek gibi.
Katoliklik ve Ortodoksluk arasındaki fark nedeniyle, Patrik Papa gibi olamaz. Yani Birinci Bartholomeos'un ekümenliği, El-Ezher rektörünün kendini halife ilan etmeye kalkması gibi bir şey. Bakalım bir gün bu korkuları aşabilecek miyiz?
Dinlemek, o kabiliyete, donanıma, sabra haiz olmak yaman mesele. Kulaklarımız paslı… Dinleme rezervimiz de kıt, (doğal)gaz misali seçimden seçime bulunuyor, sonra havaya karışıyor. Dinlememenin tarihini araştıramadım. Mesela milâdı var mıdır bilemiyorum. Ama bana eskiden daha çok dinlerdik/dinleyebilirdik gibi geliyor. Ses alıp-ses vermede, konuşmada, söyleşmede yüz yüze, “yakın” iletişimden başka imkânı olmayan insan, karşılıklı dinlemeye de muhtaçtı herhalde.
Kayseri’de yaşanan olayları tasvip etmiyoruz, evet, ama tasvip etmemek ile bu meseleyi çözecek miyiz? Daha beteri, sığınmacı karşıtlığıyla başlayan reaksiyon toplumun başka meselelerdeki davranışını da belirleyecektir. Acil çözüm üretilmesi gerekiyor, ama at gözlüğüyle görüp karşılığı olmayan kavramsal önerileri konuşmak yerine toplum nezdinde ederi olan, insanların kendisi için bir yarar gördüğü değerler üretmek gerekiyor.
Bozkurt işareti Türkiye’de ülkücü çevrelerde üretilmiş, uzun yıllar tutmamış, marjinal kalmış, 1991’de ilk kez 1992’den itibaren de kamuoyu önünde Türkeş tarafından yapılınca popüler olmuş siyasi bir işaret. Ama siyaseten bugün bozkurt işaretinin 1000 yıllık bir tarihi olduğuna karar verildiyse, buna Atatürk ne diyebilir ki?
Sarışın kurtluğu bozkurtluğa dönüşebilir, parmakları photoshopla düzeltilir, yanında bir kurt yerleştirilir.