Bütün otoriter iktidarlar iktidarlarını daha da mutlaklaştırmaya kuruludur; bunun sınırını muhalefetin gücü belirler. Mutlaklık ölçüsü olarak ‘Putinleştirme’yi alırsak, “Rusya neden Putinleşti de Türkiye direniyor” sorusunun cevabı ne olur? Gürbüz Özaltınlı, bu süreçte Türkiye’deki laik-seküler kesimlerin direnişinin rolünün “ihmal edilmemesi gerektiğini” yazdı. Ben bir adım daha atıp şöyle diyeceğim: Bu rolün, başka rollerin yanı sıra zikredilmekten çok daha fazlasını hak eden bir önemi vardı; temel önemdeydi ve devrede olmasaydı büyük bir ihtimalle Türkiye de Putinleşirdi.
“Bana karşı nazik olup bir garsona kaba davranan kişiye güvenmem. Çünkü garsonun yerinde ben olsaydım, bana da aynı şekilde davranacaktı” der Muhammed Ali. Haklı, hem de sonuna kadar. Mültecilere kötü davrananlara da güvenilmez. Çünkü hâalihazırda mülteciler için uygun gördükleri kötülükleri, yarın koşullar değişip de zayıf halka konumuna düştüğünüzde sizin başınıza getirmekten imtina etmeyeceklerdir.
Seçmenin bir ay geçmeden fikrini değiştirdiği yönünde yorumlar yapılıyor. Hatta bugün bir seçim olsa oyların iktidar partisine geri döneceği iddialı bir tez olarak öne...
Sanal dünyada sembol savaşları yaşanan şehirlerde, gerçekte haftasonu maça gidip, şampiyonluk isteyen insanlar huzur içinde yaşıyor. Bir devletin esas görevi insanların huzurunu sağlamaktır. Huzuru bu kez devlet kaçırmamalı.
“Sonucun faturasını birilerine kesmeden önce, kendimi sanık sandalyesine oturtmam gerekir. Kastamonu zaferiyle birlikte, duygularıma yenik düştüm ve şampiyonluk ezgilerini her cümlenin kenar süsünde kullandım. Buna rağmen henüz kaybedilmiş bir şey yok; Amedspor üç puan önde ve lider, geriye iki maç kalmış. Bugünkü mağlubiyet bir yol kazasıydı ve telafisi de mümkün. Hepsi bu.”